6 Ekim 1921 tarihinde 1.Meclis’in açık oturumunda bir karar alındı.
Alınan karar sonrası Bolu’dan Yusuf İzzet Paşa, Amasya’dan Ragıp Bey, Afyon’dan Hulusi Bey, Kastamonu’dan Abdulkadir Kemali Bey ve Sinop’tan Hakkı Hilmi Bey olmak üzere beş kişilik bir vekil heyetinden komisyon kuruldu.
Bu heyetin görevi özetle şuydu: Koçgiri bölgesindeki askerî harekât sırasında (Mart-Eylül 1921) iddia edilen katliam, köy yakma ve yağma vakalarını yerinde incelemek, Merkez Ordusu Kumandanı Nurettin Paşa ile Topal Osman birliklerinin sorumluluğunu araştırmak ve varsa af-tazminat gibi olası tedbirleri Meclis’e önermek…
Heyetin görev sahası da Koçgiri, Dersim ve çevresi olarak belirtildi.
Heyet gitti ve araştırmalarını yaptı, daha sonra Meclis’e bir rapor sundu.
Bu raporun adı “Koçgiri Tahkikat Heyeti Raporu”dur.
Raporun sonucunda, 1623 hane ve yüzden fazla köyün yakılıp yıkıldığı, çok sayıda sivilin öldürüldüğü, yine askeri yapıların birçok hukuksuz eylemde bulunduğu kayıt altına alındı.
İlginçtir heyetteki vekillerin hiçbiri Kürt değildir ama raporları rasyoneldir.
Meclis elbette bu rapor ve sonuçları saklıyor.
Biz faniler de ilk olarak 2010 yılında varlığından haberdar olduk.
Koçgiri Tahkikat Heyeti’nin sunduğu raporun bir diğer özelliği de ilk TBMM’nin ilk araştırma/inceleme komisyonu olmasıdır.
***
Bir diğer rapordan daha bahsetmek istiyorum.
Bu da Cumhuriyet’in ilk Kürt raporu olarak ifade edilen, Derviş Hüseyin Hüsnü’nün 1924 tarihli raporudur.
Mülkiye Müfettişi Derviş Hüseyin Hüsnü, 1924 yazında Urfa-Mardin-Diyarbakır hattında köyleri, kazaları ve özellikle aşiretleri gezerek hazırladığı 124 numaralı raporda, devletin Kürt illerindeki gerçek idari/toplumsal durumunu İçişleri Bakanlığı’na sunar.
Rapordan anlaşıldığı kadar Vali Fuad Bey’in bir olaydan duyduğu şaşkınlık üzerine başlıyor araştırmalar. Çünkü bölge yapısı ile merkezi yapı uyumsuzdur. Dolayısıyla raporun amacı bu bölgelerdeki idari durumu belgelemek ve hükümeti bilgilendirmektir.
Raporun içeriğine biraz daha yakından baktığımızda,
Cumhuriyetin ilk yıllarında devletin Kürt coğrafyasında hukuku pek takmadığını, tersine yerel feodal güçlerle iş birliği yaparak halkı mağdur ettiğini ve adaletsiz bir yönetimden yana tercihte bulunduğunu gösteriyor. Devletin Kürt toplumunun sosyo-kültürel ihtiyaçlarını göz ardı etmesi, tahakkümcü düzeni Kürtler üzerinde meşrulaştırması raporun bariz çıktılarıdır.
“Devletin Kürtlere karşı resmi haksızlığı Cumhuriyet’in ilk yıllarında da mevcut muydu?” sorusuna cevap, hem bu rapor hem de Koçgiri raporunda açıkça evet olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani ‘eşit yurttaşlık’ hiçbir zaman uygulanmadı. Dolayısıyla bu iki rapordan da anladığımız; devlet içine girdiği pratiklerle Kürt meselesinin derinleşmesine yol açmıştır.
