Terörle mücadele Kanunu’nun şu maddesi, bu maddesi değişmelidir gibi bir şey yok. Bu kanun başlı başına zaten vatandaş-düşman tanımını birbirine karıştıran ve muhalefeti susturma amacı taşıyan bir yasadır, kaldırılmalıdır
Selman Çiçek
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’taki “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” sonrası PKK 5-7 Mayıs tarihleri arasında 12. Kongresi’ni gerçekleştirdi. 12 Mayıs’ta kongrenin tarihi kararlarını açıklayan PKK, Meclis’e, iktidara ve muhalefete de “tarihi sorumlulukla rolünü oynaması” yönünde çağrı yaptı. Özgürlük İçin Hukuk Derneği Eş Genel Başkanı Ekin Yeter, demokratikleşme için atılması gereken hukuksal adımları konuştuk.
- PKK’nin 12’inci kongre kararlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Süreci Bahçeli’nin DEM Parti sıralarına geldiği günden beri hukukçular olarak dikkatli bir şekilde izliyoruz. Atılan her adımı, yapılan tarihi çağrıları ve son olarak da PKK’nin silah bırakmasıyla, daha doğrusu mücadeledeki silahlı yönteminin değiştirilmesiyle gelişen süreci yakın bir şekilde takip ediyoruz. Bu süreç zaten başından itibaren Türkiye halklarının Ortadoğu’da eşit ve adil bir düzende yaşaması için gerçekleştirilen bir demokratik hamleydi. Kapitalist modernitenin yeni enerji paylaşımı, bu paylaşımının yollarının belirlenmesi yeni dizaynının Suriye’de nasıl geliştiyse, Irak ve İran’da nasıl yeni tehlikeler mevcutsa, Türkiye’de de belli sonuçlar yaratabilecektir. Bu nedenle bu süreç başladı ve sonrasında gelişen süreçte Sayın Öcalan’ın tarihi demokratik toplum çağrısı gelişti. Sayın Öcalan’ın çağrısını başından beri PKK’nin sahiplendiğini gördük. Daha öncede Türkiye’de gerçekleşen barış ve ateşkes süreçlerinde Kürtler üzerine düşeni yaptı. Kongre neticesinde kamuoyuyla paylaşılan kararların Türkiye’nin demokratikleşmesi ve hem Kürt sorununun hem ezilen ve sömürülen halkların Türkiye’de içerisinde bulunduğu kapitalizm, ulus devletin sömürgecilik krizi, eril ekolojik yıkım, kadın çocuk kırımı krizlerinin çözümü noktasında, büyük bir umut vaat ettiğini düşünüyorum. Çünkü demokratik siyaset, hukukun demokratikleşmesi ancak çatışmasızlığın test edildiği koşullarda gerçekleşebilir. Bu nedenle bu çağrı demokratik siyasetin önünü açan çok önemli bir adımdır.
- Türkiye’nin demokratikleşmesinde hukukun nasıl bir önemi vardır?
Süreci özgürlük ve demokrasi hamlesi olarak nitelendiriyoruz. İçerisinde bulunduğumuz hukuk, demokrasi ve adalet krizinin sebeplerini aramak gerekiyor. Umut hakkını da içerisinde barındıran bir bütünen hukukun demokratikleşmesi ile birlikte değerlendirebilirim. Hukuk, başlı başına devletli uygarlık sisteminin oluşturduğu iktidar ilişkilerinin ortaya koyduğu bir teknik. Yani toplum üzerinde toplumun yönetilmesi için, egemenlerin ezen ezilen ilişkilerini daha iyi yürütmek için aslında oluşturulan kurallar bütünü. Ancak bu noktada halkların, birçok devletin, ideolojinin dönem dönem geliştirdiği itiraz kültürleriyle belli bir noktada evrensel hukuk değerleri, insan hakları değerleri yaratıldı. Bakıldığında ulus devletlerin hukuku karşımıza en büyük sömürü tekeli olarak ortaya çıkıyor. Çünkü en başında da ifade ettik. Hukukun oluşumu devletli uygarlık sistemidir. Uygarlık sisteminin ve haliyle iktidar ilişkilerinin oluşumu ve gelişimi ile paralellik gösteren bir şey. Hukukun en fazla tekçileştiği, faşizanlaştığı, toplumu en çok homojenleştirdiği aygıt ulus devlettir. Ortadoğu’da bu yapılar inşa edilirken imparatorlukların bünyesinde yaşayan halkların; kimlikleri, dilleri, inançları, kültürleri hiçbir şekilde korunmadan bir hukuk sistemi inşa edildi. Türkiye’nin mevcut hukuk sisteminde de; ceza yasasıyla, infaz yasasıyla, medeni kanunuyla bir bütünen inkar ve asimilasyon kodlarını taşıyan kanunlardır. Yani umut hakkı da bu şekilde inşa edilen bir kurallar bütününün parçası olan infaz hukukuyla ilgili bir alan. Gitgide ağırlaşan, gitgide kötüleşen, yani o dönem belki fiziksel soykırım vardı ama şu anda toplum üzerinde bu hukuk kurallarıyla, inkar ve asimilasyonun sürdürücüsü kurallarla birlikte bu fiziksel soykırım farklı soykırım türleriyle kendisini sürdürüyor. Özel savaş yöntemleriyle de bu tamamlanmış oluyor toplum üzerinde.
