• İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
9 Mayıs 2025 Cuma
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
ABONE OL!
GİRİŞ YAP
Yeni Yaşam Gazetesi
JIN
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Yeni Yaşam Gazetesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Ana Sayfa Gündem Güncel

Mehmet Sait Yıldırım: Çağrıyı özgürlükle taçlandıralım

8 Mayıs 2025 Perşembe - 00:00
Kategori: Güncel, Manşet, Söyleşi
Mehmet Sait Yıldırım: Çağrıyı özgürlükle taçlandıralım

Onu dinlerken dünya, bölge ve ülke gündemini en ince ayrıntılarına kadar nasıl hakim olduğunu gözlemlerken asla bu denli ağır tecrit altındaki zindanda olduğunu düşünemezdiniz. Tıpkı özgür koşullarda yaşayan, çalışan ve konuşan bir Önderliği dinliyor gibi hissederdiniz

Mahsum Sağlam

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısı Kürt halkı ve dostları tarafından güçlü sahiplenilmeye devam ediyor. Çağrının tarihsel önemi ve yarattığı etki şimdiden Ortadoğu, Türkiye ve Kürdistan’da değişimlerin kapısını aralarken, Öcalan’ı çok yakından tanıyan ve çözüm süreci döneminde 9 gün İmralı’da kalan ve tahliyesi sürekli engellendiği için halen cezaevinde tecrit koşullarında tutulan Mehmet Sait Yıldırım’ın Öcalan ile ilk tanışmasını ve tarihi çağrıyı konuştuk.

  • Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’la ilk olarak nerede, ne zaman ve nasıl tanıştınız? O sürecin duygusu, hissiyatı nasıldı, anılarınızda unutamadığınız ayrıntılar nelerdir?

Tanışma kavramını, fiziki buluşma, yüz yüze doğrudan görüşme çerçevesinin ötesinde daha geniş anlamda yani onun düşünce ve fikirleriyle, ideolojik politik çizgisiyle tanışma olarak anlamanın daha doğru olacağı inancındayım. Bu açıdan bakarsak, grup dönemi sürecine kadar uzanan bir tarihsel geçmişten söz etmek mümkün. Üniversiteyi 1970’li yılların ikinci yarısında okuyan Ankara Üniversitesi Cebeci kampüsünde, SBF bünyesindeki bir okulun öğrencisi olarak fakülte, koridor ve amfilerinde, okulun hemen karşı binasındaki bir dönem Önderliğin başkanlığını yaptığı ADYÖD salonlarında, onun izinde ama onu ve fikirlerini henüz tanımadan gezmiş dolaşmış biri olarak kendimi çok şanslı sayıyorum. Fikirleriyle tanışma ve o fikirlere sempati duyma ise 1976 yılında M. Hayri Durmuş arkadaş sayesinde oldu. Aynı yıl Hayri arkadaşın o dönem Önderlikle birlikte kaldıkları Kurtuluş semtindeki evde bizi Önderlikle tanıştırma isteği ve sözü de olmuştu. Ama ne yazık ki denk gelip gerçekleşemedi. Zaten daha sonra Ankara’dan parti kuruluş çalışmaları ve hazırlıkları için Amed’e geçen Önderlikle o dönemler bir daha karşılaşabilme olanağı ve şansı da olmadı.

