• İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
17 Mayıs 2025 Cumartesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
ABONE OL!
GİRİŞ YAP
Yeni Yaşam Gazetesi
JIN
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Yeni Yaşam Gazetesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Ana Sayfa Kültür

Xelîl Xemgîn: Önderliğin mektubu manifestom oldu

17 Mayıs 2025 Cumartesi - 00:00
Kategori: Kültür, Manşet, Söyleşi
Xelîl Xemgîn: Önderliğin mektubu manifestom oldu

Sanatçı Xelîl Xemgîn ile 50 yıllık mücadele döneminin sanatını ve Abdullah Öcalan’la bağını konuştuk:

Egid’in şehadeti üzerine Serxwebûn özel bir sayı yayımlandı. Tüm yazılar Önder Apo’nun elinden çıkmıştı; adeta Derwêşê Evdî ya da Mem û Zîn destanı gibi yazılmıştı. Önder Apo, o dönem biz sanatçı grubuna bir mektup gönderdi. O mektubun içeriğini şimdi anlatsam, sayfalar yetmez! Önderliğin o mektubu tüm sanat ve yaşam yolculuğumu şekillendirdi

Mahsum Sağlam

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın tarihi “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”nın anlam itibariyle yankısı devam ediyor. Birçok kesim 27 Şubat’ta deklare edilen asrın çağrısını yeni bir dönemin başlangıcı olarak değerlendirirken, yarım asırlık mücadelenin halkın üzerinde yarattığı manevi, düşünsel ve kültürel etkiyi irdelemeye, tanıklıklarıyla konuşmaya devam ediyoruz.
Şüphesiz bu 50 yıllık mücadelenin en etkili örgütleme aracı olarak kültürel ve sanatsal çalışmaların yarattığı etki mücadelede önemli rol oynadı. Kültür-sanat çalışmalarında halkın gönlünde büyük bir yer edinen “Çerxa Şoreşê”, “Ez ne teyrim birano Partizanim” gibi birçok unutulmaz şarkıya imza atmış sanatçı Xelîl Xemgîn ile devrimci kültür-sanatı, anılarını, şarkıların hikayelerini ve çağrıyı konuştuk.

  •  Kürt sanatında aktif olarak uzun dönemdir yer alıyorsunuz ve bu yolda birçok süreci yaşayarak sanatınızı icra ettiniz. Birçok insan tanıdınız ve şarkılarınızda bu halkın duygularına tercüme oldunuz. Bu serüveni nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sorunuza yanıt vermeden önce, güncel konu hakkında düşünce ve inancımı birkaç cümleyle ifade etme ihtiyacı hissediyorum. İnsanlık tarihinde, en karmaşık ve zor dönemlerde, olağanüstü niteliklere sahip kişiler ortaya çıkmış ve toplumu karanlıktan aydınlığa taşımışlardır! Akıl, düşünce ve fikir gücüyle insanlığı uyandırmış, harekete geçirmiş ve çözüme ulaşmak için bir yolculuğa çıkarmıştır. Tüm peygamberler, liderler, filozoflar ve “yeni yaşam” yaratıcıları bu şekilde ortaya çıkmıştır. Toplumların ya da milletlerin tarihinde, bu düşünce ve fikir gücüne sahip olağanüstü kişiler, bir yüzyılda ya da iki yüzyılda bir, doğa yasası gibi dünya sahnesine çıkar ve dönemine damgasını vurur! İnsanlık tarihine bakıldığında, Rêber Apo büyüklüğünün ne olduğu anlaşılır! Bana göre, Rêber Apo da düşünce, felsefe ve eylemleriyle bu olağanüstü kişilik özelliğine sahiptir. Eğer sadece Rêber Apo’nun son 50 yıldaki faaliyetlerini değerlendirirsek, başlangıcından bugüne kadar, onun kişiliğindeki olağanüstü büyüklüğü ve gücü kolaylıkla görebiliriz.

Elbette, 50 yıl öncesinde de Kürt kültürü ve sanatı vardı ve aktifti. Kürt halkı yüzyıllar boyunca her zaman ayaklanmış, anlaşmalar yapmış, çeşitli siyasi ve örgütsel yapılar kurmuş ve direnmiştir. En son ayaklanma, Rêber Apo önderliğindeki devrimdir. Bu devrimin önceki devrimlerden ayıran en temel farkı, her alanda çağdaş, yapıcı ve profesyonel bir hareket olmasıdır. Devrimin manifestosunda, toplumsal, siyasi, sosyolojik ve diğer tüm konular kaydedilmiştir. Bu soruların yanıtları o manifestoda açıkça belirtilmiştir. Demem o ki; kültür ve sanat çalışmaları da bu manifestonun bir parçasıdır. Kürt halkının tarihinde ilk kez, kültür ve sanat çalışmaları örgütlü ve hareketli bir şekilde halkı için mücadeleye aktif katılarak rolünü oynuyor. Bizden daha önce halkın kültür ve sanatını harekete geçirecek kimse yoktu… Kültürel kurum ve kuruluşların oluşturulması, çeşitli örgütlenmeler, kültür ve sanat faaliyetleri büyük bir canlanma yarattı. Bu, halka moral ve motivasyon sağladı.

