Hem erişilebilir hem de sağlıklı gıda hakkı her geçen gün yok edilirken uzmanlar pestisitlerin zararlarının sadece sağlık ya da çevre meselesi değil; toplumsal adalet, demokrasi ve kuşaklar arası sorumluluk meselesi olduğunu belirtiyor
Duygu Kıt
2025 yılının başından bu yana Türkiye’den Avrupa Birliği’ne ihraç edilen birçok gıda yapılan analizler soncunda yüksek pestisit oranları sebebiyle geri gönderildi. 28 Nisan 2025 tarihinde ise Greenpeace Türkiye tarafından pazar ve marketlerden alınarak analiz edilen her 3 gıdadan 1’inde mevzuata uygunsuzluk tespit edildi. En temel insani hakların başında gelen sağlıklı beslenme ve gıda hakkına erişim ise her geçen gün daha da zorlaşıyor. Artan yoksulluk ile birleşen yanlış gıda politikaları günümüzde milyonlarca insanın ve aynı zamanda canlının ve doğanın sağlığını hayati ölçüde tehdit ediyor. Tarımsal üretimin her aşamasında denetleme ve uzman gözetimi gerekirken denetimsizlik sebebiyle tarlalardan sofraya zehir gelmeye devam ediyor.
‘Bütün ekosistemi etkiliyor’
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Gıda Mühendisleri Odası Başkanı Yaşar Üzümcü ilk olarak kontrolsüz bir pestisit kullanımının yaygınlığına dikkat çekti. Üzümcü, pestisitin insan sağlığını tehlikeye atan bir kimyasal mücadele yöntemi olarak bilindiğini fakat sudaki canlılardan kuşlara kadar ekolojik dengeye ciddi zararlar verdiğini belitti. Üzümcü son günlerde gündeme sıkça taşınan pestisit sorununa ilişkin şunları söyledi: “Pestisit dediğimiz şeyler zirai mücadele kimyasallarıdır. Gıda güvenliği açısından olduğu kadar doğal hayatı da tehlikeye atan bir uygulamadır aynı zamanda. Pestisit tarım ürünlerinde zararlıların vereceği etkiyi minimuma indirmek için kullanılıyor. Fakat gerek hayvansal gerekse yabani otlara karşı kullanılan bu kimyasallar zararlıları/böcekleri öldürdüğü gibi bunun yanında faydalı diğer uçucu böceklerin ölümüne de neden oluyor. Örneğin arılar gibi. Arılar bitkisel üretimde tozlaşmayı sağlayan birkaç uçucu böcekten ve belki de en önemlilerinden biri. Aynı zamanda pestisitler aşırı kullanıldığı zaman toprağa geçiyor. Topraktan da yüzeysel ve yeraltı sularına geçerek bu suları ve çevreyi de zehirliyor. Kuşları, balıkları, suları tüm canlıları etkiliyor. Ciddi anlamda çok büyük bir risk içeriyor.”
Denetimsizlik sorunu büyütüyor
Pestisitin mevzuata göre belli kullanım oranları ve zamanları olduğunu belirten Üzümcü, pestisit artışındaki sorunun esas kaynağının ise denetimsizlik olduğunu vurguladı. Üzümcü sözlerini şöyle sürdürdü,
“Pestisit sorununda iki aşamalı bir konu var. Birincisi ve en önemlisi pestisitlerin kullanımının belli oranları vardır. Belli dozlarda kullanılması ve belli zamanlarda kullanılması gerekiyor. Belli zaman dediğimizde de hasattan belli bir süre önce kesilmesi gerekiyor. Ki bu zaman zarfında o bitkinin bünyesinden atılabilsin veya etkinliği azaltsın. Fakat çiftçiler garanti olsun ürünler hiçbir zarar görmesin diye fazla fazla kullanıyor. Dolayısıyla da riski ve tehlikesi kat be kat artıyor. Burada yapılması gereken gıda üretiminin birincil aşamasından, çiftlikten çatala olan bütün aşamalarda teknik personelin gözetimi altında olmasıdır. Üretim çiftlikte ve tarlada ziraat mühendisleri ve veteriner hekimler gözetiminde olmalı. Buradan fabrikaya veya üretim aşamasına geldiğinden itibaren de her aşamada gıda mühendislerinin kontrolü ve denetiminde olması gerekiyor.”
Üretici de mağdur
Üzümcü gıdaların üretim aşamasından tüketim aşamasına kadar olan bütün aşamalarda denetim ve kontrol aşamalarının Tarım Orman Bakanlığı’nın sorumluluğunda olduğunu belirtti. Üzümcü, “Ancak etkin ve yeterli denetim yapabilmek için ne gıda mühendisi ne de diğer teknik personelin sayısı yeterli değil” diyerek şöyle devam etti:
“Yönetmeliklerde bu kimyasalların kullanım oranları ve hangi kimyasallara izin verildiği, hangilerinin yasaklı olduğu belirtiliyor. Ve bu mevzuat Avrupa Birliği düzenlemelerinden yararlanarak alındı. Tespit değerleri Avrupa Birliği’nin ölçüleriyle benzer, yakın. Buradan ihracat yapılırken bu değerler ölçülüyor, uygunsa ihracatına izin veriliyor. Avrupa Birliği’ne gittiği zaman ise yine kendileri analiz ediyor. Ama sınır değerleri aşılmış olduğu için geri gönderiliyor. Bunun nedeni olarak ülkedeki analizlerin yeterli olup olmadığı sorusu akla geliyor. Ya da Avrupa Birliği’nde yapılan analizlerde yöntem farklılığı olabilir mi? Netice olarak çiftçileri yönlendirmelerin, bu konuda bilgilendirmenin ve denetimlerin yetersiz olduğunu görüyoruz.”