Önderlikle ilk temasımız yaklaşık 10 yıl sonra ve telefonla oldu. 80’lerin ortalarından 92 yılına kadarki dönemde Avrupa’daydım. Düsseldorf davası kapsamında 2,5 yıl Almanya zindanlarında tutuklu kaldığım süre dışında o dönemde ağırlıklı olarak basın yayın faaliyetleri alanında çalıştım. Doğası gereği Önderlikle en sık teması olan bir çalışma alanı olduğu için sık sık doğrudan telefonla görüşebilme imkanımız oluyordu. O birebir telefon görüşmelerinin sevinç ve heyecanını o bağlamda yaşanan duyguları anlatmak uzun sürer. Burada mümkün değil ancak tek kelimeyle unutulmaz güzellikte anılar olduğunu söylemekle yetinebilirim. İlk doğrudan karşılaşma ve tanışma ise Ocak 92’de Şam’daki evde gerçekleşmişti. Bu karşılaşma ve bu anki heyecan, sevinç duygularımı Ada dönüşü yazdığım “İmralı’da 9 gün” kitabında ayrıntılarıyla anlatmıştım. Burada şu kadarını söyleyebilirim. 2-3 günlük bir zaman diliminde Önderlikle aynı evde yaşamak, aynı havayı solumak, ilk kez onunla aynı sofraya oturmak, aynı salonda oturup güncel konulardaki sohbetini dinlemek bence bütün bunlar o 3 günlük zaman diliminin, bir insanın bütün ömrünün en anlamlı anları olmasına yeter de artar bile. Hem de bir insana ben de yaşadım dedirtebilecek kadar. Yine 92 yılı Haziran ayına kadar yaklaşık 6 ay Mahsum Korkmaz Akademisi’nde kaldığım dönemde ara ara gelip bizimle günlerce kaldığı o ortak yaşanmışlık anılarını, onun eğitiminden geçmiş olma şansına ulaşmış olmanın anlamını anlatmak da ancak kitaplara sığacak cinsten. Her açıdan yaşamımın en önemli dönüm noktası olduğu kesindir. Yine bir cümleyle ifade etmem gerekirse birey olarak ideolojik, politik, sosyal, ruhsal, kimliksel ve benzeri her alanda kişiliğin oluştuğu, netleştiği ve olgunlaştığı bir süreç olduğunu söyleyebilirim. Devrenin bitiminde Önderliğin elinden aldığım Akademi Mezuniyet diploması ise hayatımın en değerli armağanı oldu.

  • İkinci görüşmeniz ise İmralı’da tutsaklık altında 9 gün sürdü. 23 yıl sonra gerçekleşen ikinci görüşmenizin duygusundan bahseder misiniz? O günlere dair Abdullah Öcalan’da en çarpıcı fark ettiğiniz şey neydi?

Önderlikle ikinci kez yeniden buluşma ve görüşmemiz bildiğiniz gibi 2015 Martı’nda o dönem halen devam eden ve 1-2 hafta içinde artık diyalogdan müzakere aşamasına geçmesi gereken çözüm süreci bağlamında sekretarya görevini üstlenmek üzere 5 kişilik bir grup arkadaş olarak gittiğimiz İmralı Adası’nda gerçekleşmişti. Ne yazık ki kalp rahatsızlığım gerekçe gösterilerek Adalet Bakanlığı’nın talimatıyla apar topar geri gönderildiğim için adada sadece 9 gün kalabilmiş ve bu 9 günlük sürede birer saatlik sohbet ve spor etkinliği çerçevesinde toplam altı veya yedi kez bir araya gelebilmiştik. Ada dönüşü Bolu F Tipi Cezaevi’ndeyken hemen o günlerin yoğun ve sıcak duygularıyla yazdığım “İmralı’da 9 gün” kitabında gidiş ve dönüş yolculuğu ile o 9 günlük zaman diliminin her gününü ve her anını yazmıştım. Gerçi kitap hakkında yayınlandıktan kısa süre sonra toplatma kararı çıkarıldığı için (ki hücremde bulunan tek adeti benden bile geri alınmıştı) okuyucuya ne kadar ulaşabildi bilemiyorum.