Devletin genel yaklaşımı daha yüzyılın başında güvenlik eksenli, adaletsiz, işbirlikçi mekanizmalar üreten ve kültürel-sosyal hakları inkâr/imha eden bir noktada görüyoruz. Raporlar özetle bunları devlet cephesinden sağlam şekilde teyit ediyor.
***
Bu iki tarihi referansa gitme nedenim tarihi çözüm sürecinin serencamı ve barış karşıtları tarafından köpürtülen tarihi hakikatlerin özüne dair küçük bir dipnottur.
İnsan sormadan edemiyor;
O gün bu raporun gereği yapılsaydı bugün çok daha başka yerde olmaz mıydık?
Görülüyor ki tarih, sorunları çözmek yerine ötelemeyi seçenlerin, aynı kısır döngüyü nesiller boyu yaşattığını gösteriyor.
2025’te bir barış süreci, bu tarihi sorunları çözmek için bir dönüm noktası olabilir. Eğer bu süreç, geçmişle yüzleşme, hukukun üstünlüğünü sağlama ve kültürel-sosyal hakları tanıma üzerine inşa edilirse, 100 yıllık sorunların sona ermesi mümkün olabilir. Barış, sadece çatışmaların son bulması değil, aynı zamanda adalet, eşitlik ve toplumsal uzlaşının sağlanması anlamına gelecektir. Bu, Türkiye’nin daha demokratik, kapsayıcı ve anlamlı bir geleceğe ulaşması için kritik bir adımdır.
2025 yılındayız ve tarihi bir barış anını konuşuyoruz.
Belki de son yüzyılda yakalanan en tarihi fırsat, en kurucu irade anı bu…
Fakat gel gör ki silah bırakma kararı içinde yer alan bir iki kavram üzerinden barış ihtimalinin kendisine dahi edilmedik hakaret kalmadı.
Bu insanlara sormak lazım, madem inkâr yoktu, imha yoktu, asimilasyon yoktu diyorsunuz, devletin kendi raporları olan bu raporlar ne diyor, neyi anlatıyor, kime anlatıyor?
Bu tartışmaları sürdürenler gayet biliyorlar olan biteni.
Tekçi ulus devlet karakterinin son yüzyılda halklara neler çektiğini de zevkle resmi tarih yapraklarında anlatıyorlar. Fakat çarpıtmanın soyut sahteliğine karşı hakikatin sabrı ve somutluğu da ortada duruyor.
Bugün Kürt meselesi var deniyorsa daha ilk yıllardan atılan yanlış temellerdir.
Kürtlük bir bastırma ve inkâr alanı olarak kodlanmış.
Bugün ilk defa bu alan kırılgan ve dönüşebilir noktada duruyor.
Bu zemine gelmek için de 50 yıl kadar aktif mücadele gerekti.
Bugün bahsi geçen barış ihtimali, tarihin yükünü hafifletebilir, hukukun üstünlüğünü tesis edebilir. Haklar konusunda ilerici bir eşik armağan edebilir.
Bu süreç en çok da 100 yıllık sorunların son bulmasına katkı sağlayacaktır.
Özetle Koçgiri’den Derviş Hüseyin Hüsnü’ye ve buralardan bugüne uzandığımızda devletin Kürt meselesine bakışında yapısal bir sorun olduğu tartışmasızdır. Bunun sorumluluğunu da bir zahmet devlet almalıdır. Bir sorun inkarla çözülememişse çözüm zıddı yani yüzleşme ile sağlanabilir.
Yüz yıl önce Meclis Kürt meselesi ile sahici ve cesaretli tutum ortaya koymuşsa 2025’in Meclis’i bunu aşmalıdır.
Birinci Meclis, 1921’in savaş koşullarında bile hakikati araştırmaktan çekinmediyse, 2025’in Meclisi de barışı tesis etmekten çekinemez, çekinmemeli.
Dünün konuşan raporlarına, bugünün yasaları susarak değil uygulayarak cevap vermeli.