• İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
29 Mayıs 2025 Perşembe
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
ABONE OL!
GİRİŞ YAP
Yeni Yaşam Gazetesi
JIN
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Yeni Yaşam Gazetesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Ana Sayfa Forum

Sosyalizm Kürtçe konuşuyor

27 Mayıs 2025 Salı - 00:00
Kategori: Forum, Manşet
Sosyalizm Kürtçe konuşuyor

Kürt halkının elinde dalgalanan sosyalizm bayrağı bütün dünya emekçilerine “başka bir dünya mümkün” umudu aşılıyor. Demirci Kawa’nın torunları yeni bir sosyalist rönesansın ateşini yakmış ve demirini dövüyor olabilir

Hasan B. Karabey

Kürdistan İşçi Partisi (PKK) iki kutuplu dünya koşullarında Kürt yurtseverliği ile bilimsel sosyalizmi sentezleyen bir hareket olarak doğdu.

Türkiye sosyalist hareketinin çınarı Mihri Belli, PKK ve onun lideriyle hareketin henüz kuruluş aşamasında olduğu 1980’lerin başında tanıştı ve “Kürtler arasında aradığımız muhatabı nihayet bulduk” diye düşündü. Bu, halk çocuklarının hareketiydi ve politik çizgisi enternasyonalizme dayanıyordu. Öcalan’ın yapıcı tarzı ve hareketin dinamizmi de “eski tüfek” üzerinde olumlu izlenim bırakmıştı. Mihri Belli Kürt Özgürlük Hareketi’ne (KÖH) daima yakın durdu. Başlı başına bir yazı konusu olmayı hak etmekle birlikte onun son büyük mücadelesini Öcalan’ın liderliğine karşı gerçekleştirilmek istenen darbeyi boşa düşürmek için verdiğini de bu vesileyle not düşelim. Hayatta olsaydı barışı büyük bir memnuniyetle karşılardı.

Sayın Öcalan‘ın da tarihi çağrısında vurguladığı gibi PKK ilk dönemlerinde “reel sosyalizm paradigması” içinde siyaset yapıyordu. Bu biraz da kaçınılmazdı çünkü dünya ABD‘nin başını çektiği “emperyalist blok” ve SSCB’nin liderlik ettiği “reel sosyalist blok” olarak iki kampa bölünmüştü. İnkârcı rejim önce Britanya ardından ABD emperyalizmine dayanarak ayakta kalmıştı. Ezilen halkların ilerici aydınları ulusların kendi kaderini tayin hakkını savunan Leninist geleneği emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı mücadelelerinin doğal müttefiki olarak görüyordu.

Milenyumun son on yılına girerken tarihin akışı olağanüstü derecede hızlandı. Reel sosyalizm bloku çöktü. ABD, kendi egemenliğine dayanan “yeni dünya düzeni”ni ilan ederken Körfez’de savaş başladı. Ortadoğu‘da Birinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan statüko için de değişim vakti gelmişti.

Aynı günlerde Kürdistan‘da kitlesel gösteriler gerçekleşti. PKK bu yeni döneme kitlesel halk desteği kazanmış olarak giriyordu.

Reel sosyalizmin çöküşü dünya solunda ideolojik bir bunalıma yol açtı, komünist partiler kapılarına kilit vurdu. Halkla bütünleşme ve hızlanan Ortadoğu siyaseti PKK’nin ideolojik türbülansa girmesine mani oldu.

Daha geniş ölçekte “yeni dünya düzeni” ve ilk hamlesi gerçekleşen “yeni Ortadoğu düzeni” sadece sol örgütleri değil, bütün dünyayı, bölgeyi ve ulus-devletleri de yeni bir durumla karşı karşıya bırakmıştı.