O ikinci buluşmaya ait kitapta dile getirmeye çalıştığım gözlem, izlenim, duygu ve düşünceleri bu sorunuz kapsamına sığdırmak imkansız tabii. Sorunuza cevaben şu kadarını söyleyebilirim. Zaten adaya giderken daha yolculuk aşamasında Önderliği yeniden görebilmenin sevinç ve coşkusunun yanı sıra onu uluslararası komplonun tek hedefi haline getirmede ve tutsaklığında yetmez yoldaşlığımızın payının bilincinden kaynaklı ağır bir duygusal durum da söz konusuydu. Fakat daha o ilk buluşmada sizlere her şeyi vermedik mi, rolünüzün gereğini neden yerine getiremediniz gibi eleştirel değerlendirmeleri olsa da o duygu ağırlığının etkisi yine onun her zamanki gibi güç ve güven veren tavrı ve yaklaşımı sayesinde giderilmişti. Önderlik ve akademi alanında buluşma ve ayrılmanın üzerinden tam 23 yıl geçmişti. Üstelik bu sürenin 16 yılını Önderlik dünyada bir örneği dahi olmayan tek kişilik ada zindanında ve bunun ilk 10 yılını da tek başına geçirmişti. Fiziki durumda 23 yıl öncesine göre doğallıkla bazı değişiklikler, saçlarının biraz seyrelmiş olması, saç sakalın beyazlığı, biraz daha kilolu yapısı göze çarpıyor ve bu hüzünlendirmiyor da değildi. Ama bakışı, hareketlerindeki canlılık, dakikliği, yine ses tonundaki netlik ve canlılık hiç değişmemişti diyebilirim. Onu dinlerken dünya, bölge ve ülke gündemini en ince ayrıntılarına kadar nasıl hakim olduğunu gözlemlerken asla bu denli ağır tecrit altındaki zindanda olduğunu düşünemezdiniz. Tıpkı özgür koşullarda yaşayan, çalışan ve konuşan bir Önderliği dinliyor hissederdiniz. Sanki mütevazı bir yuvarlak masa etrafındaki biz 5 kişiye değil de akademideki Şehit Hamza Amfisi’nde 500-600 kişilik devremize hitap eden Önderliği görüyordum. Keskin öngörü ve net tahlilleri her zamanki gibi hep yüksek düzeydeydi. Hiç unutmuyorum, 2015 Newrozu’ndan bir gün sonra çıktığımız spor etkinliğinde Önderliğe Erdoğan’ın Dolmabahçe görüşmelerinden haberim yok, tasvip etmiyorum mealinde açıklaması olduğunu aktardığımızda, anında ilk kısa ve net cümlesi şu olmuştu: Erdoğan süreci bitirdi, buraya da yönelebilirler. Sonraki günler bu sözlerin ne denli isabetli olduğunu gösterdi zaten. O günden sonra dönemin HDP heyeti 5 Nisan günü son bir kez adaya gitmişti. Ardından günümüze kadar 10 yıl boyunca nasıl bir mutlak tecrit uygulaması yaşandığı biliniyor. Dışarıda neler yaşandığı da…

  • Abdullah Öcalan’ın o dönem yürütülen sürece dair uyarıları nelerdi? Sizin Ada’dan ayrılma gerekçeniz neydi?

Bu sorunuz bağlamında ve bence günümüzde yürütülmekte olan süreç açısından daha önemli, göz önünde bulundurulması gereken Önderliğin o günlerde yaptığı bir uyarı ve eleştiriyi de hatırlatmak istiyorum. Yine bir spor sonrası volta sohbetinde dışarıda sürecin yeterince anlaşılmaması, gerekli karşılık verilmemesi, üstüne düşen görev ve sorumlulukların gereğini yapmak yerine adeta rehavete kapılıp barış oluyor beklentisiyle iş yapma durumlarını eleştirirken şöyle demişti. Siz burada barış masası kurulduğunu sanıyorsunuz. Oysa mücadelenin en şiddetlisi burada yürütülüyor, anlamıyorsunuz bile. Güncel durumu anlamak açısından da çok önemli bir uyarı değil mi?

O 9 günlük buluşmayı anmışken kişisel bir durum olsa da memleketin hukuk hallerini göstermesi açısından bir hususu daha kısaca belirtmek istiyorum. Adaya gittiğimizde yanımda kalp rahatsızlığım nedeniyle kullandığım ilaçlar ve sağlık dosyamda Dicle Üniversite Hastanesi’nin muayene eskizleri vardı sadece. Bundan dolayı Adalet Bakanlığı’nın acil talimatıyla ve “bu cezaevindeki odalar teklidir. Senin kalp rahatsızlığından dolayı tek kalman risklidir” gerekçesiyle bir hafta içinde alelacele geri gönderilmiştim. Her türlü sorumluluğu aldığıma dair imza verme öneri ve kalma ısrarıma rağmen kabul edilmeyip geri gönderilmiştim. Sonrasında 2015 Eylül ayında Diyarbakır Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesi’yle 2017 Ödemiş Devlet Hastanesi Sağlık Kurulları’nın verdiği iki adet heyet raporunda “hayati risk nedeniyle tek kalamaz” diye açıkça belirtilmesine rağmen 2018 yılından bu yana yine aynı Adalet Bakanlığı’nın hukuksuz talimatıyla 8 yıldır tek ve tecrit altında tutuluyorum. Doğrusu bu şaka gibi durumu bazen düşündükçe demek ki Nasrettin Hoca ve Aziz Nesin gibi mizahçıların bu ülkeden çıkması boşuna değilmiş diyorum kendi kendime.