  • Kürt özgürlük mücadelesiyle ne zaman ve hangi koşullarda tanıştınız? Bu serüveninizi biraz anlatır mısınız?

1978’de, gençlik yıllarımda Özgürlük Hareketi’yle tanıştım. (Zaten birkaç ay sonra özgürlük hareketi, Kürdistan İşçi Partisi – PKK adıyla kuruluşunu ilan etti.) Arabistan çöllerinde, göçmen işçiler olarak yaşam mücadelesi veren küçük bir gruptuk; 4-5 arkadaştık. Özgürlük Hareketi’nin güçlü heyecanı bizi bir araya getirmişti. Grubumuz küçüktü ama anlamlıydı. Yanlış hatırlamıyorsam, 3’ü Bakûr (Kuzey Kürdistan) 3’ü Rojava’dan gelmişti. İlk kez vatanımızın iki parçasından insanlar aynı fikir ve iradeyle bir araya geliyordu! Özgürlük Hareketi’nin gönüllüleri olarak, birkaç yıl boyunca hareketle resmi bir bağ kurulmadan, çok kısıtlı imkanlarla, birkaç kitap ve gazeteyle grubumuzu büyütme çabasına girdik. Aynı zamanda, şarkı söyleme ve sanat yaratma faaliyetleri, o koşullarda, grubumuzun işçiler arasındaki bağlarını genişletmek için kolay bir fırsat sunuyordu. 12 Eylül’ün gelmesiyle birlikte, zindandaki direniş her yere yayıldı. Yanlış hatırlamıyorsam, 80 veya 81’de, Taceddin adında bir arkadaş “Vayê Xortên Kurd Rabû” adlı bir şiir yazmıştı. Birlikte sözler ve melodi üzerinde çalıştık ve düzenlediğimiz toplantılarda, şevberklerde bu şarkıyı söylüyorduk. Zindan direnişleriyle birlikte şarkının adını değiştirdik ve “Vayê PKK Rabû” dedik. Ayrıca, şarkılarımızı kaydetmeye ve çevremize yaymaya karar verdik. O yıllarda, yanlış hatırlamıyorsam, amatör bir şekilde 5-6 kaset kaydettik. O zorlu şartlarda, çalışmalarımız ve yaratımlarımız ne kadar amatör olsa da, kaydettiğimiz eserler insanların dikkatini çekiyordu…1983-84’te artık örgütle bağlarımız kuruluyordu. Önder Apo ile görüşmeler, yeni bir milat anlamı taşıyordu! Analizleri, önerileri ve eleştirileri okuyup incelediğimde, hızla anladım ki benim için yeni bir milat başlamıştı! 1985’te diaspora alanına geçtim ve bugüne kadar mücadelemi bu alanda sürdürüyorum.

  •  27 Şubat’ta açıklanan “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nı nasıl karşıladınız. Sizde nasıl bir duygu yarattı ve bu çağrı konusunda düşünceleriniz nelerdir? Çağrıdan sonra bazı kaygılı yaklaşımlar oldu, buna dönük ne söylemek istersiniz?

