Londra’da yaşayan Kürtlerin en önemli etkinliklerinden biri olan ve bu yıl 14.’sü düzenlenen Londra Kürt Film Festivali 3 Mayıs Cumartesi gecesi yapılan kapanış galası ve çeşitli ödüllerin verildiği ödül töreniyle sona erdi.
Festival, aynı gün yaşamını kaybeden İmralı Heyeti üyesi, Dem Parti milletvekili, yazar ve yönetmen Sırrı Süreyya Önder’e adandı.
Dokuz gün süren ve elli sekiz kısa ve uzun metrajlı belgesel ve kurmaca filmin gösterildiği, çok sayıda kadın yönetmenin filmleriyle katıldığı, filmlerdeki pek çok ana karakteri kadınların oluşturduğu festivale çok sayıda kadın sinema seyircisi geldi. Festivalde, en iyi uzun metrajlı film, en iyi uzun metrajlı belgesel film, en iyi kısa metrajlı kurmaca film ve en iyi kısa metrajlı belgesel film gibi dallarda dört önemli ödülün kadın yönetmenlere gitmesi festivalin en dikkat çekici yanlarından birisiydi.
Festivale ve filmlere kadın renginin bunca güçlü yansıması, Kürt sinemasının kadın özgürlük mücadelesinin gücünün seyriyle orantılı güçlü bir gelişme içinde olduğunu da göstermektedir. Festivalde öne çıkan ve seyircilerin en çok rağbet gösterdiği filmlerden birinin; yönetmenleriden birinin kadın olduğu ve bir kadın karakter üzerinden takip ettiğimiz “Threads Of A Revolutıon”( Bir Devrimin İplikleri) filmi, ünlü düşünür Murray Bookchin’in izinden Rojava devrimini takip ederken, Bookchin’in eşi Janet Bieh bizlere Rojava’yı ve Rojavadaki kadın devrimini anlatıyor.
The Pasha, My Mother And I (Paşa, Annem ve Ben) ve “Jinvar” filmleri de kadın yönetmenlerin ellerinden çıkan ve festivalin dikkat çeken filmleriydi. Festivalde Reber Dosky’nin “Güneşin Kızları” adlı belgesel filmindeki Ezidi kadın karakterlerden biri olan Sarab Nayif Issa’ya onur ödülü verildi. Issa, ödülünü tüm direnen kadınlara adarken” Jin! Jiyan! Azadi!” sloganlarıyla ödülünü alıp sahneden indi.
Kadın yönetmenlerin yönettiği, kadınların ana karakter olduğu filmlerdeki güçlü hikaye anlatıcılığı, derinlikli ve yenilikçi sinematografi gerçekten de güçlü bir Kürt kadın sinemacılığını müjdeliyor. Erkek sinemacıların aksine rekabetçilikten ziyade dayanışmacı bir sinemanın temellerinin de yine kadın sinemacılar arasındaki ilişkilerin derinliğinden ve Londra Kürt Film Festivali’nde birbirlerinin filmine sundukları destekten, kurdukları sıcak ilişkilerden, birbirlerinin filmlerine dair sundukları yapıcı eleştirilerden ve samimi destekten gözlemlemek mümkündü. Kadın sinemacıların öncülüğünde sinema alanında önemli gelişmelerin yaşanacağına dair umut verici gözlemler pek çok insanın ortak gözlemiydi. Kadın seyirciler de festival boyunca neredeyse yarı yarıya oranına sahipti. Film sonrası söyleşilerde çok sayıda soru ve değerlendirme kadın seyircilerden gelirken, seyircilerin de özellikle kadın yönetmenlere sahip çıkışı, adeta filmleri kendi filmleri sayarcasına özen ve nezaketle yaptıkları eleştiri ve değerlendirmeler dikkate şayandı.
Londra’da göçmenlerin ve bu topluluğun bir parçası olan Kürtlerin en önemli sanatsal etkinliklerinden biri olarak Londra Kürt Film Festivali, gelişme ve büyüme açsısından çok büyük bir potansiyele sahip bir festival. Londra’nın kültür ve sanat hayatına renk ve çeşitlilik katan film festivali, Kürtlerin asimilasyona karşı duruşunun da önemli mevzilerinden biri olarak görmek abartılı olmaz. Dokuz gün boyunca Londra gibi devasa bir metropolde, Kürtlerin kendi ana dilleriyle onlarca film izlemeleri, filmler üzerinden Kürdistan’a yolculuklar yapmaları, Kürt sorunu, Kürt siyaseti, Kürt kültür ve sanatı üzerinden tartışmalar yapacak bir ortam bulmaları son derece önemlidir.
Festivalin Kürt sinemasının seyirci ile buluşmasını sağlamanın yanı sıra sinema eğitimlerinin verildiği atölyeler, yeni üretimlerin ortaya çıkmasını sağlayacak yapım desteği olanaklarını da ortaya çıkarması Kürt sinemasının gelişimine muazzam bir katkı sunacaktır. Yine kadın seyircilerin daha fazla katılımına sağlayacak, teşvik edecek bir takım planlamaların yapılması, festivalin çok daha güçlü sahiplenilmesinin önünü açacaktır.