  • 27 Şubat çağrısı açıklandığında nasıl bir duygu ile karşıladınız? Yıllar sonra fotoğrafta da olsa Abdullah Öcalan ve diğer arkadaşlarınızı gördünüz, nasıl hissetiniz?

İçinde bulunduğum tecrit koşullarının çok sınırlı imkanlarıyla geçen Ekim ayından bu yana Meclis’te ve dışarıda yapılan tartışma ve açıklamaları izlerken nedense çağrının Newroz’da olabileceğini düşünüyordum. “Hukuk” adına nasıl bir zihniyetle karşı karşıya olduğumuzun tabii ki bilincindeydim. Ama şöyle bir hayal de aklımdan geçmedi değil. Savcılığın resmi belgesine göre normalde tahliye tarihim 27 Şubat 2025 gününe denk geliyordu. Bundan yola çıkarak Önderliğin Newroz’da yapacağı çağrıyı belki de Amed Newroz alanında kitlenin arasında dinlerim diye içimden geçirdiğim de olmuştu. İlginç bir tesadüf ve çağrı tam da 27 Şubat gününe denk geldi.

Çağrının içeriğine dair hususları takip eden sorulara bırakarak merkezinde Önderliğin yer aldığı fotoğrafta yıllar sonra onu görmüş olmak zaten başlı başına en heyecan verici husus oldu diyebilirim. En son görüştüğümüz 2015’ten bu yana geçen 10 yılın tecrit koşullarıyla ağır ada ikliminin kaçınılmaz olarak yarattığı fiziki etkilere rağmen Önderliğin o her zamanki güçlü ve görkemli duruşu hemen fark ediliyordu. Diğer arkadaşlardan Ömer Hayri ve Veysi arkadaşlara -gıyaben tanışıyor olsak da- ilk kez 2015’te adaya giderken 1-2 gece kaldığımız Bursa Cezaevi’nde yüz yüze görüşme ve tanışma imkanımız olmuştu. Adada zaten 1 haftalık beraberliğimiz söz konusuydu. Hamili arkadaşla hiç yüz yüze görüşmedik. Onu sadece fotoğraflardan tanıyordum. Üçünü de fiziki olarak Önderliğe göre çok daha değişmiş buldum. En çok da Veysi arkadaşı tanımakta zorlandım. Bir de sonraki günlerde ara sıra fotoğrafa bakarken içimden “eğer adadan geri gönderilmeseydim bu tarihi fotoğraf karesinde ben de yer alıyor olabilirdim” diye bir hayıflanma esintisi geçtiğini de söyleyebilirim.

Ancak çağrı ve fotoğraf karesinin yarattığı duygulardan daha da önemlisi, yarattığı çağrışım ve düşüncelerdi. Ben o fotoğraf karesinde 32 yıl önceki Önderliği gördüm. 1993 yılı Mart ayında Lübnan’ın Barliyas kasabasında sağ ve sol yanında Talabani, Kemal Burkay ve Ahmet Türk’ün yer aldığı Özal’ın çağrısı üzerine dünya medyasının kameraları önünde ateşkes ilan ettiğini açıklayan o tablo canlandı hafızamda. Bugünkü silah bırakma ve fesih çağrısının kimilerinde yarattığı şaşkınlık ve şok etkisi, Önderliği anlamakta hep geç kaldığımız ve onun temposuna hiçbir zaman ulaşamadığımız gerçekliğini bir kez daha hem de acı vererek hatırlattı bana. Zira o tarihlerde dağda olan birisi olarak Önderliğin ateşkes çağrısı karşısında nasıl benzer bir şaşkınlık ve şok yaşadığımızı bugün gibi hatırlıyorum.