Türkiye‘yi yönetenler de bu yeni duruma nasıl ayak uyduracaklarını bilmiyorlardı. Bir yandan ABD’nin Orta Asya‘ya yönelik planlarında yardımcı oyuncu olarak rol alıp bölgesel güç olma hayalleri görüyorlar ama bir yandan da Ortadoğu’daki değişimin Kemalizm‘in Kürt meselesine yönelik geleneksel inkâr politikasını aşmayı gerektirdiğini fark edince uykuları kaçıyordu. 1990-93 dönemi arasında gel-git’li bir süreç yaşandı. Bir gün “Kürt realitesini tanıyoruz” dediler, ertesi gün bayram kutlamak için toplanan sivil halka ateş açtılar. Nihayetinde Turgut Özal ve ekibinin tasfiye edilmesiyle birlikte “kirli savaş konsepti” hakim oldu. Kirli savaşı 28 Şubat darbesi, darbeyi “uluslararası komplo” izledi. Bu çalkantılı dönem PKK’yi de Öcalan’ın ifadesiyle “kendini tekrara” mecbur bıraktı.

Emperyalist komplo ve yeni paradigma

Bazen bütün gerçeklik yoğunlaşarak tek bir olayda somutlanır ve onu çözümlemeye çalışırken bütünlük görünür hale gelir. “Uluslararası komplo” böyle bir olaydı. 40 milyonluk bir halkın lideri için koca gezegende güvenli tek bir çatı altı yoktu. Tarihte örneği pek olmayan bir küresel tecrit ve adeta post-modern bir kurban ayini söz konusuydu. Başbakan Ecevit bile “Öcalan’ı niye bize verdiler bilmiyorum” diyordu.

Öcalan’ın da AİHM Savunması‘nda vurguladığı gibi Batı kendi değerlerini hiçe saymakta tereddüt etmemişti. Komplo Öcalan’ı kapitalist modernitenin derinlikli bir sorgulamasını yapmaya yöneltti. Sorgulama mantıki sonuçlarına götürüldüğünde reel sosyalizm eleştirisi de kaçınılmaz oldu.

Ulus-devlet ve sosyalizm

İnsanlığın sınıfsız, sömürüsüz ve özgür bir toplumda yaşama arzusu sınıflı toplumların ortaya çıkışı kadar eski. Sosyalizm idealinin kökleri Demirci Kawa’ya kadar uzanıyor.

Modern sosyalizm ise sanayi devrimi ve Fransız ihtilalini izleyen dönemde doğdu. Marx ve Engels Komünist Manifesto‘yu 1848 devrimlerinin hararetli günlerinde yayınladılar.

Avrupa kapitalizmi sömürgecilik üzerinde yükseldi. Manifesto’nun ifadesiyle “Amerika’nın keşfi, Afrika’nın gemiyle dolanılması, yükselen burjuvaziye yeni bir alan yarattı. Doğu Hint ve Çin pazarı, Amerika’nın sömürgeleştirilmesi, sömürgelerle alışveriş, mübadele araçlarında ve genel olarak metadaki artış, ticarete, gemiciliğe, sanayiye görülmemiş bir yükselme getirdi… Pazarlar sürekli büyüyor, talep sürekli yükseliyordu.” Sanayi devrimini tetikleyen buydu.

Yeni doğan sermaye sınıfı her geçen gün biraz daha güçleniyordu ancak iktidara sahip değildi. Devlet hala eski sınıfların, aristokrasi ile kilisenin elindeydi ve ayrıca eski devlet yapısı sömürgeci rekabetin ihtiyaçlarına cevap vermekten uzaktı. Ulus-devletler burjuvazinin bu iki yönlü ihtiyacının sonucu olarak ortaya çıktı. Burjuvazinin hem yeni bir devlete hem de sömürgeci-emperyalist rekabet içinde onun için savaşacak bir ulusa ihtiyacı vardı.

Liberalizm, sosyalizm, milliyetçilik gibi modern siyasi akımlar da ulus-devlet zemininde gelişti. Kapitalizm kendisiyle birlikte “mezar kazıcısı” işçi sınıfını da doğurmuştu. Modern sosyalizm bu sınıfın ideolojisiydi.

