Şu anda içinden geçmekte olduğu tarihi dönem hakkında AKP ve MHP sözcüleri gelişmeleri sadece PKK’nin silah bırakması ve askeri, illegal örgütsel yapısına son vermesiyle sınırlı tutarak konuştular. Geçtiğimiz gün AKP sözcüsü Ömer Çelik, ayrıntılı bir konuşmayla sorunun kimi yanlarıyla ilgili suskunluğu bozdu.
Çelik bu konuşmasında Kürt sorununun çözümüne dönük adımların 1993 yılında Öcalan-Özal arasındaki diyalogun gerçekleştiği esnada ve Erdoğan’ın başbakanlığında başlayan çözüm döneminde neden başarıya ulaşmadığına ve şimdi neden başarıya ulaşabileceğine işaret eden kimi gerçekleri dile getirdi.
İzninizle Çelik’in konuşmasından bazı alıntılar yapacağım. Çelik başarısızlıkların sebebini askeri vesayet karşısında iktidarın zayıflığı ile açıklarken şöyle dedi: “Demokratik siyasetin konsolide olmaması, sisteme hakim olmaması rahmetli Özal’la ilgili olarak rahmetli Eşref Bitlis Paşa ile ilgili çeşitli boyutlarla gündeme getirilir. Cumhurbaşkanımızın başbakanlığı döneminde de bunu yaşadık. O dönem şimdiki gibi sivil siyaset konsolide değildi. Belli vesayet odaklarının siyasete hakim olmasıyla, siyasetin onları aşmaya çalışmasının olduğu gri dönemdi. Sivil toplum bunu gündeme getirdi. Bizim bakış açımız bu yöndeydi. Devletin yumuşak güç unsurlarının hukuk mekanizması, demokratik düzenlemelerin hayata geçmesiydi. Cumhurbaşkanımızın siyasi hayatında en sert tepki verdiği noktalardan bir tanesidir. Askeri bürokrasi içerisinde bir yaklaşımın ‘bu sürece karşıyız’ demeseydi.”
Bu paragraf, Erdoğan’ın Kobanê zaferi sonrası Dolmabahçe Mutabakatı’nı çöpe attığı gerçeğine, sözünü ettiği “askeri bürokrasiyle” eski ortaklarını tasfiye etme temelinde işbirliği içine girmesine değinmese de kısmi gerçeği yansıtıyor. Çözümün önündeki en büyük engelden biri olarak askeri vesayeti ve bu vesayet karşısında siyasi iktidarların zayıflığını vurguluyor. Ama daha önemlisi Öcalan’ın Özal’la diyalog kurarak, daha 1993 yılında silahlı yoldan silahsız yola geçmek için harcadığı çabayı, sözünü etmeden doğrulamış oluyor.
Geçmişe dönük değerlendirme yaparken Ömer Çelik, PKK’nin silah bırakmak için silah bırakanların güvenliği ile ilgili taleplerine cevap verircesine, Öcalan’ın çağrısıyla Türkiye sınırları dışına çıkmak üzere harekete geçen gerilla güçlerine yönelik katliamları hatırlatıp, gerillaya bir tür güvence vermeye çalışıyor. Şöyle demiş: “Geçmiş dönemlerde, bizden önceki zamanlarda silah bırakıp gidene asimetrik yaklaşımlar sözkonusu olmuş, çeşitli çatışmalar olmuş. Bugün devlet konsolide.”
Buradan hareketle Çelik, Öcalan’la devlet organları arasındaki “demokratik uzlaşmanın” bir bütün olarak “devlet politikası” olduğunu, geçmişte devlet içinde varolan “karanlık” güçlere son verildiğine dair teminatta bulunuyor.
Ve nihayet bu devlet politikasının başlıca temel gerekçesini, dünyanın ve bölgenin somut durumunda, “iç cepheyi” güçlendirmeyi zorunlu kılan tehlikelerle açıklıyor: “Dünyanın içinden geçtiği süreç uluslararası sistemin dikişlerinin çözüldüğü süreç. Artık istikrarlı bir yapıyı işaret etmiyor. 4-5 ayda hiç duymayacağımız şeyler duyduk. Demokratik ülkeler başka ülkelerin topraklarını doğrudan istiyor, açıktan pazarlıklar yapılıyor vs. Bunu 10 yıl önce hiç kimse tahmin edemezdi. Buna en yüksek itiraz, bu gücün kullanılmasını ifade eden ABD’nin realistlerinden geliyor. Tayvan’dan Meskika-ABD sınırındaki göçmen konusunda, Netanyahu hükümetinin soykırımına kadar. En son Hindistan-Pakistan eklendi. Bütün tabloya baktığınızda ortaya çıkan şey türbülansı aşmıştır, tam bir kaosun içindeyiz.”
Böylece Çelik, her ne kadar sözünü etmese bile, Öcalan’ın fiilen yönettiği PKK 12. Kongresi’nde alınan kararın, Türkiye’yi, örneğin İran’la savaşa bile sürükleyebilecek ve devleti “beka” sorunuyla, Türk ve Kürt halklarını milyonlar halinde yok oluş sorunuyla karşı karşıya getirecek olan tehlikeyi önleyen önemini itiraf etmiş bulunuyor. Eğer Kürt özgürlük hareketini, halkların çıkarıyla ilgisiz bir avantürist kadro yönetseydi, onun yapacağı iş, bu kaostan yararlanarak savaşı çok daha tırmandırmak olacakken Öcalan ve PKK hem Kürt halkı adına hem de Türk, Arap, Fars halkları adına tarihi bir adım atmış bulunuyor.
Bu konuşmanın en zayıf yanı, PKK’nin attığı adıma karşılık siyasi demokrasiye yönelim hakkında hiçbir ikna edici söz etmeyişidir. Böylesine kritik bir aşamada “iç cepheyi” güçlendirmekten söz eden AKP, iktidar alternatifi CHP’ye karşı hiçbir hukuki temele dayanmayan bir sivil darbe sürecine neden girmiştir? Bu sürecin CHP’yi ve CHP’yi destekleyen halk çoğunluğunu “cepheyi güçlendirme” sürecine yabancılaştıracağını ve bu defa barış ve çözüm sürecinin bu iktidarcı tutum yüzünden başarısızlığa uğrayacağını görmek o kadar zor mudur?
Bu olgu AKP-MHP iktidarının gerçek amacından haklı olarak derin bir kuşku duymamıza neden oluyor. Acaba iktidar, PKK’nin silah bırakmasını ve örgütünü sonlandırmasını, kısa günün kârı sayıp cebine koyarak “yola devam” etmek mi istiyor?