Sırrı Süreyya Önder, 11 Ocak günü, belli ki “yüreği elinde”, Selahattin Demirtaş’ın ardından Kocaeli Cezaevi’nde tutuklu bulunan Figen Yüksekdağ’ı, Pervin Buldan ve Ahmet Türk ile birlikte ziyaret etmişti. Ziyaretin ardından Önder şöyle demişti:
“Yerine konulması imkânsız olan iki şey vardır: Yitip giden canlar ve zamandır. Bu çatışmalı süreçte hayatını, sağlığını kaybeden bütün şehitler ve gaziler, bütün ülkemizin onurudur. Onlara verebileceğimiz en büyük armağan, bu çatışmalı süreci sonlandırmak ve bunu bir barışla taçlandırmak olacaktır. Ondan sonra hayatta kalan herkese destek olmak, yaşamını yitirenlerin geride bıraktığı yoldaşlarına sahip çıkmak, hepimizin toplum olarak boynumuzun borcudur. Bu ciddiyet ve samimiyetle buradayız. Bu konuda yüreği yanan, bedel ödeyenler de bizleriz. Hepsinin acısını yüreğimizde hissediyoruz.”
Sırrı Süreyya Önder ayrıca şunu da eklemişti:
“Barışa gelince; barış, çocuklarımızın gözlerine bakarak kurmak zorunda olduğumuz bir şeydir. Çocuklar, hiçbir dahilleri olmadığı bir çatışmalı mirası hak etmiyor. Sorumluluğumuz, onlara barış içinde bir ülke bırakmak.”
Tarihi günler yaşanıyor… PKK, fesih ve silahsızlanma kararı aldı. Sırrı Süreyya Önder’in barışa dair umudu, çabası hiç de boşa değilmiş. Elbette bu, yolun belki de ilk adımı… Bu yol büyük ihtimalle pek çok siyasi çıkar için kullanılmak istenecek, birçok zorlukla örülecek. Ancak Önder’in dediği gibi; çatışma değil, barış çocuklarla çok ilgili… Onların yüzlerine, gözlerine bakarak kurulması gereken bir şey… Onların sesini duyarak, onlarla birlikte büyüterek, onlarla birlikte kalıcılaştırarak…
Bir önceki süreçten öğrendiklerimizin başında size de barışın toplumsallaşması için daha fazla çaba göstermemiz gerektiği gelmiyor mu? Barışı daha çok kişiyle konuşup, onun hakkında daha çok yazsaydık, onu daha çok anlatsaydık, başkalarını daha çok dinleseydik, belki de o zaman Türkiye’de demokrasi, özgürlük, bir arada yaşam sadece güçlü bir ihtimal değil ihtimalin de ötesinde bir gerçeklik hâline gelebilecekti. Bu da adaletin, hukukun üstünlüğünün ve demokrasinin inşası için hepimize güç katacaktı. Ne yazık ki olamadı ve Sırrı Süreyya Önder’in dediği gibi, hemen sonrasında yerine konulması imkânsız olan iki şeyi kaybettik: Çokça zaman ve çocuklar da dahil, çok fazla can…
İşte şimdi yeniden bu ihtimalin peşinden gitmek zorundayız. Barışın kalıcılaşması ve bunun demokratik, özgür bir Türkiye ile birlikte gerçekleşmesi bizim de elimizde. Uzakta durarak, uzaktan bakarak, uzaktan konuşarak; “olmaz”lara, “ama zaten”lere, “kötücül kurgulara” yenilerek ya da onunla zaman kaybederek değil… Barışın öznesi hâline gelerek; demokrasi ve özgürlük için ortak kuvvetimizin farkına vararak ve inatla…
Sırrı Süreyya Önder’in dediği gibi, bunu çocuklar için yapmak zorundayız. Hem büyük acılar ve kayıplar yaşamış geçmişin çocukları için hem bugünün, hem de geleceğin çocukları için…
Dünyada yaşanan çatışma dönemlerinin barışa evrilme süreçlerinde, çocukların odağa alınmasıyla ilgili ilham verici pek çok örnek var. Türkiye’de de Rengarenk Umutlar Derneği, GİYAV gibi bu meseleye kafa yoran kuruluşlar ve kişiler mevcut. Şimdiden bu ihtimalin peşinden giderken, çocuklara da odaklanmak gerekiyor. Önder’in dediği gibi, yerine konulması imkânsız olan iki şeyden biri zaman ve bu kez gerçekten kaybetmememiz gerekiyor…
Boşluğu hiç doldurulamaz Sırrı Süreyya Önder’e sonsuz saygıyla…