‘Sosyalizmin iki ruhu’

Amerikalı Marksist Hal Draper, sosyalist geleneğin içinde başlangıçtan itibaren iki eğilim bulunduğunu öne sürer ve bunları “yukardan (tepeden) sosyalizm” ve “aşağıdan (tabandan) sosyalizm” olarak tasnif eder. Manifesto’da da “burjuva sosyalizmi”, “küçük burjuva sosyalizmi” gibi “tepeden” eğilimlerle tartışan bir bölüm vardır. Bunlar emekçileri sefaletten kurtarmayı kendilerine misyon edinmiş “hayırsever” burjuvazinin ya da orta sınıf aydınlarının “ütopik” sosyalizmiydi. Manifesto ise “işçi sınıfının bilimsel sosyalizminin” tarih sahnesine çıkışını ilan ediyordu.

“Tepeden sosyalizm” emekçi halkı toplumsal değişimin aktif öznesi olarak değil pasif kitlesi olarak görür. Bu anlayış devrimci ya da reformist formlarda kendini üretebilir. Blankistler darbeyle devleti ele geçirdikten sonra halkı eğiterek sosyalizmi kurabileceklerini düşünüyordu. Reformistler için emekçilerin kendilerine oy vermesi yeterlidir. Bu, elitist ve devlet merkezli bir sosyalizm anlayışıdır; halk kitlelerinin ekonomik ve demokratik mücadelesi bu anlayış için önem taşımaz ve örgütsel iç işleyişi de demokratik değildir.

Marx’ın aşağıdan sosyalizmi

Marx’ın sosyalizmi ise her şeyden önce “emekçilerin kurtuluşunun kendi eylemlerinin eseri olacağı” yaklaşımına dayanır.

Marx siyasete “radikal” demokrat olarak başlamıştı. Demokrasi mücadelesi onun sosyalizm anlayışının merkezinde yer alır. Başka bir deyişle Marksizm, demokrasi ve sosyalizm mücadelelerini birleştirir.

Kapitalist ulus-devlet egemen sınıfların ortak çıkarlarının savunucusu, toplum üzerindeki tahakkümünün aracıdır ve sömürgeci/emperyalist rekabet için emekçi kitlelerini “ulus” olarak seferber etme ihtiyacına dayanır. Bu yapının üzerine yeni bir toplumsal düzen inşa edilemez. Emekçi sınıflar kapitalist devleti ilga etmeli ve “en demokratik burjuva devletinden milyon kez daha demokratik” kendi devletlerini kurmalıdır. Kapitalist ulus-devletten “devrimci kopuş” stratejisi bilimsel sosyalizmi ulus-devlet paradigmasından da uzaklaştırır.

Öte yandan ulus-devlete mesafeli devrimci duruş, kapitalist devletin demokratik cumhuriyete dönüştürülmesi mücadelesi ile tamamlanır. Demokrasi mücadelesi, çoğunluğunu emekçilerin teşkil ettiği toplumun kapitalist ulus-devlete karşı verdiği haklar ve özgürlükler mücadelesinin bütünüdür.

Marx sosyalist toplumu rahminden çıktığı annesinin kanını üzerinde taşıyan bir bebeğe benzetiyordu. Anne sağlıklıysa (demokratik cumhuriyet) bebek de sağlıklı doğacaktır. Ayrıca sosyalizm gökten de inmeyecektir, onun nüveleri yaşadığımız toplumun içinde mevcuttur.

Halk kitleleri demokrasi mücadelesinin içinde kendi gücünün farkına varır, birlikte hareket etmeyi öğrenir ve bu süreç içinde yeni bir demokrasinin temellerini atar. Emekçiler yeni bir toplum kurma ve yönetme kabiliyetini ancak “demokrasi mücadelesinin okulundan geçerek” kazanabilirler.