Önder Apo’nun Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nı yukarıda da ifade etmiştim. Önder Apo anlayışı, doğa sistemi gibidir! Önder Apo’nun düşünce ve fikir çizgisi, kendine özgü bir sistem ve eşsiz bir güce sahiptir. Dünyadaki tüm güçler, barış isteyen tüm toplumlar, dünya çapındaki bilim insanları, filozoflar ve sivil toplum kuruluşları bu çağrıyı olumlu karşılamış ve değerli bir adım olarak değerlendirmiştir. Dünyanın birçok merkezinde günlerce bu çağrı tartışılmış, yankı uyandırmış ve birçok hegemonik güç, Barış ve Demokratik Toplum çağrısına olumlu bir tavır sergilemiştir. Ulusal düzeyde, Kürtlerin birliği sorunu var. Yanlızca Önder Apo anlayışıyla Kürt siyasetinin birliğini sağlayabilir. Önder Apo, eşsiz çabalarıyla ulusal birliğin, Kürtlerin birliğinin kurulmasının önemini vurgulamıştır. Ayrıca, dört parça Kürdistan’daki ve diasporadaki Kürt halkının çoğunluğunun tavrı Önder Apo’nun yanındadır. Türkiye ve bölgedeki tüm demokratik örgütler ve kuruluşlar Önder Apo’nun çağrısının arkasındalar. Önder Apo’nun çağrısı bir beyandan çok daha fazlasıdır; çağın manifestosudur. Demokratik bir mücadele atılımını başlatmanın, toplumun demokratikleştirilmesinin başlangıcıdır! Halkımızın bu adımın önemini ve özelliğini iyi anlaması ve kavraması gerekiyor. Önder Apo’nun mücadelesi, Kürt halkının içinde bulunduğu durumu eleştirmekle başladı. 50 yıl boyunca kendisine, örgütüne ve toplumuna büyük eleştiriler yaptı. Önderliğin eleştirilerinden herkes payına düşeni aldı! Ancak, halkımızın Önderliği anlama ve kavrama düzeyi ne yazık ki hala zayıf. Yani, Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nı sadece bir çağrı olarak görmemeliyiz, çünkü bu çağrının içeriğinde çağın yeni manifestosunu barındırdığını anlıyoruz. Ortadoğu’da 3. Dünya Savaşı yürütülüyor ve bu savaşın merkezi Kürdistan’dır. Küresel gelişmeler, mevcut konjonktür, dengelerin dönüşümü söz konusu, Önder Apo burda büyük bir müdahale geliştiriyor. Bu, tamamen önderliğin müdahalesidir. Bu müdahalenin kapsamı Kürdistan’ın tüm parçalarını kapsıyor, sadece PKK ve silahlı mücadeleyle sınırlı değil. Önder Apo’nun müdahalesini iyi anlamalı ve gerekliliklerini hızla yerine getirmeliyiz…

Elbette, karşı olanlar da olacak, anlamayanlar da var, tepki gösterenler de olacak, çıkar peşinde olanlar da var. Ancak önemli olan, yurtsever ve fedakâr halkımızın bu süreci Önder Apo’ya duygusal bir şekilde yaklaşmamasıdır. Amaç, mevcut tüm değerlerin daha yüksek ve üst bir düzeye taşınmasıdır. Kuşkusuz, devletin yeni sürece yaklaşımı, devletin-hükümetin dili ve tarzı değişmedi. Kürtler üzerindeki savaş askeri açıdan yoğunlaştı, tutuklamalar, zorbalık, kayyımlar ve işkence durmadı. Bu da Türk devletine karşı güvensizlik ve samimiyetsizlik algısına neden oluyor. Ancak, barış ve demokrasi mücadelesinde, karşı sistemden dürüstlük ve samimiyet beklenmemelidir.

  •  Bazı eserleriniz hikayesi var. Özgürlük mücadelesinde yaşamını yitirenleri yad ediyorsunuz ve birçok tarihi olayı dile getiriyorsunuz. Halka mal olan bu eserlerinizin mücadeleye etkisini nasıl görüyorsunuz?

Evet, ben de eserlerimizin halka mal olduğuna inanıyorum. Zaten yaratıcılıktan kastım da buydu! Başlangıçtan bugüne kadar, şarkılar, eserler ve sanatsal yaratımlar, şüphesiz devrimin cefası ve emeğine dayanıyor. Devrim şarkılarının tarihi bildiğim kadarıyla, 1980-81’de “Vayê PKK Rabû” ve “Çi Reş û Tarî Ev Zîndana” ile Mazlum, Kemal, Hayri ve Ferhatların direnişi üzerine başladığını düşünüyorum. İlk adımdan itibaren, zihnimde ve fikrimde, şarkı söyleme, sanat yaratma ve sanatsal faaliyet, propaganda eserlerinin ötesinde, halkımın yaşamını kalıcı kılmak ve yazmaktı. 1986’da, Ş. Egid’in anısına “Ey Botan” adlı bir eser yarattık. Bu eserin bir hikâyesi ve serüveni var. İzninizle, bu serüveni birçok kez anlattım, ama kısaca tekrar etmek istiyorum. O dönemde Özgür Basın ve medya yoktu, imkanlar çok kısıtlıydı. Sadece partinin “Serxwebûn” adlı gazetesi vardı. Egid’in (Mahsum Korkmaz) şehadeti üzerine özel bir sayı yayımlandı. Tüm yazılar Önder Apo’nun elinden çıkmıştı; siyasi bir makale ve değerlendirmeden çok, adeta Derwêşê Evdî ya da Mem û Zîn destanı gibi yazılmıştı. 1986 Mayısı’nda Egid’in şehadeti duyuruldu ve bu, kitleler üzerinde büyük bir etki yarattı. Aynı dönemde, Önder Apo, biz sanatçı grubuna bir mektup gönderdi. O mektubun içeriğini şimdi anlatsam, sayfalar yetmez! Ancak kısaca şunu söyleyebilirim: Mektupta, sanatsal faaliyet, şarkı, müzik, destan ve sanatçı, kimdir, nedir, nasıldır, sanatçının ahlakı, edebi, terbiyesi, anlayışı ve zekası derinlemesine değerlendirilmişti. Öngörülü perspektifler ve öğütlerle dolu bu mektup, bizim için bir manifesto oldu. Benim için, devrimin ilk manifestosu, halkımın devrimine katıldığımda okuduğum manifestoydu. İkinci manifesto ise Önderliğin o mektubuydu. Artık bu, benim için sanat ve sanatçılığın eğitim, güç ve şevk kaynağı oldu. Her şey bu temelde, sanatla yolculuğumda şekillendi.