Doğal yöntemlere dönülmeli
Üzümcü pestisit kullanımının neden olduğu çevre ve sağlık sorunlarına ilişkin olarak ise önerilerini şu şekilde paylaştı: “Pestisit zamanla vücutta birikim yapar. Ani olarak göstermese de ileriki yıllarda birtakım sağlık problemlerine neden olabilir. Dolayısıyla bunların yasa yönetmeliklerde belirtilen limitler kadar kullanılması, zamanında kullanılası ve gözetim altında kullanılması gerekiyor. Kimyasal mücadele dışında agro-kültür dediğimiz doğal yöntemler uygulanmalı. Bu yöntemlerin ile birlikte pestisitlerin kullanım oranları daha da düşürülmeli. Hatta tamamen kaldırılması gerekmekte. Bugünden yarına yapılamasa da bu konuda irade ortaya konulmalı. Üniversitelerde, bilim kurullarında bu konuda araştırmalar, geliştirmeler yapılmalı ki ileride bu pestisitleri azaltalım veya tamamen kaldıralım.”
Sınıfsal bir sorun
Tarım Orkam-Sen Genel Başkanı Serap Baysal ise pestisitlerin etkilerinin sadece teknik bir sorun değil, aynı zamanda sosyolojik ve demokratik bir mesele olduğunu ifade etti. Baysal özellikle mevsimlik ve kayıt dışı çalışanların pestisitlere en fazla maruz kalan gruplar arasında yer aldığını aktararak şu ifadeleri kullandı,
“Modern tarımda kimyasalların yaygın ve kontrolsüz kullanımı, yalnızca doğayı değil, insan sağlığını ve toplumsal dengeleri de ciddi biçimde tehdit etmektedir. Pestisitlerin zararları, toplumsal eşitsizlikleri daha da derinleştirdiği gibi tarım işçileri, özellikle mevsimlik ve kayıt dışı çalışanlar, pestisitlere en fazla maruz kalan gruplar arasında yer alır. Tarım emekçileri genellikle düşük gelirli, sosyal güvenlikten yoksun ve eğitime erişimi sınırlı bireylerdir. Bu durum, işçi sağlığını doğrudan tehdit etmekle kalmaz; aynı zamanda sınıfsal ayrımları güçlendirir.”
Yaşam hakkı meselesi
“Kırsal bölgelerde yaşayan halk, su kaynaklarının ve toprağın kirlenmesiyle birlikte sağlıksız yaşam koşullarına mahkûm ediliyor.” diyen Baysal pestisit etkilerine ilişkin olarak şu bilgileri verdi: “Çocuklarda gelişim bozuklukları, solunum yolu hastalıkları ve hatta bazı kanser türlerinin artışı, pestisit maruziyetiyle ilişkilendirilmektedir. Bu durum, sağlık hizmetlerine erişim konusundaki eşitsizlikleri de derinleştirir. Pestisitlerin çevreye verdiği zarar, ekosistemlerin bozulmasına neden olur. Toprak kalitesinin düşmesi, arı gibi tozlayıcıların ölmesi, su kaynaklarının kirlenmesi ve biyoçeşitliliğin azalması, yalnızca bugünü değil, gelecek kuşakların yaşam hakkını da tehdit ettiği de bilinmektedir.”
Katılımcı demokrasi sorunu
“Günümüzde tarım politikalarının, büyük tarım şirketlerinin çıkarları doğrultusunda şekillendiği görülmektedir. Bu durum, çevre üzerindeki kararların halktan çok şirketlerin lehine alınmasına neden olmaktadır.” diyen Baysal çözüm önerilerini ise şöyle dile getirdi:
“Pestisit kullanımına dair kararlar, yalnızca teknokratik uzmanlara ya da şirket çıkarlarına bırakılmamalıdır. Çiftçilerin, tüketicilerin, sağlık çalışanlarının ve çevre aktivistlerinin sürece katılımı sağlanmalıdır. Katılımcı demokrasi, sadece oy vermekle sınırlı değildir; çevre ve sağlık gibi temel konularda halkın doğrudan söz sahibi olması gerekir. Alternatif tarım yöntemlerinin (organik tarım, agroekoloji ) teşvik edilmesi, pestisit kullanımının azaltılması ve şeffaf denetim mekanizmalarının kurulması, demokratik toplum yapısının güçlendirilmesi açısından önemlidir. Aynı zamanda gıda güvenliği politikaları halk sağlığı odaklı olarak yeniden düzenlenmelidir.”