Demokratik sosyalizm geleneğinde “öncü”nün (parti) rolü de seçkinci sosyalizmden farklıdır. Parti kerameti kendinden menkul “kurtarıcı öncülerin” değil, sosyal adalet ve demokrasi mücadelesine öncülük edenlerin örgütü olmalıdır. Öncü kendini halktan yukarıya koymaz, onun organik bir parçasıdır. Görevi emekçi halkı kurtarmak değil kitlelerin kendi eylemleriyle gerçekleştireceği kurtuluş mücadelesine yardımcı olmaktır. Devrimci öncü halkın öğretmeni değil bilimsel bilginin ve tarihsel deneyimlerin taşıyıcısıdır. Marx’ın dediği gibi “eğitimcilerin de eğitime ihtiyacı vardır.” Devrimciler halktan öğrenmeye daima açık olmalıdır.

Marx’ın sosyalizmini devletçilikten uzaklaştıran bir diğer ilke ise enternasyonalizmdir. Marx ve Engels siyasete daima ulus-devlet çerçevesini aşarak, uluslararası işçi sınıfının çıkarları açısından yaklaştılar. “Dünyanın bütün işçileri birleşin” sloganı bunun ifadesiydi ve dünya devriminin gerekliliğine işaret ediyordu.

Sosyalizmin krizleri ve ulus-devlet

Marx’tan sonra, Avrupa’da, bilimsel sosyalizmi savunduğunu iddia eden kitlesel işçi partileri kuruldu ve bunlar II. Enternasyonel çatısı altında birleştiler.

Ancak Avrupa solunu zorlu bir sınav bekliyordu: Sömürgecilik emperyalizme evrilmiş ve ulus-devletlerin aralarındaki rekabet keskinleşmişti. Emperyalist paylaşım savaşı kapıdaydı.

Savaş başlayınca II. Enternasyonal partileri enternasyonalizm ilkesini kenara bırakarak kendi emperyalist devletlerinin arkasına dizildiler. Bu ihanet milyonlarca emekçinin hayatına mal oldu.

Rosa Luksemburg, sosyalist partilerin ulusun iyiliğini gerçekten düşünüyorlarsa savaşa karşı çıkması gerektiğini savunuyordu. Çünkü savaş uluslara yıkımdan başka bir şey getirmeyecekti. Sermayenin ve devletin “ulusal birlik” çağrılarına iştirak eden sol gerçekte ve sadece emperyalist saldırganlığa ve ulusların birbirini boğazlamasına onay vermiş oluyordu.

Avrupa solu neden böylesine büyük bir çöküş yaşamıştı? Lenin‘e göre emperyalist burjuvazi sömürgelerden elde ettiği büyük kârların bir bölümünü sendikaların ve işçi partilerinin bürokrasisini satın almak için kullanmıştı. Bu yolla gelişen “işçi aristokrasisi” de en kritik anda egemen sınıfların hizmetine koşmuştu. Gramsci ise egemen sınıfın ulus üzerinde ideolojik hegemonya tesis etmeyi nasıl başarmış olduğuna ve buna nasıl karşı durulabileceğine kafa yoruyordu.

Savaştan önce uzun bir ekonomik genişleme dönemi yaşanmış, üretimin olağanüstü derecede artması istihdam piyasasına belirli bir istikrar kazandırmış ve üretimin sürekliliğini garanti altına almak isteyen sermaye devleti sosyal politikalara kısmi bütçeler ayırmaya razı olmuştu. Hayat şartlarında görece iyileşmeler yaşayan emekçi sınıflar da böylece reformist sola bağlı kalmıştı. “İşçi aristokrasisi” sınıfı saran bir kabuktan ibaret değildi. Emperyalist ulus devletin hegemonyası daha derinlere kadar nüfuz etmişti.

Avrupa solu içinde küçük de olsa enternasyonalist ve devrimci bir eğilim de vardı. Bu eğilim Luksemburg – Bernstein tartışmasında olduğu gibi bürokrasinin Marksizm’in devrimci özünü revize etme girişimlerine karşı çıktı. Ancak bir yandan da işçi sınıfı kitlesinden kopmama kaygıları onları bağımsız örgütlenme konusunda tutuk davranmaya itti.