Egid anısına yaptığımız eser, bizim için yeni bir adımdı. Zorlu koşullarda, çok kısıtlı imkanlarla, Ş. Mizgîn ve Seyitxan arkadaş ile 7-8 ay çalışarak sonuçlandırdık. O eserimizde, devrimin kültürel çizgisi ortaya çıktı. Artık nasıl bir sanat, ne için ve kimin için sanat yaratacağımızı biliyordu. Kuşkusuz, bu eserimiz halk üzerinde büyük bir yankı uyandırdı. Bugün bile, bu eserin melodisi ve sözleri bir tarihi anlattığı için hâlâ dillerde. Elbette, iyi anlıyorum. Yarattığımız sanatın toplum üzerindeki etkisi ne kadar büyük olduysa, tüm şarkıların yaratımında edebiyat, estetik ve duygu kadar gerçeklik ve hakikat de temel oluşturuyor. Ruhta yaşamadığım bir şarkıyı bilemem ve söyleyemem. Şehitler için söylediğim, halkın diline yerleşen birçok şarkı var. Kuşkusuz, bazı şehitlerle yaşamadım, doğrudan tanışmıyorum, bazılarıyla da bire bir yaşadım. Ama yukarıda dediğim gibi, ruhumla, düşünce ve fikrimle onlarla yaşadım. Aksi halde, bir şarkıyı duygularla oluşturmak mümkün olmazdı! 1992’de “Ez Şehîd” albümünü hazırlıyordum. Bir şehidin babası, tanımadığım biri, sanırım Amed’liydi, bana bir mektup göndermişti. Albümün stüdyo çalışmasındaydım. Oğlunun şehadeti üzerine çok duygusal bir şekilde yazılmış bir mektuptu. Mektubu okuduğumda çok etkilendim. Ertesi gün stüdyoya gittiğimde, içimdeki tüm duygular ne dediyse, şiir yazmadan, melodi oluşturmadan, o anda hissettiklerimi kaydettim. Sonuçta “Mihemedo” şarkısı ortaya çıktı. Aynı mantıkla diğer şarkıları da çıkardık. Kısa sürede bu şarkı halkın diline yerleşti.

1970’lerde, henüz çok gençken, Nurî Dersimî’yi amcamın yanında iki kez gördüm. O küçük yaşta, “De Were Lê” şarkısını onun ağzından melodi olarak aldım. Eğer söylediğimiz tüm şarkıların hikâyesini anlatsam, bu röportajın konusunun dışına çıkar. Ancak kısaca değineyim. Marşlardan, güzel stranlara, devrimci şarkılara kadar bu konu çok uzar. 1988’de, “Çerxa Şoreşê” marşı, aslında benim tasfiyeciliğe ve dar anlayışlı zihniyete karşı isyanım ve direnişimdi! Bu şarkı çok yayıldı, Kürt halkının mücadelesinde sembolik bir yer edindi. Kürt halkının dostları, Avrupa’da, Latin Amerika’da, birçok ülkede bu şarkıyı çevirdi ve Kürt devriminin sembolü olarak söylüyor. Ama sadece bu değil, ülkemizde ve hatta Almanya gibi bazı ülkelerde bu şarkı, insanların cezalandırılmasına ve hapse atılmasına neden oldu. Bunun dışında, şehit merasimlerinde ağıt yerine isyan ve direniş çağrısı haline gelen şarkılar var. Ama kuşkusuz, bu konuda beni üzen birçok şey de var, beni daraltan birçok olay da aklıma geliyor. Örneğin, birkaç tane sayayım: İnsanlar, şarkılarımı dinlediği için suçlanarak yıllarca hapis yattı. Gerillalar, şarkılarımın sesiyle şehadet eylemlerine gitti. “Güneşimizi karartamazsınız” eylemlerinde vasiyet bırakanlar oldu: “Eylemimi Önder Apo üzerindeki tecride son vermek için yapıyorum, Xelîl Xemgîn benim şehadetim için bir şarkı söylesin!” Son olarak, bir hafta önce… 30 yıl hapis yatan bir yurtsever, “demans” hastalığı nedeniyle hapisten serbest bırakıldı. Bu ağır bir hastalık; bu kişi artık kimseyi, hatta çocuklarını bile tanımıyor, sadece Xelîl Xemgîn’in adını biliyor. Onu tanımıyorum, sadece çocuklarını yurtdışında tanıyorum. Hapisten çıktıktan bir ay sonra, bir hafta önce hayatını kaybetti. Kuşkusuz, bu tür durumlar, sorumluluk yükünün yanı sıra, duygusal olarak insanı çok zor bir duruma sokuyor. Ben bir birey olarak bu tür serüvenlerden dolayı büyük duygusal zorluklar yaşıyorum.

  •  Birlikte çalıştığınız ve mücadelede yaşamını yitiren bazı sanatçılar oldu. Bunlardan bahsedebilir misiniz?

Evet, kültür ve sanat çalışmalarını birlikte yürüttüğümüz yoldaşlarımız oldu: Başta Ş. Mizgîn (Gurbet Aydın), Hozan Çiya, Hozan Serhat, Hozan Dilgeş, Aramê Tigran ve yüzlerce kültür-sanat emekçisi ve üyesi olan kişiler var. Kültür alanından devrimin saflarına katılan kişiler oldu; bunların çoğu büyük partizanlar oldu ve şehadet mertebesine ulaştı. Şehit Sefkan (Celal Ercan), 16 Nisan 1985’te şehadete ulaştı. Sefkan’ı görmedim, ama onun ve Mizgîn’in kurduğu çalışma alanına katıldım. Ş. Sefkan, kısa sürede, ne kadar devrimci bir sanatçı olduğunu, devrim ilmi ve bilgisiyle kendini donattığını, yiğit bir militan olduğunu göstermişti. Kısa süren çalışmasında, kurumsallaşma ve inşa alanında değerli ilkeler ve devrimci prensipler oluşturmuştu… Sanat alanında, kısa süresine rağmen yarattığı eserler, daha çok Türkçe olsa da, Kürt kültürünün duygu ve formlarını taşıyordu. Sadece bir albüm yaratabildi, ama bu çalışması devrim tarihine yazıldı.

Ş. Mizgîn, zaten Ş. Sefkan ile kültür ve sanat çalışmalarına başlamıştı. Onunla 3 yıl boyunca ortak ve kolektif çalışmalarımız devam etti. Mizgîn heval, yönetim düzeyinde yer alıyordu. Birlikte birçok eser yarattık. Ancak kültür ve sanat çalışmalarını kendi anlayışına yeterli görmedi ve 3 yıl sonra bu alandan ayrıldı. Ş. Mizgîn’in sanatta özel yetenekleri vardı; güzel bir sesi ve özel duyguları vardı. Birçok şarkısını kendisi yazmış ve bestelemişti. Ama ne yazık ki, kültür ve sanat çalışmalarını kendisi için yeterli görmedi.

Hozan Çiya, iki yıl boyunca Hunerkom çatısı altında, Koma Berxwedan’da yer aldı. Çiya, yaratıcılık açısından çok zeki bir yoldaştı. İki yıl sonra, Mizgîn gibi, kültür çalışmalarından halk çalışmalarına geçti. 1997’de Hewlêr katliamında, Çiya’nın da o katliamda şehadete ulaştığı tahmin ediliyor.

