Okunanlar üzerinde düşünme, bunları belli sorulara yaslandırma ya da soruların yanıtını arama çabasıyla başlayan edebiyat eleştirisi, zamanla gelişmiş, edebî eserin içerik, yapı ve üslûbu üzerinde tarafsız kurallarını, ilke ve yöntemlerini oluşturmuştur.
Bu “nesnel eleştiri”nin dışında şahsi duygu ve düşüncelerin öne geçtiği öznel diyebileceğimiz yaklaşımlar da var.
Hep söylemişimdir. Eleştirmen değilsek ve böyle öznel bir yaklaşımla bir edebi eserden söz ediyorsak en başta “bana göre, bence” demeyi unutmamamız gerek.
*
Bu yazıyı, daha çok gazeteci kimliğiyle tanıdığımız Bircan Değirmenci’nin geçenlerde İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Porçakal’ adlı kitabını eleştiri karışımı bir kitap ve yazar tanıtımı yazısı olarak okunmasını isterim.
Başta söylemekte yarar var. Bircan Değirmenci dil bilinci gelişkin sağlam bir yazar. Daha önceki gazete yazıları çalışmalarında gördüğümüz kıvrak, yalın ve akıcı anlatımı bu kitabında da devam ediyor. Gazeteci kimliği yazdıklarını güçlü kılmış bence.
Tek tek hikayeler biçiminde kaleme alınsa da kitap bir bütünlüğü de taşıyor. Özünde otobiyogratik bir yapı kuran yazar, bazen kendinden uzaklaşarak sanki başkasını yazıyormuş gibi biyografik bir kurgu kullanıyor.
Dahası yazar bazen karakterin kendisi, bazen bir gözlemci, bazen bir tanığa dönüşebiliyor.
Yapaylıktan uzak, sahici ve yaşanmışlığı olan karakterlerden oluşan ‘Porçakal’ı okurken o yaşanmışlığın bazen içinde bazen yanıbaşında görüyor insan kendini.
Edebiyattaki dil bir ‘üst dil’ olarak ifade edilir genellikle, Değirmenci farkında olarak ya da olmayarak bunun yanında dili bir karşı ‘dil’ olarak da kullanmış sanki. Bu da üslubunu güçlendiriyor bence. Edebiyatın olmazsa olmazı olan bireysellik kendi içinde dönemin toplumsallığını da ihmal etmiyor.
Gerçek olanla kurmaca olan arasında gidiş gelişler yaşansa da çoğunlukla gerçek baskın oluyor.
Yer yer daha önce ele alınmış konulara yaslansa da kendine özgü bir üslup yaratabilen yazar bu sayede önceden yazılmış eserlerden fazlaca bir çağrışım yaratma tehlikesinden (Ben u Sen Meyhanesi başlığındaki anlatım hariç) sıyrılmasını başarıyor.
Bazen didaktizm tuzağına teget geçen anılardan oluşan bir anlatıya dönüşen kitapta mizah dozunda kullanılmış ve kitabın genelindeki havayı zedelemiyor.
Anılarla bir ailenin hikayesi denilebilir. Edebiyat türlerini harmanlamış bir kitap. Türler arasında fazlaca bir fark kalmamış. Belli örtüşmeler buna olanak sağlayabiliyor. Bu anlamıyla ‘anı’ kişisel bir ‘deneme’ye dönüşebilir.
Yazar, geçmişte günlük tutmuş biri mi? Bilemiyoruz ama yazılanlar incelikli tutulmuş bir ‘günlük tadında ve incelikli. “Ancak her ince görünen şey içten değildir.” (Bu son cümle Nare’yle bir sohbetten alıntı.)
*
Arka kapak tanıtım yazısındaki şu saptama kitap hakkında bize bir fikir veriyor zaten: “Diyarbakır’dan İstanbul’a 1970’li yılların ortalarında göç eden, büyük şehrin girdabında hayatta kalmak için çırpınan arafta kalmış bir aile hikâyesi…
Yaslı bir anne ile dünya yansa umurunda olmayan, anason kokan bir babanın hasbelkader büyüyen yedi çocuğu. Geçmişteki Gazi Köşkü, Suriçi, Lalebey Mahallesi, Menekşe Plajı, gazinolar, sinemalar, Boğaziçi, Adalar, Şehremini, Samatya’ ailesiyle gezinip duruyor yazar.”
Bircan Değirmenci’yi tanıyan tanıyor zaten. Madem tanıtım yazısı dedik. Henüz tanımayanlar için yazarımızı tanıtalım birkaç cümleyle.
Bircan Değirmenci Diyarbakır doğumlu. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. Gazeteciliğe 1996 yılında Özgür Gündem’de yargı muhabiri olarak başladı. TRT, Özgür Radyo, Star radyoları, Gazete TAZ, Kültür Servisi, Gazete Karınca ve Esmer dergisinde çalıştı. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nde kültür-sanat departmanındaki basın sorumluluğu görevinden 2017 yılında 692 Sayılı KHK ile ihraç edildi. Sekiz yıl aradan sonra İstinaf Mahkemesi kararıyla görevine iade edildi. Yeni Özgür Politika, Bianet ve Gazete Duvar’da yazdı. Eren Keskin-Keskin Bir Hayat (2022) ve Porçakal (2025) adlı kitapları İletişim Yayınları tarafından yayımlandı.
Okuru bol olsun.