Gerilla mücadelesinin zirvede olduğu tarafsız kesimlerce de stratejik denge aşaması olarak tanımlanan, devlet katında yapılan ve “ver kurtul mu, vur kurtul mu” yönündeki tartışmaların dışarıya, basına bile yansıdığı zaferin eşiğindeki bir süreçte ateşkes çağrısını biz de anlamakta zorlanmıştık. Ama bu Önderliğin barış ve demokratik çözüm meselesine bakışı ve çabasının ne denli ciddi ve derinlikli olduğunu gösteriyor. Şimdi bir Önderliğin sergilediği misyona, İmralı koşullarında bile yüklendiği sorumluluğa, barış ve çözüm konusundaki büyük ciddiyet, özveri ve çabaya bakalım; Bir de kimi devlet ve iktidar yetkilileriyle sağı soluyla bazı muhalefet çevrelerinin ve yine kendine demokrat, sol sosyalist diyen kimi kesimlerce medyada yürütülen “kim ne aldı ne verdi”, “kimin bileğini ne kadar büktü” kabilinden tartışma ve yaklaşımların ciddiyetten uzak, sorumsuzca yüzeyselliklerine bakalım… Kürt ve Türk halkları adına tüm toplumsal kesimler adına esef etmemek mümkün mü?

O gün Önderliğin çağrısına fotoğraf karesine bakarak dinlerken bir de şunu düşündüm; Son çeyrek yüzyılın dünya ve bölge koşullarında acaba Önder Apo tutsak değil de dışarıda olsaydı bugün ülkede ve bölgede nasıl bir durum olurdu? Hiç kuşkum yok ki sadece Kürt halkı açısından değil, Türk halkı ve diğer tüm bölge halkları için de bugün bambaşka bir olumlu tabloyla karşı karşıya olurduk. Dolayısıyla 21. yüzyılın bu kaotik sürecinde ve özellikle çeyrek asrı aşkın süredir Ortadoğu coğrafyası 3. Dünya Savaşı’nın kanlı sahnesi halindeyken Önderliği zindana kapatıp özgürce siyaset yapmasını engelleyenlerin insanlığa nasıl büyük bir kötülük ettiğini tarih mutlaka yazacaktır. Buna yürekten inanıyorum. Ayrıca Kapitalist Modernitenin hegemon güçleri tarafından tam da 21. yüzyıla girerken Önder Apo’ya neden komplo tezgahlandığı da bugün daha iyi anlaşılıyor. Bölgede bu kadar rahat at oynatamayacaklarını öngörebiliyorlardı çünkü. Nitekim ABD’li kimi stratejistlerin 1990’lı yıllarda Önderlik için “Ortadoğu’nun Mao’su” veya “yeni bir Selahattin Eyyubisi olabilir mi” gibi söylemlerini çok iyi hatırlıyoruz.

  • Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’na tarihsel bağlamda neden bu süreçte ihtiyaç duyuldu. Her iki taraf için de değişim sürecine mi giriliyor?

Hem Kürt hem de Türk halkı açısından barış sürecinin önemi ve gerekliliğini en geniş toplumsal tabana kavratıp olabilecek en geniş toplumsal destekle başarıya ulaştırabilmek, barışla taçlandırabilmek açısından bu soru bence çok önemli. Çok kapsamlı analizlerle topluma kavratmak, bu temelde rıza üretmek gerektiği inancındayım. Burada ancak çok özet ve kaba hatlarıyla önemli birkaç noktaya dikkat çekebilirim.

