Bu soru cevapsız kaldığında, insan rüzgârda savrulan yaprak gibi olur. Gün gelir, bir kalabalığın içinde kaybolur; gün gelir, kendi sesini bile duyamaz hale gelir. Ama bu soruya net ve sarsılmaz bir cevap bulunduğunda, hayat bir yön kazanır. Karar, kararlılığa dönüşür. Rastgele yaşamak, yerini amaçlı yaşamaya bırakır.
Devrimci için bu cevap, sadece kişisel bir anlam taşımaz. Bu, halkın onuru, özgürlüğü ve geleceğiyle doğrudan bağlantılıdır. Çünkü devrimci, kendini yalnızca bireysel varoluşla sınırlamaz. O, halkının tarihiyle yoğrulmuş, mazlumların sesiyle büyümüş ve köleliğe başkaldıran bir vicdanın taşıyıcısıdır. Hayatı bu bağlamda anlamlandırdığında, artık yaşamak bir seçim değil, bir görevdir.
Görev bilinciyle yürüyen insan, yoldaki belirsizlikten korkmaz. Çünkü o artık yolun ne getireceğine değil, yolun nereye götürdüğüne odaklanır. Bilir ki bu yolda yorgunluk olacaktır, ihanet de olacaktır, kayıplar da. Ama hiçbir şey onu sarsamaz. Çünkü yürüyüşünün kökeni hem arayıştan hem karardan hem de bağlılıktan doğmuştur. Sistemin sunduğu yapay mutluluklar, devrimcinin gözünde hiçbir zaman aldatıcı parıltılar olmaktan öteye geçemez. O, bu dünyanın ikiyüzlülüğüne, çürümüş adaletine ve yoksulların sırtına basarak yükselen sahte başarılara itibar etmez. Onun mutluluğu, zulmün duvarında ilk çatlak göründüğünde gelir. Onun huzuru, bir halkın özgürlük şarkısını kendi diliyle söylemeye başladığı an gelir.
Yürünmesi gereken bu yol, düz değildir. Birçok kez yalnız kalınacaktır. Yanınızda duranlar bir gün sessizce çekip gidebilir. Direnişin en ağır günlerinde sesiniz yankısız kalabilir. Ama bu, devrimciyi yolundan döndüremez. Çünkü devrimcinin yoldaşı önce inancıdır, sonra halkıdır ve en nihayetinde özgür yarınlarda Amed surlarında buluşacağı önderidir. İnsanlar değişebilir, şartlar ağırlaşabilir, mücadele araçları değişebilir ama doğru bilinen yolda yürümeye devam etmek, gerçek bağlılıktır.
Nasıl yaşanacağı sorusu, işte burada anlam kazanır. Eğer neden yaşadığını biliyorsan, zorlukların ne boyutta olduğu önemini yitirir. Yaşadığın hayatın şekli, karşılaştığın güçlükler tarafından değil, bağlı olduğun amaç tarafından belirlenir. Açlık, yalnızlık, baskı, gözaltılar, işkenceler… Bunların hepsi yaşanabilir. Ama inanç varsa, hiçbiri devrimciyi boğamaz. Çünkü zihin berraksa, beden de dayanır.
Bilinir ki, hakikatle yaşamak, kolay değildir. Yalanlar çağında doğruyu savunmak cesaret ister. Ama bu cesaret tarih boyunca darağaçlarından, zindanlardan, dağlardan, sürgünlerden alındı. Hiçbir zulüm, bu halkın içinden çıkan hakikat savaşçılarının sesini bastıramadı. Çünkü devrimci neden yaşadığını bilendir. Ve bunu bilen, neyle karşılaşırsa karşılaşsın yolundan sapmaz. Devrimci bir yaşam, çelik gibi bir irade ve derin bir sadakat gerektirir. Bu, bir maraton değil, sürekli tetikte olunan bir yürüyüştür. Bu yolda kırılmamak için değil, kırıldığında tekrar kalkabilmek için ilerlenir. Çünkü düşmek yenilgi değildir; kalkmamak yenilgidir. Ve unutulmamalıdır ki, devrimci mücadelede sonuç kadar süreç de önemlidir. Amaç, sadece bir sona ulaşmak değil; o yolda onurluca, tutarlılıkla ve inançla yürümektir. Bu da ancak, neden ve nasıl yaşadığını bilen insanın gösterebileceği bir duruştur.
Sonuç olarak; Bir insan nasıl yaşaması gerektiğini gerçekten biliyorsa, her tür zorluğu anlamlı kılıp,
Onu tüketmeyen, aksine güçlendiren bir kaynağa dönüştürebilir.
Ve işte bu yüzden denir ki:
Nasıl yaşaması gerektiğini bilen boyun eğmez, yürümeye devam eder. Ne olursa olsun.