Ş. Hozan Serhat, 1992’den 1997’ye kadar aynı çalışmada birlikte çok çalıştık. Ş. Serhat, yeni nesilden gelip çalışmalarımıza katılmıştı. Taze bir gençti, yeteneği göz önündeydi, sanatta biraz eğitimi vardı, çok zeki ve yetkin biriydi. Metropollerde büyüdüğü için, toplumsal sistemimize uyum sağlamakta biraz zorlanıyordu. Ama sanat açısından, hızla değişiyor ve öğreniyordu. Ş. Serhat’ın güzel bir sesi ve eşsiz bir yeteneği vardı. 22 Temmuz 1999’da Botan bölgesinde Türk devletinin eline esir düştü ve Elkê-Çêlê dağlarında katledildi. 30 yıldır hapiste olan yoldaşlarımızdan Türkan İpek (Dilar) var; güzel bir sese ve eşsiz bir yeteneğe sahip. Ne yazık ki, 30 yıldır hapiste ve hâlâ serbest bırakılmadı…

  •  Yıllardır devrimci kültür-sanatta yer alan biri olarak bu konuda yaşanan eksik ve yetersizlikler nelerdir?

Tarihsel bir serüveni ve olayları kolayca ifade etmek mümkün değil! Post-modern çağda, popülist kültür hâkim; hayatın her alanını etkiliyor, toplumu altüst ediyor. Popülizm her alanda egemen. İnsanların hafızasını yok ediyor. Genel olarak toplumda bir erozyon yaşanıyor… Biliyorum, sorularınıza göre tüm başarıları ve becerileri değerlendirmeye çalıştım. Ama bu başarılar ve değerler hangi bedellerle yaratıldı? Hangi aşamalardan ve dönemlerden geçti? Engeller ve zorluklar nelerdi? Bunları hiç dile getirmedim ve getiremem de! Kendi eksikliklerimi ve yetersizliklerimi hiç söylemedim! Keşke sorularınız arasında eksikliklerim ve yetersizliklerim hakkında da bir soru olsaydı!

Nasıl eserlerimizin her birisinin bir hikayesi var ise, her çalışmamın altında da kendime has bir hikaye de var! Adeta bir eser mahyesinde kendim için bestelenmişim! Kendi kendime o (eser ve hikayelerle) besleniyorum… Kendi konumumu düşündüğüm zaman, daha büyük eserleri neden üretmedim? Zorlukları neden aşamadım? Direnmeyi neden yükseltmedim? Neden isyan etmedim?… Elbet bu soruları hep kendime sormuştum! Ve halende kendimi hep sorgularım.

Özgürlük mücadelesinin karşıtları, sözde “aydınlar ve entelektüeller,” bize hep şu eleştiriyi yapar: “Siz Öcalan’ın müritlerisiniz.” Kuşkusuz, biz onlarla dalga geçiyoruz. Ama bu eleştiri üzerine düşünmedik değil. Biraz müridlik tarihini de biliyorum… Peki, neden bu çevreler bizi “mürid” olmakla suçluyor ya da eleştiriyor?

Aslında, derinlemesine düşününce, evet, bizde böyle bir şey var! Öcalan’ın mektubu (risalesi), insanlığın ilerlemesi için bilimsel, felsefi ve bilgiye dayalı bir yöntemdir. “Müridlik” Öcalan’ın fikriyle çelişir! Asıl mesele okumak, anlamak, kavramak ve hareket etmektir. Ama kendimize dönüp baktığımızda, evet, “Yaşasın Önder Apo” diyoruz, ama Önder Apo’nun biliminden ve felsefesinden kendimizi mahrum bırakmışız. Hele kendine “ben devrimin hunermendiyim, devrimin sanatçısıyım” diyen insanın hiç mi bilim ve felsefeye ihtiyacı yok? Devrimin sırtında taşıdığı sanatçı ünvanını almış ama ne sanatta doğru dürüst kendini geliştirdi ne de paradigmayı kavradı, her şeyi sloganla götürmeye çalışıyor.

Okumuyoruz, kendimizi eğitmiyoruz, hafızamızı korumuyoruz! Kupkuru, dürüstçe, duygusal ve biraz da mecburiyetten mevzimizi koruyoruz. “Apocuyuz” diyoruz, ama etrafımız okumayan, doğru dürüst kendini eğitmeyen, önderliği anlamayan, gündemi takip etmeyenlerle dolu… Evet, bu durumda insan “bunlar mürid” diyebilir. Toplumun eğitimi her şeyden önemlidir! Herkes hatırlar, Önder Apo, en zor ve imkânsız dönemlerde yazılar, kasetler ve videolarla halkı ve toplumu eğitti. 1995 ve sonrasında Med TV, toplumun eğitiminde öyle bir rol oynadı ki, gerçekten eşsizdi. Şimdi iletişim ve basınımız o kadar büyüdü ki, onlarca TV kanalı, gazete, dergi ve kurum kuruldu. Ama inancım odur ki, toplumun eğitimi konusunda, bir dönem Med TV’nin yaptığı kadar eğitim yapılamıyor. (Özgür Basın kurumları ve çalışanları benden alınmasın, basın emeklerini inkâr etmiyorum… Amacım toplumun eğitimi.)