- Hukukçuların mücadelesi ile kazanılan bir hak olan Umut Hakkı bugün pazarlık konusu yapılıyor. Umut hakkı neden uygulanmıyor?
‘Umut Hakkı’ da aslında bu infaz rejimi noktasında tıpkı ismi gibi bizim için umut vaat eden bir karar. Yani zaten ismiyle aslında kendisini ifade eden bir karar. Hukukçuların mücadelesi de elbette ki temel olarak hukuku toplumsal bir mücadele aygıtına dönüştürmek, egemenlerin sopası olma karakterinden çıkarmak, özgürlükçü bir felsefeyle, perspektifle toplumda misyonunu oynayabilen bir kurallar bütünü halinde yorumlamak temel hedeftir. Yani birey ve toplumun dönüşümünü ve sonunda da toplumun içerisinde yaşadığı sistemin dönüşümünü gerçekleştirmektir. Bir yandan da mevcut hukuk sistemi içerisinde hukuk mücadelesi sürdürmek, cezasızlık politikalarıyla mücadele etmek, ulusal ve uluslararası mekanizmalara başvuruları gerçekleştirmektir. Umut hakkı da bu mücadelenin sonucudur. Umut hakkı kararının alınmasına sebep olan başvurular, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılan başvurularda, hukukçuların bu itiraz kültürünü sürdürmelerinden kaynaklı karşımıza çıkan, umut vaat eden gelişmeler ve kararlardır. Yani umut hakkı dediğimiz gibi, isminde de belirtildiği gibi bir bireyin, bir insanın hangi suçtan tutuklu hükümlü olarak hapishanede bulunuyor olursa olsun, hükümlünün bir gün hapishaneden çıkabilme umudunu ifade ediyor.
AİHM’in Sayın Öcalan için verdiği ve sonrasında bir grup kararına, Gurban, Boltan, Kaytan grubu için verilen bir karardır. Bu karar, sadece Sayın Öcalan için değil, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan bu infaz rejimine muhatap kalan bütün politik ya da politik olmayan mahpuslar için de geçerlidir. Burada politik mahpuslar için olan kısmı bizim için daha önemli. Neden daha önemli? Çünkü en başta bütün toplum bunu bilmelidir. Bir politik mahpusun ceza aldığı koşullar, infazını gerçekleştirdiği koşullar, adli mahpuslardan daha farklı, ayrımcı, eşit olmayan durumdadır. Müddetnamelerde bir insanın ölene kadar hapishanede kalabileceği yazıyor. Yani burada aslında Umut Hakkı kararıyla bunun hukuka, uluslararası sözleşmelere aykırı olduğu söyleniyor. Neden aykırı? Çünkü bir insanın ölünceye kadar hapishanede kalması işkence ve kötü muamele yasağını en başta ihlal eder. Türkiye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf bir ülke, ancak taraf olduğu uluslararası sözleşme hükümlerinin ihlal ediyor. AİHM, Türkiye hakkında bir karar veriliyor. Ama tıpkı Demirtaş ve Kavala hakkındaki kararlar gibi uygulamıyor. Sayın Öcalan hakkındaki karar da uygulanmıyor. Ve aslında bakıldığında Türkiye’nin uygulamadığı ilk AİHM kararı olarak Sayın Öcalan’ın Umut Hakkı kararı karşımıza çıkıyor.
