Son on senede ektiği nefret söylemleriyle toplumu ayrıştırma noktasına getiren iktidar şimdi süslü vaatlerle iktidarını korumak istiyor. Özellikle de Kürtler üzerinden seçim kazanımları önem kazanmış durumda. Kirli savaş döneminde başlayan ve birçok insanın ölümüne yol açan bu savaşta partilerin sloganları bu seçim dönemlerinde “Türkiye’nin bekası” olarak işlendi. Seçimi kazansalar dahi sorunlar daha da derinleşti. İktidarın gerçekçi, samimiyetten uzak ve güven vermeyen yaklaşımlarından dolayı ülke hızlı bir şekilde tepetaklak oldu. ‘Terörsüz Türkiye’ sloganı Adaletli ve Demokratik Türkiye sloganına devşirilmezse çok on seneler kaybederiz. Savaş tohumlarını ekerseniz savaşı yayarsınız, barış tohumları ekerseniz barışı yayarsınız. Yani ektiğinizi biçersiniz. Demokratik ve adaletli bir ortam Meclis’in ve halkın bir bütünlük sağlamasıyla olur. Halkı temsil etmek için göreve talip olanlar sorumluluklarını yerine getirmelidir.
Bugünlerde ise durumlar çok değişti. Rojava direnişi birçok tabuyu yıktı. Suriye’de hem batının müttefiki oldu hem de ivme kazanan Kürtlerin kendi birlikleri için toplantılar yapmasına vesile oldu, dünya kamuoyuna önemli mesajlar verdi. Daha doğrusu sorunları çözmek için barışı ve çözümü masaya taşıdı. İmralı görüşmeleri de bu gelişmeye katkı sundu ve nihayetinde tarihi bir kararla PKK silah bırakarak kendisini feshetti. Şimdi taşları yerine koyma zamanı geldi. Bu durumda şeffaflık ilkesi önem taşımaktadır. Meclis başta olmak üzere siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları, aydınlara ve akademisyenlere büyük bir görev düşmektedir. PKK’nin açıklamalarından rahatsız olan kesimlerin olması da normal. Açıklamanın en önemli maddesi 1921 ve 1924 anayasası vurguları. 1921 anayasasında Kürtler ve Türkler kurucu olarak tanımlanırlar. 1924 anayasasında bu yoktur. Musa Anter, Kürt dili ve haklarını savunurken yargılanır ve savunmasında şöyle der: “Kürtleri kurucu olarak görüyorsunuz ama ülkede azınlıkların haklarına dahi sahip değiliz, ben ne yapayım bu kuruculuğu.”
Tarihi çarpıtmadan neden ve sonuçlarını şeffaf bir biçimde ülke insanına anlatmak gerekir. Aydın ve akademisyen kişilere büyük görev düşüyor. 80’lerden itibaren başlayan bu kirli savaşta her iki tarafın da kayıpları oldu. Sorgulayan bir toplum olmadığımız için her asker ölümünden sonra “vatan sağ olsun” demekle daha fazla gençlerimizin ölüm haberleri geldi. Neden oğlum öldü diye sormayanlara kendi siyasi çıkarları için şehit aile derneklerini öne sürenler bu süreçte daha duyarlı olmalılar. Kürtleri yok sayan anlayıştır bu ölümler. “Dağ Türkleri, kart kurt ve Kürt dili ve Kürt diye bir halk yoktur” demekle sorun çözülmedi. Bunları söyleyenlerin bir özeleştiri vermeleri gerekiyor. Savaştan rant elde edenler bu durumdan çok rahatsızlar tabii ki.
Şimdi en zor zaman başlıyor. PKK taleplerini açıkladı. Top şimdi iktidarda, bakalım bu süreci nasıl yönetecekler. İlk başlama noktası siyasilerin ve hasta tutukluların serbest kalmasıdır. Anadil güvence altına alınmalı ve eğitim dili olarak kabul edilmeli, KHK, kayyum, cezasızlık gibi toplumun iradesini ve hukukunu gasp eden anlayıştan vazgeçilmelidir. Bu adımlar atılırsa diğer sosyal ve ekonomik sorunlar da çözülecektir.