  •  Abdullah Öcalan’ın kültür çalışmlarındaki etkisinden bahsettiniz. Biraz bunu açabilir misiniz? Abdullah Öcalan’ın bu konuda yaklaşımı nasıldı?

Devrimin planlamasında, kültür ve sanat cephesi stratejik bir alan olarak belirlenmiştir. Bu mücadele cephesinin kuruluşundan itibaren kendi paradigması, çizgisi ve politikası vardır; Önder Apo tarafından belirlenmiştir… Kurumlar, kuruluşlar, gruplar ve topluluklar bu paradigma üzerine inşa edilmiştir. “Kuruluş” döneminde, değerli miraslar ve büyük bedellerle kalıcı değerler yaratılmıştır… Elbette, Önder Apo’nun direktifleriyle, kültür çalışmalarının yolu ve yöntemi açılmıştır.

Kuşkusuz, şimdiki nesiller bunu bilmiyor ve görmüyor. Yani, hep Önder Apo’nun emek ve çabalarından bahsediyoruz; bu bir slogan ya da “müridlik” değil! Kısa bir örnek vereyim: Kuruluş döneminde, kültür ve sanatta hepimiz amatör ve cahildik. Halkın karşısına çıkıyor, sahnede ne yapacağımızı, nasıl davranacağımızı bilmiyorduk. Kıyafetlerimizi bile estetik bir şekilde nasıl giyeceğimizi bilmiyorduk… Önderlik, kıyafetlerimizden yüzümüzün estetiğine kadar her şeyi değerlendirme konusu yapar, bizi bu konuda eğitirdi!

1990-97 yılları arasında, kültür-sanat politikası adım adım gelişme gösterdi, sanat toplumu genişledi, kültürel faaliyetler anlamlı ve yüksek bir düzeye ulaştı. O yıllarda çalışmalarımız zirve yapıyor, üstün bir konumdaydı. Devletin kurumları, örneğin TRT, Koma Berxwedan’ın albümlerini, aslen Kürt olan sanatçılar aracılığıyla birer birer Türkçe’ye çeviriyor ve TRT’de yayınlıyordu…

Eğer insan tarihsel gerçeklere dayanmazsa, gerçekleri ve hakikati net bir şekilde ifade edemez! Biz, dünyada eşi benzeri olmayan bir kültürel soykırım altında olan bir halkız. Her yönümüz ağır yaralar ve tahribatlar içinde direniyor. Dünyada böyle bir kültür örneği yoktur. Halkımızın devrimi hangi sınıf, tabaka ve toplumsal kesimlerden mücadeleyi başlattı, bellidir. Özgürlük Hareketi, başlangıcından itibaren, doğal olarak farklı zihniyetleri bünyesinde barındırdı. Önder Apo ne kadar kolektif ve birleşik bir zihniyet için mücadele verdiyse de, açıkça görülüyor ki, hepimiz kendi zihniyetlerimizde ısrar ettik. Ben buna “dar anlayışlı zihniyet” dedim. Dar anlayışlı zihniyetin mantığında stratejik bir yaklaşım yoktur. Kültür ve sanat, sadece kullanılacak bir araç ya da bahane olarak görülür; hem de masrafsız, değersiz bir araç! En kötüsü, bu zihniyet örgüt içinde kabul edilip yayıldığında, hiçbir güç ve kuvvet bu yaklaşımı değiştiremez. “Kültür ve sanatla maddi kazanç elde edilebilir, propaganda ve ajitasyon yapılabilir, günlük ya da geçici ihtiyaçlar için kullanılabilir, kapıyı açan bir anahtar gibi görülebilir, kaldırılıp indirilebilir…”

Bu zihniyet, devrimimizin içinde eskiden beri var. Önder Apo, Roma sürecinde, biz kültür ve sanat emekçilerini uyarmıştı. Şöyle demişti: “Kültür ve sanatınızı iyi harekete geçirin, bugüne kadar büyük zorluklarla bu cepheyi korudum, ben olmasaydım bu kadar direnemezdiniz…” Asıl mesele, büyük depremden sonra küçük sarsıntılar, yani “artçı depremler,” kültür ve sanat üzerinde sistematik olarak devam etti.