Yaklaşık 35 yıl önce Reel Sosyalist sistemin dağıldığı 1990’lı yılların başlarında Saddam’ın Kuvvet macerasını fırsat bilerek ABD’nin Yeni Dünya Düzeni (YDD) sloganıyla müdahalesi ardından onar yıllık aralarla, 2000’lerin başlarında BOP projesi adıyla ve ardından 2011’de Arap Baharı söylemi ile yaşanan savaş ve çatışmalı sürecin özünde bir 3. Dünya Savaşı olduğu tespitini daha ilk anda yapan kişi Önder Apo’ydu. Başlangıçta pek çok çevre bunu anlamasa da şimdi artık hemen herkes bunun bir 3. Dünya Savaşı olduğunu kabul ediyor ve söylüyor. Bu savaşın 2020’lerden sonra Rusya-Ukrayna Savaşı ve en son İsrail-Hamas çatışması ile yaşanan Gazze trajedisi, buna bağlı olarak Suriye’de Baas rejiminin yıkılışı, yine Alevilerin, Lübnan, Yemen hatta İran’a sıçrama durumu, kriz ve kaosun daha da derinleştiğinin somut göstergesi oluyor. Önderlik bundan daha 15 yıl kadar önce “kapitalist modernitenin krizini zamana ve mekana yayarak çözebilmesi mümkün değildir” tespitini yaparak krizin yapısal olduğuna dikkat çekiyordu. Bu demek oluyor ki coğrafyamızı yaşamakta olan 3. Dünya Savaşı da daha da yayılma ve alevlenme eğiliminde olacaktır ve hemen her çevreden analizlerin ortak tahmini okun ucunun İran ve Türkiye’ye yönelmekte olduğu şeklindedir. Başka birçok faktörün yanı sıra devlet açısından sürece neden ihtiyaç duyulduğu sorusunun cevabı buradadır diye düşünüyorum. Kendine yönelen tehlikenin ciddiyetini gören devlet aklı son bin yıllık tarihin en kritik süreçlerinde olduğu gibi bu tehlikeden de yine Kürtlerle ittifak yaparak çıkabileceğini gördü diyebiliriz. En azından devletin bir kanadında bu net görülebiliyor.

Yarın: Türk-Kürt İttifakı, çağrının içeriği, PKK feshi ve Dağkapı Meydanı

PaylaşTweetGönderPaylaşGönder
Önceki Haber

Kalanların gidenlere borcu: Direniş

Sonraki Haber

Kırık sandalye üzerinde barış arayışı

Sonraki Haber
Kırık sandalye üzerinde barış arayışı

Kırık sandalye üzerinde barış arayışı

SON HABERLER

Seçenek biziz

 Arkadaşlık taklit edilemez

Yazar: Yeni Yaşam
9 Mayıs 2025

Sırrı Süreyya Önder ve sanat-mizah-barış

Sırrı Süreyya Önder ve sanat-mizah-barış

Yazar: Yeni Yaşam
9 Mayıs 2025

Yaşam yazı turayı onaylamaz

Özgürlük yolculuğunda Barış’ın durağında

Yazar: Yeni Yaşam
9 Mayıs 2025

İslam’ın şartı gerçekten kaçtır?

Araç fetişizmini aşmak

Yazar: Yeni Yaşam
9 Mayıs 2025

M. Sait Yıldırım: Çağrı bizim için yaşamsal bir ihtiyaç

M. Sait Yıldırım: Çağrı bizim için yaşamsal bir ihtiyaç

Yazar: Yeni Yaşam
9 Mayıs 2025

Neler oluyor?

27 Şubat çağrısı ve Ortadoğu’nun geleceği

Yazar: Yeni Yaşam
9 Mayıs 2025

SOHR: Silahlı gruplar Şam’da yurttaşların evlerine el koydu

SOHR: Silahlı gruplar Şam’da yurttaşların evlerine el koydu

Yazar: Yeni Yaşam
8 Mayıs 2025

  • İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
yeniyasamgazetesi@gmail.com

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

E-gazete aboneliği için tıklayınız.

Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Tümü
  • Güncel
  • Yaşam
  • Söyleşi
  • Forum
  • Politika
  • Kadın
  • Dünya
  • Ortadoğu
  • Kültür
  • Emek-Ekonomi
  • Ekoloji
  • Emek-Ekonomi
  • Yazarlar
  • Editörün Seçtikleri
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Karikatür
  • Günün Manşeti

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır