“Yanlış İliklenen Düğme” (Geçmişle gelecek arasında Cumhuriyet), Erdoğan Aydın’ın SRC Yayınevi’nden yayınlanan son kitabı. “Tuğla gibi” denilen kalınlıkta ama gözünüz korkmasın. Bir çırpıda okunacak akıcılıkla, resmi tarih ezberlerini bozan bir pencereden ilk meclis yıllarına ışık tutuyor. Kitabın asıl önemi, bence yayınlanma zamanında. Yani böyle bir kitabın yıllar süren çok uzun süreli bir çalışmayı gerektirdiği göz ardı edilirse, usta tarihçinin bu günkü tartışmaları görerek hemen bu kitabı yayınlayıverdiğini düşünebilir insan.
Atatürk’ün 1 Mayıs 1920’de Meclis kürsüsünden çizdiği; “Burada maksut olan ve Meclis-i âlinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkez değildir, yalnız Kürt değildir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep anasır-ı İslamiyedir…” çerçevesinden bu günlere gelişin köklerini, belgeleriyle anlatıyor Erdoğan Aydın…
Atatürk’ün bu konuşmasından 10 yıl sonra, Mahmut Esat Bozkurt’un “Dost da düşman da dinlesin ki, bu memleketin efendisi Türk’tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır” sözünün nasıl pratiğe geçirildiğini anlamak isteyenlerin, işe bu yanlış düğmeden başlaması gerekiyor bence. Özellikle Kürtlerde neden bu kadar çok “Türk-Öztürk” soyadı olduğu da buradan anlaşılabilir. Ve belki o zaman “inkâr” sözcüğünün, Kenan Evren’in ifadesiyle “Kürt de Kürtçe de yoktur, onlar Dağ Türküdür, karda yürürken kart kurt diye ses çıktığından Kürt denmiştir!” söylemine nasıl gelindiği ve 40 yıldır akan kanın nedeni anlaşılabilir.
Atatürk’ün etrafındakilere hitap ederken kullandığı “Efendiler” sözcüğünün, M. Esat Bozkurt’un dilindeki “memleketin efendisi” ile aynı anlamda olduğundan emin değilim ama zamanla o da ilginç bir evrim geçirmiş. Önceleri “Âgah Efendi” gibi ardına geldiği isme değer katarken, zamanla hizmetkarlığı, marabalığı tanımlar olmuş. “Ahmet Efendi arabayı getir”, “Hüseyin Efendi bavulları taşı” oluvermiş. “Köylü milletin efendisidir” den, “Ananı da al git” söylemine gelinmiş!
PKK’nin 12. Genel Kurul metnindeki “Lozan Öncesi” saptamasına, muhalefetten gelen, Sevr korkusu ve komplosu eleştirilerinin altında aslında bu “efendilik meselesinin” yattığını düşünüyorum. Kendilerini bu memleketin efendisi gören muktedirlerin üstenci dilinde “Kürt Meselesi” aslında bir “Efendilik Meselesine” dönüşüveriyor! Aslında Merdan Yanardağ da Yılmaz Özdil de devlet pratiğindeki inkarcılığın, asimilasyonun yaşayan tanıklarıdır. Gerici, şeriatçı unsurlara, özellikle Hizbullah’a karşı mücadele veren Kürt Devrimcilerinin 90’lı yıllarda devlet kontrolünde başlarının arkasından kalleşçe vurularak katledilişini sadece seyrettiklerini de utançla hatırladıkları kesin! Ne Özdil ne Yanardağ ne Kongar, ne de şimdi emekli konforunda ahkam kesen tuzu kuruların bu cinayetlere karşı çıkmadığına da bizler tanığız!
Ve elbette IŞİD’e karşı savaşta 12 bin gencini şehit veren Suriyeli Kürtlerin bölgenin tek seküler yapısı olduğunu da çok iyi biliyorlar. Ama iş bu “efendiliğe” yani kendileri dışındaki halkların “statü” kazanmasına gelince hepsi “Kürt anasını görmesin” zemininde birleşiveriyor. Kürtlerin Lozan öncesinde, varlıklarını kabul eden anlayışa vurgu yaparken Sevr’e değil eşitliğe özlemi kastettiğinin; bugün Kürtlerin, ‘’AKP’nin niyeti bu ülkeyi bölmek, saltanatı geri getirmek, laikliği ortadan kaldırmak vs. ise ona da beraber karşı çıkalım’’ dediğinin de farkındalar. Bu yüzden Kürt tarafında da, daha önce iktidarın yanında kendine yer bulmuşların bu sürece karşı hem de keskin Kürt Milliyetçisi söylemleriyle sabotajlarına tanık oluyoruz. Çünkü barış onların da ayaklarının altındaki zemini çekmiş olacak…
Efendiler, Kürtler bu memleketi bölmek değil tersine ülkeyi birleştirecek, var olduklarını artık kimsenin inkâr edemeyeceği bir sözleşme ve eşit yurttaşlık istiyor sadece. Sırrı Süreyya’nın ifadesiyle “Kürtler Cumhur Başkanı bile oldular ama Kürt olamadılar!” ya, işte artık “Kürt Olmak” istiyorlar. O yanlış iliklenmişi düzeltirken bir an için çözülecek düğmelerden telaşa kapılmayın siz yeter!