Bir örnek vermek istorum. 2002 de arkadaşım Hekim Sefkan’ın yazdığı ve müziğini kendim yaptığım “Roja Me” adlı bir çalışmam oldu. Her açıdan zor bir süreçti, zor şartlardan ve imkansızlıkların içinde, bilinen sanatçı arkadaşları da bu çalışmaya katarak “Hun Nikarin Roja Me Tarî bikin” ismiyle müthiş bir eser ortaya çıktı. Hedefimiz klibin 15 Şubat’ta yayınlanmasıydı. Yetiştirildi geldik tam 15 Şubat’a, karşımıza O “zihniyet” çıktı! O gün çalışmanın yayınlanması bizim için bir klipten ziyade, bir eylemdi! İnatlaştık, tartışmaların tansiyonu yüksekti.
2003-4’te artık kurumlarımız ve kuruluşlarımız erozyona uğruyordu. İçerik boşalıyordu, ihtiyaçlar ve talepler artıyordu, sorun zincirleri boğucu bir seviyeye ulaşıyordu ve ufukta çözüm görünmüyordu… Yıllarca mevcut değerlerden, sermayemizden yedik, bugün bu noktaya geldik!

2007-8’de tamamen ikna oldum ki, kültür ve sanatımız, Önderlikle birlikte esaret ve tecrit altında! Aksi halde, uluslararası komplonun Kürt halkının başına getirdiği felaket, bizim başımıza gelen trajedi, ateş çemberine alınmış bedenler, yaşanan tüm olaylar ve gelişmeler, çağın binlerce kahramanı ve kurbanı… Kültür ve sanat için ilham kaynağı değil miydi? Önderlik, sanatı ve sanatçıyı her zaman toplumun vicdanı olarak tanımladı! Ne yazık ki, sanatçıların vicdanı hâlâ biraz bulanık! Nelson Mandela döneminde, o zamanlar daha çok gençtim, iyi hatırlıyorum. Dünyanın sanatçıları dünyayı sarsıyor, insanlığın beyin hücrelerini ve vicdanını ayağa kaldırıyordu… Ama biz? Bu sorunun açıklamasını yapamıyorum, gerçekten.

PaylaşTweetGönderPaylaşGönder
Önceki Haber

Hapishanelerde sessiz bir ölüm rejimi: Barışa karşı örülen duvar

Sonraki Haber

Pestisit: En çok yoksullar zehirleniyor

Sonraki Haber
Pestisit: En çok yoksullar zehirleniyor

Pestisit: En çok yoksullar zehirleniyor

SON HABERLER

Zeynep Celaliyan’ın tedavi hakkı engelleniyor

Zeynep Celaliyan’ın tedavi hakkı engelleniyor

Yazar: Yeni Yaşam
17 Mayıs 2025

TJA: Öz savunma hakkımızı geliştirerek cevap vereceğiz

TJA’dan yeni dönem mesajı: Özgürlük yürüyüşümüzü sürdüreceğiz

Yazar: Yeni Yaşam
17 Mayıs 2025

Mexmur Kampı’nda eylemler 3’üncü gününde

Mexmur Kampı’nda eylemler 3’üncü gününde

Yazar: Yeni Yaşam
17 Mayıs 2025

Şiyar Be Platformu: Uyuşturucuyla mücadelede toplumsal seferberliği canlandıracağız

Şiyar Be Platformu: Uyuşturucuyla mücadelede toplumsal seferberliği canlandıracağız

Yazar: Yeni Yaşam
17 Mayıs 2025

Dörtlerin koğuş arkadaşı: Onlar yolu açtı, mücadeleye öncülük etti

Dörtlerin koğuş arkadaşı: Onlar yolu açtı, mücadeleye öncülük etti

Yazar: Yeni Yaşam
17 Mayıs 2025

Hakan Öztürk: PKK sosyalizm hedefini tekrar ortaya koydu

Hakan Öztürk: PKK sosyalizm hedefini tekrar ortaya koydu

Yazar: Yeni Yaşam
17 Mayıs 2025

Dêrsim’deki anmaya çağrı: Onlar barış mücadelesinin sembol isimleri

Kaytan ve Altun Amed’de anılacak: Değerlerimize sahip çıkacağız

Yazar: Yeni Yaşam
17 Mayıs 2025

  • İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
yeniyasamgazetesi@gmail.com

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

E-gazete aboneliği için tıklayınız.

Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Tümü
  • Güncel
  • Yaşam
  • Söyleşi
  • Forum
  • Politika
  • Kadın
  • Dünya
  • Ortadoğu
  • Kültür
  • Emek-Ekonomi
  • Ekoloji
  • Emek-Ekonomi
  • Yazarlar
  • Editörün Seçtikleri
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Karikatür
  • Günün Manşeti

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır