Sırrı Süreyya Önder’e uğruna yaşamını adadığı Barış’a …
Ne söz yetti ne duygular alt edebildiği milyonlarca yoldaşının sevenin acısını.
Yüreği kocaman bir Yoldaşımızı uğurladık geçtiğimiz hafta. İnanmıştık yener demiştik. Biliyorduk yenmişti nice aşılamaz engeli. 27 Mayıs 2013 de yenmiştik örneğin Taksim’de kepçenin önüne sabahın köründe dikildiğinde. Durdurmuştuk parkın ciğerini deşmeye çalışan inşaatı, siyasi iktidarın politik tehdidini. Sonra bizlere devretti başlattığı mücadelenin yolculuğunu; ekoloji, kent, emek, meslek örgütlerine parkın, meydanın korunmasını. Sokmadık ne şirketi, ne devletin güç aygıtlarını, nede onların yandaşı medyanın kameralarını günlerce; yaşamın, demokrasinin, mücadelelerin, dayanışmanın politik meydanına Taksim’e, Gezi Parkı’na. Yurdun her köşesinde özgürlük ve yaşam mücadelesi yükseldi hızla. Dünyanın dört köşesinde -her yer Taksim her yer direniş- özgürlüğün, kapitalizme karşı yaşamın, dayanışmanın, mücadelenin sloganına dönüştü. Bu uğurda canları yitirdik. Gezi direnişi ile faşizme de, kapitalizmin azgın siyasetine de en büyük kalkıştı, devraldığımız mücadeleyi kardeşliğe de dayanışmaya da evirdik, ekolojinin evrensel mücadelesine, demokratik iradenin politik tarihine, özgürlük yolculuğuna notumuzu bıraktık.
Özgürlüğün, barışın yolculuğuna devam ederken hiç beklemediğimiz anda yeniden bize bıraktı Barış’ın eşit ve özgür yaşamın yeniden kurulmasını. Son güne kadar faşizmin tüm kodlarını insanların, siyasetin aklında paramparça ederek sürdürdüğü Barış elçiliği, başlangıcından bugüne değin tüm örgütlenme çabalarının planlamaların üstüne geçti.
Devrettiği görevi aldık her birimiz. Söz olsun eşit, özgür ve barış içinde yaşamı kuracağız bu ülkede bu topraklarda demokrasiyi, barışı. Yaşamı özgür ve eşit yaşamı öreceğiz kararlıyız.
Bu ruh hali içindeyken bilirim dönmek zordur yaşamın içinden konuşmak, ama gene biliriz ki pazılın parçaları gibidir, kazandığımız her mücadelenin yaşama düşen izleri sağlar özgürlüğün yeniden kurulumunu. Her bir özgürlük mücadelesi devrimdir biliriz. Birlikte parçalarız çünkü yaşamın üstüne çöreklenen sistemin azgın dişlerini tek tek. Zor da olsa veda etmenin ardından o her bir parçanın, mücadelesinin Barış’ın, özgürlüğün yolculuğuna düşüşüne indirgemek yaptıklarımızı, yapacaklarımızı, başlamak boynumuzun borcudur dostlar, sözün, emeğin gücündedir sorumluluğumuz
Başlayalım mücadelenin, örgütler arasında kalıtımsal çitlemelerini kırmaya, başlayalım özgürlüğe giden yolculuğa daha inatla. Sözümüzdür Barış’a, Özgürlüğe, bu uğurda verilen emeklere…
Bu hafta içinde iki önemli açıklama geldi. Her ikisi de politik dayanışmanın iki ayrı bölgesinden düştü mücadele sorumluluğumuza. Uyarıydı hepimize her iki çağrı da. Davetti diğer yanı kapitalist sistemin tüm ayraçlarını deşifre eden suyun, suyla birlikte yaşamın özgürlüğünü işaret eden.