Özetle Avrupa solu ilk büyük kriz anında büyük bir çöküş yaşadı. Emperyalist ulus-devlet paradigmasına biat etmiş olmaları ve “ulusalcı” partiler haline gelmeleri bu çöküşte etkili olmuştu. Sömürgeciliğin ve emperyalizmin yarattığı maddi koşullar bürokratik tepeden sosyalizmin devrimci aşağıdan sosyalizme galebe çalmasına zemin sağlamıştı.

Ekim devrimi: Yeni bir umut

Öte yandan kısa bir süre sonra savaşın acı gerçekleri ortaya çıkmaya başlayınca milliyetçi histeri gerilemeye ve savaş karşıtlığı yeniden güç kazanmaya başladı. Bunun ilk sonuçlarından biri Rusya‘da devrimci krizin başlaması oldu. İç İçe geçmiş iki sorun vardı: Egemen sınıf ve onun partileri savaşın devamından yanayken işçiler ve köylüler savaşa derhal son verilmesini istiyordu. Savaşı ancak işçi devrimi bitirebilirdi. Fakat işçi sınıfı bütün politikliğine rağmen nüfusun ancak yüzde 3’ünü teşkil ediyordu. Lenin, Nisan Tezleri’nde sosyalist devrim çağrısı yaptığında partisinin merkez komitesi bile Rusya’da sosyalizmin maddi koşullarının olgunlaşmadığını ileri sürerek ona karşı çıktı. Elbette Lenin de bu sorunun farkındaydı. Avrupa’da özellikle Almanya‘da da devrimci kriz vardı ve sanayileşmiş Almanya’da devrim olursa Rus devrimi onunla birleşerek ayakta kalabilirdi. Emperyalist savaşa karşı kararlı duruşları Bolşevikleri kitleselleştirdi, işçi meclislerinde (Sovyet) çoğunluk haline geldiler ve devrim başarıya ulaştı.

Almanya ve Avrupa’daki devrimci kalkışmalar ise yenilgiye uğradı ve nihayetinde Rusya yalnız kalmış oldu. İç savaş ve kıtlık devrime öncülük eden işçi kuşağını büyük oranda imha etti. Troçki “demek ki yumak tersinden çözülecek” diye yazıyordu. Bolşevikler yüzlerini Doğu‘ya, sömürge dünyasına döndüler. Emperyalizm burada yenilgiye uğratılırsa Batı’da devrimlerin önü açılabilirdi. Bakü Doğu Halkları Kurultayı bu amaçla toplandı. Türkiye, Çin, Hindistan, İran, Endonezya, Vietnam ve bir dizi ülkede komünist partiler bu dönemde kuruldu. Komünist hareketin yeni sloganı “Dünyanın bütün işçileri ve ezilen halklar birleşin” oldu.

Lenin’in erken ölümü dengeleri değiştirdi. Lenin “Çarlık bürokrasisini kovduk, yakalarına kızıl kurdela takıp geri geldiler” diye yakınıyordu ve son mücadelesini Rus şovenizmine karşı vermek zorunda kalmıştı. Bürokrasi iktidarı giderek eline aldı. İşçi meclislerinin rolü önemsizleşti, parti içi demokrasi kısıtlandı, sendikalar ve grevler yasaklandı. Batı ile askeri ve ekonomik rekabete girebilmek için acımasız bir hızlı sanayileşme politikası izlendi. Hızlı sanayileşme köylülüğün zorla kollektifleştirilmesi ve tarımsal artı değere el konularak sanayiye aktarılması ile finanse edildi ve işçilerin düşük ücretlerle ağır çalışma koşullarına zorlanmasıyla hayata geçirildi. Böylece daha 1920’lerin sonlarında devrim yenilmiş ve “bürokratik devlet kapitalizmi” olarak nitelendirilebilecek bir yapı ortaya çıkmıştı.

Ulus-devletler dünya pazarına ve sömürgelere hakim olmak için birbirleriyle rekabet eden sermaye gruplarının dayanağı olduğu için, ulus-devlet aynı zamanda uluslararası bir olgudur.

“Reel sosyalizm” de son tahlilde dünya sisteminin parçasıydı ve Batılı kapitalist güçlerle askeri rekabet içindeydi. Silahlanmaya aktarılan kaynaklar işçilerin ürettiği artı değere el konarak sağlanıyordu. Asalak bir sınıf olarak bürokrasi de bu sömürüden payını alıyordu. Kısaca ekonomik politikalar ve sınıfsal yapı dünya kapitalist sisteminin gereklerine göre şekilleniyordu. Bunun doğal sonucu askeri rekabet yoğunlaştıkça halkın yaşam standardının düşmesiydi. Nitekim Sovyetler Birliği‘nin çöküşüne de bu neden oldu. ABD‘nin tırmandırdığı silahlanma yarışı bir noktada ekonomiyi iflasa sürükledi.

Özet olarak II. Enternasyonal’in bürokratik sosyalizmi kendisini emperyalist ulus-devlet zemini içinde konumlandırdığı ve Stalinist rejim ulus devlet paradigmasını terk etmeyip taklit ettiği için krize girmişti. Ulusalcılığın bürokrasi eliyle enternasyonalizmin yerini alması sosyalist ideolojinin temellerini tahrip etmiş, Marx’ın toplumcu sosyalizmini devletçi-bürokratik “reel sosyalizme” dönüştürmüştü.

Kürt sosyalizmi

Kürdistan İşçi Partisi‘nin kurulduğu yıl Komünist Manifesto’nun yayınlanışının 130. yıldönümüydü. Kuşkusuz PKK kurulmadan önce de Kürt sosyalizmi vardı ama yine de Kürdistan‘da sosyalist hareketin göreceli geç geliştiğini söylemek yanlış olmaz.

Troçki “eşitsiz ve bileşik gelişme” yasasını açıklarken kimi zaman geç kalmanın bir tür ayrıcalık sağlayabileceğinden söz eder. Geç kalan kendinden öncekilerin geçmek zorunda olduğu bir dizi aşamayı atlayabilir ve onların deneyimlerinden dersler çıkarabilir.

Sosyalizm sermayenin küresel egemenliğine karşı mücadele eden ve onu ortadan kaldırmayı vaaz eden radikal bir ideolojidir. Emperyalist bir ülke ya da ezen ulus zihniyeti devrimci sosyalist hareketin gelişmesi açısından kıraç topraklar ise ezilen uluslar, cinsler ve topluluklar da onun serpilip gelişebileceği bereketli topraklardır. Sosyalizm kadındır, gençtir, Kürt’tür, Alevidir. Ruhunu ve en inançlı savaşçılarını ezilenler arasında bulur. Kürdistan’da sosyalizmin büyük halk desteğine sahip olmasının bir sebebi de budur.

Sosyalizm dinsel bir öğreti değildir. Kapitalizmin gelişmesine göre devrimci özünü koruyarak güncellenmesi gerekir. Ve bu gelişim teori ile pratiğin birleşerek praksis halini aldığı koşullarda gerçekleşebilir.

Marx teorisini ulus devletlerin yeni kurulduğu ve kapitalizmin henüz emperyalizm aşamasına geçmediği bir dönemde geliştirmişti. Ulus devlet paradigmasına yönelik tartışmalar 1970’lerden itibaren canlanmaya başladı ve ufuk açıcı bir dizi çalışma son yıllarda yayınlandı.

Dünyanın en büyük ulusal hareketlerinden birine liderlik eden Öcalan açısından ulus-devlet tartışması teorik faaliyetlerinin merkezindeydi. Ortadoğu gerçekliğini yakından biliyordu, inkarcı bir ulus-devletin zorbalıkla asimile etmeye çalıştığı bir halkı ayağa kaldırmış ve bir “demokratik ulus”a dönüştürmüştü. Ulus-devlet tartışmalarına katkı yapacak biri varsa o Öcalan’dı.