AİHM’in kararlarının uygulanmaması yönünde Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne sivil toplum kurumlarında, hukukçularında bildirimde bulunma hakkı var. Yani siz bu şekilde bir karar aldınız. Ancak bu karar, kararı aldığınız ülke tarafından uygulanmamakta ve hatta infaz koşulları daha da kötüye gitmekte. Biz de ÖHD, İHD, ÇHD, TİHV, TOHAV ve çok sayıda hukuk kurumuyla bildirimde bulunduk. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi gerçekleştirdiği oturumlarda, bu konuyu gündemine aldı. Türkiye’nin komiteye verdiği yanıtlarda genel geçer, umut hakkının neden uygulanmadığına dair hiçbir somut gerekçe sunmayan bir hal söz konusuydu. Tam aksi adli mahpuslar için verilen af kararlarından bahsediyordu verdiği yanıtlarda. Konuyu geçiştiren bir durumu vardı. Evet, başta olmak üzere ayrımcılık ve eşitlik ilkelerine aykırı bütün infaz uygulamaları için emsal nitelikte, örnek nitelikte bir karar. Ve bugün geldiğimiz noktada işleyen süreç açısından değerlendirdiğimizde bu sürecin gerçekten demokratik bir siyasi ve hukuki zeminde işleyebilmesi için uygulanması kaçınılmaz olan bir karar. Uygulanmak zorunda olunan bir karar. Yani her ne kadar bakanlık, hani tırnak içerisinde söylüyorum, kararı itibarsızlaştıran bir üslup kullansa da sürecin ilerleyebilmesi için elzem kesinlikle uygulanması gerekiyor. Bir hukukçunun, hele ki bu süreçte ifade etmemesi gereken bir beyandı. Yani gelinen noktada Sayın Öcalan’ın özellikle bu sürecin yürütmesi için sürecin demokratik hukuk ve siyaset zemininde yürümesi için elzem bir karardır.
- Sürecin ilerleyebilmesi için ne gibi adımlar atılmalı, Anayasa’da ne gibi değişikler yapılmalı?
Bir anayasa vurgusu yapmak gerekir. Şu anda bu mevzuat kaynağını bütünle dil, kültür, kimlik, inanç, hiçbir özgürlüğün tanınmadığı bir hukukun inşa edildiği koşullarda oluştu. Ve anayasa bir ülkenin en temel mevzuatı. Yani bakıldığında dünya örnekleri de incelendiğinde öyle çok uzun, her şeyin yazıldığı falan bir metin olmasına da gerek yok. Sade, öz, temel ilkelerin, temel esasların yer alması gereken bir belge aslında anayasa.
Venedik Komisyonu’nda özellikle şunu ifade etmek lazım. Diyor ki, demokratik bir anayasa yapım koşulları çoğulcu görüşlere imkan tanıyan, yeterli zaman dilimine sahip, şeffaf, açık, kapsayıcı, tartışmalı konuların da usulüne uygun müzakere edilebildiği koşullarda ancak yapılır. O yüzden bizim önce silahların susma iradesinin açığa çıktığı bu dönemde demokratik siyasetin ve barışın inşasının koşullarının oluşma ihtimalinin olduğu bu koşullarda, bu çoğulcu kesimin fikriyatını ifade edebileceği, daha demokratik bir zeminde tartışabileceği komisyonlar oluşturarak anayasa ele alınmalıdır. Herhangi bir etnik kimliği, dini, kültürü belirtmeyen, sınıfı belirtmeyen, demokratik ulusun kendini gösterebileceği bir metin olsun, toplumsal sözleşme, herkesin kendi ruhunu hissedebileceği bir temel metin olsun diyoruz. Bir kimliğin, dilin, kültürün, sınıfın üstünlüğünün olmadığı, demokratik ulus tanımının yer alabildiği, merkeziyetçi ve ulusalcı tanımların kesinlikle esnetildiği bir anayasa olmalı.
- Türkiye’nin imzaladığı ancak bazı maddelerine çekince koyduğu uluslararası sözleşmeler var. Bu sözleşmeler ile ilgili neler yapılmalı?