Biri Muğla Su İnisiyatifinin tüm mücadele örgütlerine birlikte siyasi iktidarın yaşamı sermaye birikimine sokarken yıllardır dayandığı arsızlığa son vermenin siyasi mücadele ile yıkılabileceğinin ve ivedilikle yıkılması gerekliliğinin daveti;
Akbelen Ormanlarının, Milas bölgesinin Termik santrallerden kalan suyunun toplanacağı ve termik santrallara verileceği Bodrum Barajının yapımıan bakanlık tarafından yeniden (29 Nisan 2025) olur verildi. Baraj Bodrumluların su ihtiyacını karşılama gerekçesi ile yapılmaya çalışılırken Danıştay tarafından yapımı hukuka ve bilime aykırı olarak iptal edilmişti. Siyasi iktidarın 2009 yılında çıkarttıkları 2009/7 genelgesi ile Danıştayın kararını yok sayarak Barajın yapımına yeniden yol verdi. 2009/7 Genelgesi AKP- MHP siyasetinin İda Dağlarında, Bakırtepe’de mahkemeler tarafında iptal edilen pekçok maden işletmesi için yeniden verilmesi ile tanıklık ettiğimiz, hukuk mücadelesinin siyasi iktidar tarafından yok sayıldığı bir siyasi yöntem.
MSİ’i “…. Muğla’daki 3 santral için verilmiş mahkeme kararlarına ve AİHM kararına rağmen, idarenin tasarrufuyla Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy (Gökova) santralleri yirmi yıl sonra hala çalışmaya devam ediyor. Böyle bir siyasetin meşruiyeti olamaz” diye uyarıyor.
“Ekoloji hareketleri olarak 2009/7 sayılı Genelge’nin uygulanmasını reddediyoruz; kaldırılmasını istiyoruz. Bütün ekoloji hareketlerini ve onların öncülüğünde vatandaşları, milletvekillerini, siyasi partileri, ilgili meslek odalarını imzaya ve Genelge’yi uygulayan yürütmenin keyfiliğini sorgulamak için TBMM’yi göreve çağırıyoruz” diye siyasete çağrısını ekoloji örgütlerini aralarındaki açmazları yenerek birlikteliğe davet ederek yapıyor.
Diğer çağrı İstanbul’un ormanlarını, sulak alanlarını deşecek olan siyasi zulme ve kapitalizmde ortaklaşan siyasi iktidara ve yerel yönetimlere karşı Çevre mühendisleri Odası İstanbul Şube Yönetiminden geliyor.
ÇMO İst Şb. Yönetim 6 Mayıs 2025 tarihinde; “Su havzalarını tehdit eden tüm projelere son verin! diye yaptığı uyarısında TOKİ tarafından yapılan ihalelerle başlayan “şantiye kurulumu yapılan bu projeler Sazlıdere Havzası mutlak koruma alanı içinde kalmaktadır.
Vurgulamak isteriz ki, İstanbul’un yaşam alanlarına Kuzey Marmara Otoyolu ve İstanbul Havalimanı ile başlayan saldırı, Kanal İstanbul güzergahında yürütülen yapılaşmayla sürmektedir. ….. Kanal İstanbul güzergahında yapılacak su yolu ve/veya yapılaşma projeleri İstanbul’un su havzaları ile tarım, orman ve mera alanları üzerinde geri dönüşsüz zararlara neden olacaktır.
İstanbul’un su havzaları üzerindeki yapılaşma ve kirlilik tehdidi, ne yazık ki sadece Kanal İstanbul güzergahındaki alanlardan ibaret değildir. Anadolu Yakasındaki en büyük su varlığı olan Ömerli Havzası da sanayiye açılmak istenmektedir. Çevre Düzeni Planında, Tuzla İlçesi, Tepeören Mahallesinde kurulması planlanan ve Ömerli Barajı uzun mesafeli koruma alanında yer alan yaklaşık 250 hektarlık bir alanın Biyoteknoloji İhtisas Organize Sanayi Bölgesi (OSB) olarak değiştirilmesine ilişkin kararın yürütmesinin durdurulması ve iptaline” ilişkin hukuk mücadelesini sürdüreceklerini belirtmektedir.