Öcalan’ın tartışma yaratan “Marx’ı aştım” sözleri bu bağlamda anlam kazanabilir. Gramsci Lenin’i “Kapital’e karşı devrim yaptı” diyerek övüyordu. Burada kast edilen “kitabi Marksizmin” devrimci istikamette “aşılmasıdır”. Bizim bu yazıda savunmaya çalıştığımız gibi Öcalan bu tartışmalar içinde reel sosyalizmin bürokratik ve devletçi paradigmasından koparak Marx’ın devrimci, özgürlükçü ve demokratik “aşağıdan sosyalizmine” daha da yakınlaştı ve Marksist teoriye katkılar yaptı. Cinsiyet eşitlikçi ve ekolojist bir perspektifle Kürt sosyalizminin devrimci özünü daha da tahkim etti.

Peki bu nasıl mümkün oldu? Mihri Belli’nin ilk izlenimleri tam burada anlam kazanıyor. Halk çocuklarının hareketi olarak yola çıkan Kürt sosyalizmi zaten “aşağıdan doğru” gelişen bir hareketti. Bu harekete katılanlar bürokrat ruhlu kariyeristler değil, inkar rejimine isyan etmenin hayatlarına mal olacağını bilen, idam edilen atalarının hikayesini dinleyerek büyümüş fedakar ve özgürlükçü ruhlu yurtseverlerdi. İlkel milliyetçiliğe prim vermeyen ve enternasyonalizmi temel alan siyasi çizgileri onları aşağıdan sosyalizme bir kez daha yaklaştırıyordu. Ve son olarak kısa sayılabilecek bir sürede kazandıkları halk desteği hareketi deyim yerindeyse daha da olgunlaştırdı.

Yeni dönem, yeni görevler

Dört kuşak boyunca devam eden silahlı çatışma döneminin kapanması ve asırlık inkârcı Kemalist ulus-devlet paradigmasının geçerliliğini yitirmesi Türkiye siyasetinin bütün parametrelerini değiştirecek bir gelişmedir.

Bütünüyle yepyeni bir dönemin eşiğindeyiz. Silahlar sustu şimdi sıra cumhuriyetin özgürlükçü demokrasi temelinde yeniden inşa edilmesinde. Kürt halkı son derece politik bir halktır. Bu eşiğin aşılmasının ve demokratik cumhuriyetin kazanılmasının yediden yetmişe bütün Kürtlere sorumluluk yüklediğini biliyor. Yeni bir Türkiye ve yeni bir Ortadoğu için Kürtler birlik olmalıdır ve olacaktır. Sayın Öcalan DEM Parti’nin oy oranının yüzde 20’lerde olması gerektiğini söylüyor. Bu gerçekçi bir hedeftir.

Daha da ötesi yeni paradigma eski kutuplaşmaları ve kamplaşmaları da geçersiz hale getirecek. AKP ve CHP büyük ölçüde mecburi koalisyonlardır. Birinin Abdulhamidci, diğerinin Kemalist geleneği demokrasiye bütünüyle yabancı. Demokrasi bayrağı şimdi Kürt halkının elindedir.

Türkiye gelir dağılımı açısından dünyanın en adaletsiz ülkesi olmasına rağmen terör umacısı ve sanal kutuplaşmalar yüzünden gerçek meseleler konuşulamıyor. Oysa Türkiye’nin gündemi demokrasi ve sosyal adalet olmalıdır. Kürt demokratik sosyalizmi tam da bu hedeflerle halklarımızı omuz omuza mücadele etmeye çağırıyor. “Demokratik üçüncü yol”un önünün açılması ve gelişmesi tahmin edilenin çok ötesinde sonuçlar doğurabilir. Demokratik sosyalizm Kürt Özgürlük Hareketi’ne “Türkiye Hareketi” olarak da büyümenin ve iktidar alternatifi olmanın kapılarını açabilir.

