İstanbul’un devasa nüfusu, karmaşık yapısı, sermaye odaklı dönüşümü ve beklenen depremin karşısında yetersiz kalma ihtimalinin yüksek olduğu konusunda endişeler sıklıkla dile getiriliyor. Uzmanlara İstanbul’u bekleyen tehlikeleri ve alınması gereken önlemleri sorduk
Duygu Kıt
6 Şubat depremleri iki yılı geride bırakırken deprem bölgelerinde birçok soruna hala çözüm üretilmedi. Toplam nüfusuyla, artan betonlaşmasıyla, yapıların güvensizliğiyle, can güvenliği değil rant odaklı politikalar sebebiyle uzmanların sıklıkla felaket uyarısı yaptığı İstanbul depremi ise tedirginlik yaratmaya devam ediyor. İstanbul’un Kuzey Anadolu Fay Hattı’nın (KAF) Marmara Denizi içerisinden geçen kolunun üzerinde yer alması nedeniyle yüksek sismik riske sahip. Uzmanlar, önümüzdeki yıllarda büyüklüğü en az 7 ve üzeri olması beklenen bir depremin meydana gelme olasılığının yüksek olduğunu dile getirirken İstanbul’u bekleyen riskler ve alınması gereken önlemler için uzmanlarla konuştuk.
‘İyileştirme söz konusu değil’

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) İnşaat Mühendisleri Odası’ndan Özer Or, 1999 depreminden sonra yapılması gereken hazırlıklarla ilgili pek çok araştırma yapıldığını, planlar ve raporlar yayımlandığını fakat bu planlara göre programa dönüştürülüp uygulanması gerekenlerin pek azının hayata geçirildiğini belirtti. “Kentsel dönüşümün yoğun olduğu bölgeler, yıkılarak yenilenen yapılar gerçekten en riskli olanlar değil” diyen Or, beklenen risklere ilişkin olarak şu değerlendirmelerde bulundu:
“Ülkemizdeki depremlerde can kayıplarının başlıca nedeni olan bina güvenliğinin sağlanması konusunda yetersizlikler sürüyor. İnşaat yapımının denetiminde malzeme denetimi açısından bazı ilerlemeler kaydedilse de inşaatların yönetimi ve tasarım denetimi konusunda hâlâ ciddi eksiklerimiz var. Bu sorunlar yeni inşa edilen binaların güvenliğinde bazı zaaflar yaratabiliyor. Ayrıca 2000 öncesi inşa edilmiş yapıların da depreme karşı dayanıklı olmayanlarının tespit edilip güçlendirilmesi veya güçlendirmeye elverişli değilse yenilenmesi gerekiyor. Kentsel dönüşüm denen uygulamalarla teşvik ediliyormuş gibi görünmesine rağmen bu konuda da ciddi bir önceliklendirme sorunu var. Kentte sürekli bir yıkım ve yenileme faaliyeti olduğu halde depremde ağır ve çok ağır hasar alması beklenen binalarımız olduğu yerde duruyor. En kırılgan bölgelerimizde henüz ciddi anlamda bir iyileştirme sağlayamadık.”
‘Rant, can kaygısını geçti’
Deprem sonrası en önemli konulardan biri de ulaşım riskleri. İstanbul’da artan betonlaşma ve kimi semtlerdeki dar sokaklar sebebiyle afet sonrasında yıkım alanlarına hızla ulaşabilmek için alternatif ulaşım yolları hayati önemde. Or, bu risklere ilişkin ise şu bilgileri verdi:
“Deprem sonrasında çok sayıda yol, üzerine yıkılan binalar, göçen köprüler, viyadükler, üstgeçitler nedeniyle kapanabilir. Bu konuda lokal bazı çalışmalar yapılsa da bütünleşik bir plan ve ayrıntılı program yok elimizde. Başlatılan çalışmalar da yavaş ilerliyor. Dolaylı riskler de var. Acil ulaşım yollarında hiçbir zaman akışı aksatacak veya yavaşlatacak durumlar oluşmamalı, parklanmaya, duraklamaya izin verilmemeli. Mahalle aralarında gece parklanma nedeniyle zaman zaman itfaiye araçlarının dahi sokaklara giremediği için yangınlara müdahale etmekte çok geciktiğini görüyoruz. Yanı sıra İstanbul’da yerleşim bölgeleri arasında veya bazı apartman katlarında dağınık biçimde bulunan çok sayıda fabrika veya imalathane gibi yerlerde daha az hasar alma durumunda dahi yangın, patlama, kimyasal madde yayılımı, gaz sızıntısı gibi durumlar söz konusu olabilir.”
‘Barınma alanları yetersiz’
Toplanma alanlarının acil ve geçici olarak ikiye ayrıldığını belirten Or, hem acil toplanma alanlarının hem de geçici barınma alanlarının yeterli durumda olmadığını aktararak toplanma alanlarının durumuna ilişkin şunları belirtti:
“Acil toplanma alanlarının yeterli sayıda, yeterli güvenlikte ve yeterli altyapıda olduğunu söylemek zor. Acil toplanma alanlarında sınırlı sayıda çadır veya konteyner yeri, yemek dağıtımı, tıbbi malzeme, hijyen, iletişim ve enerji ihtiyaçlarını geçici bir süreyle de olsa karşılayabilecek imkânlar bulunmalı. Geçici barınma alanları da erişilebilirlik, kullanılabilirlik açısından yeterli durumda değiller. Yaşam alanı olarak kullanılmak üzere altyapılarının ne kadar hazır olduğunu bilmiyoruz. Yerleşim birimlerinden uzaktalar. En önemlisi de depremde kullanılamayacak derecede hasar alan binaların sakinlerini barındırmaya yetecek kadar planlanıyorlar fakat büyük depremlerden sonra binalarımız depremi sağlam atlatmış olsa da artçı şoklar devam ederken uzunca bir süre insanlar evlerinde kalmak istemeyecekler. Binamızın güvenliğinden emin olana kadar bir süre hepimiz depremzede olacağız. Planlama buna göre yapılmalı.”
‘Afet yönetiminde eşitlik yok’
Afet bölgelerinde bir diğer önemli husus ise afet yönetiminde toplumsal cinsiyet eşitliğini gözeten planlamaların varlığı ve uygulanabilirliği. 6 Şubat depremlerinden sonra da kadınlar, göçmenler, LGBTİ+’lar artan bir mağduriyet yaşamaya devam ettiler. “Bu sorunlara yönelik çalışmalar yapan sivil toplum örgütlerinin engellenmemesi ve desteklenmesi, onlarla işbirliği yapılması gerek” diyen Or, şu ifadeleri kullandı:
“Toplumsal cinsiyet eşitliğini gözeten planlar genel olarak var fakat yeterli olduğunu söylemek zor. Risk azaltma planları ve afet müdahale planları var fakat yeterince ayrıntı içermiyor. Daha alt düzeyde çeşitli kurum ve paydaşların iş birliğiyle yapılan hazırlıkları izlememiz de mümkün olamıyor. Büyük bir depremin ardından iki yıl geçti ve deprem bölgesinde toplumsal cinsiyet eşitliği açısından pek çok sorun yaşanmıştı. Zor şartlarda bir arada yaşamın şiddet, taciz gibi vakaları artırdığına, kadınlara hijyen malzemeleri konusunda yeterli destek sağlanamadığını, yardımlar dağıtılırken LGBTİ+ bireylere ayrımcılık yapıldığına dair örnekler de yaşandı fakat bunların ne kadarının raporlandığı ve tekrarının yaşanmaması için neler yapıldığı konusunda kamuoyuna yansıyan bilgiler sınırlı.”
Can güveliği yerine rant öncelikli
TMMOB Şehir Plancıları Odası Yönetim Kurulu Üyesi Nuri Cem Ceylan, İstanbul’daki yapı stoğunun büyük bir kısmının depreme karşı risk taşıdığını ve acil kentsel dönüşüm ile güçlendirme çalışmalarının oldukça hayati olduğunu belirtti. Ceylan şunları kaydetti:
“İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) paylaştığı verilere göre, kentte yaklaşık 1,2 milyon yapı bulunmaktadır. Bu yapıların yaklaşık 800 bini, deprem yönetmeliklerinin güncellendiği 2000 yılı öncesine aittir. Yapılan hasar tahmin tespitlerine göre, olası büyük bir depremde yaklaşık 200 bin civarında yapının kullanılamaz hale geleceği öngörülmektedir. Bu binalarda ise yaklaşık 1,3 milyon hane bulunduğu tahmin edilmektedir. Özellikle deprem riski taşıyan bu binaların Marmara kıyısındaki batı ilçelerinde yoğunlaştığı belirtilmektedir. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı verilerine göre de, İstanbul’da acil dönüştürülmesi gereken riskli yapı sayısının on binlerle ifade edildiği bilinmektedir. Bu durum, kentsel dönüşümün hızlandırılması, riskli yapıların tespiti ve dönüştürülmesi süreçlerinin şeffaf, demokrat ve katılımcı bir şekilde yürütülmesi gerektiğini bir kez daha ortaya koymaktadır.”
‘Çalışmalar hızlandırılmalı’
Ceylan, “Afet sonrası için yardımların ve desteklerin ulaşabilmesi için çözümler üretilmesi gerekmektedir. Bunun ne kadar önemli olduğunu maalesef Maraş depreminde Hatay’a gidecek yardımlar için gördük” diyerek İstanbul’da beklenen depremin başlıca risklerini şöyle sıraladı:
“İBB’nin 2019 Deprem Senaryosu Tahminleri’ne göre depremin gündüz saatlerinde meydana gelmesi halinde yaklaşık 13.000 ila 15.000 can kaybı, 40.000 civarında ağır yaralı, 250.000 civarında da hafif yaralı beklenmektedir. 16 milyonu aşan nüfus yoğunluğu karşısında, barınma, sağlık, arama-kurtarma gibi temel hizmetlerin kapasite olarak yetersiz kalacağı öngörülürken farklı kurumlar arası koordinasyon sorunları ve mevcut kaynakların depremin yaratacağı devasa ekonomik ve insani ihtiyaçları karşılamakta yetersiz kalma riski bulunmaktadır. Bu öngörüler, özellikle riskli yapı stokunun dönüştürülmesi ve kentsel dönüşüm çalışmalarının hızlandırılması gerektiğinin altını çizmektedir.”
‘Sermaye odaklı politikalar…’
Ceylan yakın zamanda Marmara merkezli yaşanan deprem sonrasında, özellikle Avrupa yakasında, insanların toplanabileceği boş/kamusal alanların dahi eksik olduğu deneyimlendiğini kaydetti. Ceylan şöyle devam etti:
“Yapılan detaylı analizler sonucunda, 1999 depremi sonrası belirlenen yaklaşık 500 toplanma alanının büyük çoğunluğunun, Zorlu AVM ve Trump Towers gibi bilinen yapılar da dahil olmak üzere, konut projeleri, alışveriş merkezleri ve rezidanslara dönüştürüldüğü görülmektedir. Yalnızca AVM’ye dönüşen alanların sayısı 95’tir. Valiliğin okulların bahçelerini toplanma ya da barınma alanı olarak göstermesi, devletin de bu konuda yeterli açık alana sahip olmadığını zımnen kabul ettiğini göstermektedir. Taksim Gezi Parkı’nın yapılaşma girişimi ve Şişli’deki ‘Rezerv Alan’ adı altındaki inşaat faaliyetleri gibi örnekler, nitelikli toplanma alanı olabilecek kamusal alanların sermaye odaklı dönüşümünün devam ettiğini ortaya koymaktadır. Bu durum, sadece depremin yıkıcı etkisini artırmakla kalmayıp, deprem sonrası yaşanacak iyileşme ve yenilenme süreçlerini de engelleyerek ikincil afet riski taşımaktadır. Kamusal alanlar üzerinde sermaye odaklı politikalar bu şekilde devam ettiği sürece, yalnızca depremin kendisi değil, sonrasında yaşanacakların bırakacağı izler de derin ve uzun süreli olacaktır.”
Eşitliğe dayalı afet yönetimi
Ceylan, “Afet yönetimi planlamalarında toplumsal cinsiyet eşitliğinin yeterince gözetilmediğini, bu alanda önemli eksiklikler tespit ettiğimizi belirtmek isteriz” diyerek önerilerini şu şekilde sıraladı:
“Kadınlar, çocuklar, yaşlılar, engelliler ve kronik hastalığı olan bireylerin afetlerde daha kırılgan olduğu uluslararası deneyimlerle sabittir. Özellikle geçici barınma alanlarında kadın ve çocukların güvenliği, özel hijyen ihtiyaçları ve mahremiyeti gözardı edilmekte; yardım dağıtım süreçlerinde kadınların ve diğer kırılgan grupların ihtiyaçları önceliklendirilmemektedir. Ayrıca afet yönetim süreçlerinde yerel düzeyde kadınların ve kırılgan grupların temsil ve karar alma mekanizmalarına katılımı yetersiz kalmakta, afet sonrası psikososyal destek hizmetleri toplumsal cinsiyet farklılıkları gözetilmeden tasarlanmakta ve afet sonrası kaos ortamında kadın ve çocuklara yönelik cinsel ve fiziksel şiddet riskine karşı yeterli önleyici tedbirler alınmamaktadır. Bu alandaki planlamaların, uluslararası standartlara uygun olarak, toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifini ana akımlaştırarak, tüm afet döngüsü (risk azaltma, hazırlık, müdahale, iyileştirme) boyunca entegre edilmesi gerekmektedir.”
Depreme göre yaşamak
“Kamuoyunda dolaşıma sokulan ‘deprem olacak/olmayacak’ veya ‘şu tarihte olacak/olmayacak’ gibi spekülatif ve bilimsel temeli olmayan tartışmalar, son derece yanıltıcı ve zararlıdır” diye devam eden Ceylan, olası bir depremin etkilerini en aza indirmek için neler yapabileceğine, riskleri nasıl azaltabileceğine ve afetlere karşı dirençli bir kentin nasıl inşa edebileceğine odaklanmanın önemine değinerek şu vurguları yaptı:
“Odaklanılması gereken temel konu, depremin olup olmayacağı veya ne zaman olacağı değil, depreme ne kadar hazırlıklı olduğumuz ve riskleri nasıl yöneteceğimiz olmalıdır. Bu, bir afet riskini azaltma, hazırlık, müdahale ve iyileştirme döngüsünü içeren kapsamlı bir yaklaşımdır. İstanbul için deprem gerçeği kabul edilmeli ve tüm kentsel planlama, yapılaşma ve altyapı yatırımları bu gerçeklik ışığında yapılmalıdır. Mevcut yapı stoğunun güçlendirilmesi veya dönüştürülmesi, toplanma alanlarının yeterliliğinin sağlanması, altyapı sistemlerinin depreme dayanıklı hale getirilmesi gibi konulara öncelik verilmelidir. Halkın deprem gerçeği konusunda doğru bilgilendirilmesi, bireysel ve ailevi hazırlıkların önemi, afet anında ve sonrasında yapılması gerekenler konusunda eğitimlerin yaygınlaştırılması gerekmektedir.”