Mesela Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler bakımından bir değerlendirme de yapmak gerek bu noktada. Şimdi baktığınızda bir örnek vereyim. Kayyum rejimiyle ilgili ya da eşbaşkanlık sistemiyle ilgili yargılanan birçok siyasetçi oldu. Türkiye’ye Avrupa Yerel Yönetimler Özellik Şartnamesi’ni imzalamış. Ama baktığınızda merkezden yerele yetki devrini yapan maddelerini çekince koymuş. Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’sine Türkiye imzacı bakıyorsunuz ama hangi maddesine çekince koymuş? Azınlıkların korunması maddesine çekince koymuş. Dil konusunda da böyle, bu çekincelerin kaldırılması ve bu mevzuatların uygulanması gerekiyor.
- Bir düşman hukuku olan TMK ve infaz yasası ile ilgili neler yapılmalı?
Terörle mücadele Kanunu’nun şu maddesi, bu maddesi değişmelidir gibi bir şey yok. Bu kanun başlı başına zaten ayrımcı, vatandaş-düşman tanımını birbirine karıştıran ve muhalefeti susturma amacı taşıyan bir yasadır, kaldırılmalıdır. Sadece terörle mücadele kanunu değil, ceza kanunu da var. Suç tanımlarında çokça muğlak ifadeler var. Alt üst sınırı muğlak olan çok fazla ceza var. Bunun dışında devletin suçladığı, bireyleri suçladığı konularda pratik ve cezayla arada makul bir oran yok. Bunun dışında yaptırımlar aşırı geniş, faşizan ve açıklık yok. Ceza kanununun bazı konuları revize edilmesi tartışılabilir, değişiklik önerileri yapılabilir. Ama örgüt üyeliği gibi, örgüte yardım gibi, Cumhurbaşkanlığa hakaret, devleti aşağılama gibi suçların tamamen yürürlükten kaldırılması gerekiyor.
- Cezaların infazında da eşitsizlikler var, bu konuda ne gibi değişiklikler yapılmalı?
Ceza yargı sistemi dediğimizde bir diğer kısım bu cezaların nasıl infaz edildiğiyle alakalı durum. Umut Hakkı konusunda kısaca bahsettik ama aslında politik mahpuslar bakımından infaz rejimi başlı başına, ayrımcı bir karakter taşıyor. Neden? TMK ile ceza kanunu ile bir ayrımcılığa uğruyorsun. Ve sonrasında da sizin için bir bütün ayrımcı bir infaz süresi oluşmuş oluyor. Ve bu da bir bütün koşullu salıverilmeyi ve denetimli serbestliği etkiliyor. Getirilen düzenlemeyle birlikte hapishaneler bünyesinde idari ve gözlem kurulları oluşturuldu. Bu kurullar kendilerini tekrardan bir mahkeme yerine koyarak yeni bir hukuksuzluğa neden oldu. İnfaz yasası değişmeli, infazda eşitlik getirilmeli ve İGK’ler kaldırılmalıdır. Tabi hasta tutsakların durumları var. Hasta tutsaklara ilişkin İHD bir liste yayınladı. Bizde Haziran’da hak ihlalleri raporumuzu yayınladık. Bu listeler dikkate alınarak tutsaklar serbest bırakılmalıdır.
Zaman aşımı da kaldırılmalı
- Tabii bir de cezasızlık politikası var, halka karşı işlenen suçları bu süreçte nasıl ele alınabilir?
Ceza kanunun yanında bir de cezasızlığı da konuşmak gerekiyor. Toplumun her eylem etkinlikte orantısız müdahale eden bir kolluk görevlisinden tutun, hapishanede keyfi olarak bir mahpusu darp eden bir infaz koruma memuruna kadar, illegal yapılarla birlikte faili meçhul cinayetleri gerçekleştiren, asit kuyularına insanları atan, toplu mezarlara devrimcileri gömen geleneğin cezasızlıkla ödüllendirildiği bir ceza adalet sistemi var. Birçok faili meçhul davasının ya zaman aşımına uğradığını ya yargılananların beraat ettiğini gördük. Zaman aşımı konusu mesela çok önemli. Zaman aşımı kaldırılması gerekiyor. Özellikle savaş süreçlerinde işlenen, çatışma süreçlerinde işlenen insanlığa karşı suçların gerçekten bir adalet mekanizması ile karşılık bulabilmesi için.