Diyalektik bir biçimde bu görev ancak Kürt toplumu bütün hücrelerine kadar örgütlenerek ve dört parçadaki Kürtlerin birliği sağlanarak başarılabilir.

PKK kendisini halk meclislerinin, doğrudan demokrasinin, öz yönetimin önünü açmak için feshediyor. Şimdi görev her köyde, her mahallede, bütün yaşama ve çalışma alanlarında, metropollerde ve diasporada Kürtlerin yaşadığı her coğrafyada halkın kendini ilgilendiren meseleleri, ülke, bölge ve dünya siyasetini özgürce tartıştığı, gündelik hayatını ve geleceğini örgütlediği ve aşağıdan yukarıya doğru yükselen demokratik meclisler inşa etmektir. Kürt Özgürlük Hareketi bunu başarabilecek nitelikli ve deneyimli kadrolara fazlasıyla sahip.

Kürt halkı zulme boyun eğmeyen ve emekçi bir halktır. Geçen 50 yıl içinde Kürt toplumu büyük bir sosyolojik değişim geçirdi. Türkiye sosyolojisini de değiştirdi. Bugün artık en büyük Kürt şehri İstanbul’dur. Kürt emekçiler Türkiye işçi sınıfının hatta Avrupa işçi sınıfının en önemli parçalarından birini oluşturuyor. Demokratik sosyalizm bu halkın saflarında özgürlükçü ruhunu buluyor. Sosyalizm Kürtçe konuşuyor. Kürt halkının elinde dalgalanan sosyalizm bayrağı bütün dünya emekçilerine “başka bir dünya mümkün” umudu aşılıyor. Demirci Kawa’nın torunları yeni bir sosyalist rönesansın ateşini yakmış ve demirini dövüyor olabilir. Dünyanın bütün sosyalistlerinin bu mücadeleye aşkla, şevkle dahil olması ve destek vermesi gerekiyor.

 

PaylaşTweetGönderPaylaşGönder
Önceki Haber

Kan kızıla boyanmış mayıs

Sonraki Haber

İstanbul depreme hazır değil

Sonraki Haber
İstanbul depreme hazır değil

İstanbul depreme hazır değil

SON HABERLER

Bir bilgeye vefa kitabı

Hüzne ve umuda dair: Jamal

Yazar: Yeni Yaşam
29 Mayıs 2025

Hakikatin ruhu, yolda birlik, tarihi sorumluluklarımız (2)

Dağın sırrına ihanet: Alevi kutsal mekanlarının istismarı, Düzgün Bawa’da kirlenen toprak

Yazar: Yeni Yaşam
29 Mayıs 2025

Demokratik statü, demokratik anayasa

Demokratik statü, demokratik anayasa

Yazar: Yeni Yaşam
29 Mayıs 2025

Zulme Karşı Direnmek

Şimdi yön verme vakti

Yazar: Yeni Yaşam
29 Mayıs 2025

Yalnız ekonomi mi?

Yeni bir dönem başlıyor

Yazar: Yeni Yaşam
29 Mayıs 2025

Bir milyon dolarlık füze ve kriz

Uyarı yap, pratiğe bak

Yazar: Yeni Yaşam
29 Mayıs 2025

On binlerin yürüyüşü

AKP ile anayasa? 

Yazar: Yeni Yaşam
29 Mayıs 2025

  • İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
yeniyasamgazetesi@gmail.com

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

E-gazete aboneliği için tıklayınız.

Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Tümü
  • Güncel
  • Yaşam
  • Söyleşi
  • Forum
  • Politika
  • Kadın
  • Dünya
  • Ortadoğu
  • Kültür
  • Emek-Ekonomi
  • Ekoloji
  • Emek-Ekonomi
  • Yazarlar
  • Editörün Seçtikleri
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Karikatür
  • Günün Manşeti

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır