Uluslararası raporlara göre, ülkelerin yüzde 51’inin İnsani Gelişme Endeks değeri düşerken, dünyanın dört bir yanındaki insanlar artık kendilerini her zamankinden daha güvensiz hissetmeye başladılar. 20. Yüzyılda yaşanan iki dünya savaşı dönemlerinde dahi geleceğe dair olumsuz beklentiler bu denli yüksek olmamıştı. (1)
Önümüzdeki on yıl, altta yatan jeopolitik ve ekonomik eğilimlerin yönlendirdiği çevresel ve toplumsal krizlerle karakterize edilecek. “Hayat pahalılığı krizi” önümüzdeki iki yılın en ciddi küresel riski olarak gösteriliyor. “Biyoçeşitlilik kaybı ve ekosistem çöküşü” ise önümüzdeki on yılda en hızlı kötüleşen küresel risklerden biri olarak görülüyor ve altı çevresel riskin tümü önümüzdeki on yıl içinde ilk on risk arasında yer alıyor. (2)
Diğer taraftan hızla kötüleşen bir dünyada yaşasak da mutluluk arayışı insanlığın birkaç değişmezinden biri olmaya devam ediyor. Ancak bu kavramın özünü yakalamak basit bir iş değil çünkü mutluluk hem ölçülebilir kriterlere hem de kişisel algılara bağlı. Keza bunların her ikisi birlikte toplumsal refahın salt ekonomik rakamların ötesinde daha derinlikli bir şekilde anlaşılmasını sağlıyor.
Dünya Mutluluk Raporu 2025
Her yıl Birleşmiş Milletler Örgütü (BM) Sürdürülebilir Kalkınma Çözümleri Ağı, Oxford Üniversitesi Refah Araştırma Merkezi ve Gallup adlı bağımsız bir araştırma kuruluşu tarafından, çok sayıda ülkede insanların mutlu ya da mutsuz olmalarına neden olan faktörler araştırılıyor ve içinde insanlarla yapılan anketlere dayanılarak düzenlenen Dünya Mutluluk Endeksi’nin yer aldığı Dünya Mutluluk Raporu (3) adlı bir rapor yayınlanıyor.
Bu yılın mart ayında yayınlanan 2025 Dünya Mutluluk Raporu, yaşam değerlendirmeleri, sosyal destek, seçim özgürlüğü, kişi başına GSYH ve ek refah göstergelerine dayalı olarak küresel memnuniyeti ölçmeye çalışıyor. Bu raporda yer alan endekste (2022-2024) yıllarını kapsayan son üç yılda dünyadaki en mutlu ve en mutsuz ülkeler toplam 147 ülke arasında sıralanıyor.
Her ülkenin Dünya Mutluluk Raporu’ndaki puanı, bu üç yıllık dönemdeki (2022-2024) yaşam kalitesine ilişkin değerlendirmelerinin ortalamasını yansıtıyor ve ülkeleri en yüksek mutluluk düzeyinden en düşüğe doğru sıralıyor.
Ekonomi, psikoloji, sosyoloji ve diğer alanlardan uzmanlar daha sonra “kişi başı GSYH”, “sağlıklı yaşam beklentisi”, “güvenilecek birisine sahip olma”, “özgürlük duygusu”, “cömertlik” ve “yolsuzluk algısı” gibi faktörleri kullanarak ülkeler arasındaki ve zaman içinde aynı ülkedeki farklılıkları analiz ediyor. Bu faktörler ülkeler arasındaki farklılıkları açıklamaya yardımcı olurken, sıralamaların kendisi yalnızca insanların kendi yaşamlarını değerlendirmeleri istendiğinde verdikleri cevaplara dayanıyor. Dünya Mutluluk Haritası bu çalışmadan türetilmiş bir harita.
İskandinav ülkeleri ilk sırada
İskandinav ülkeleri küresel mutluluk sıralamasında bir kez daha en üst sıralarda yer alıyor ve Finlandiya sekizinci yıldır birinciliğini koruyor. Hemen arkasından Danimarka, İzlanda ve İsveç geliyor ve her biri bir önceki raporda sahip oldukları konumlarını koruyor. Bu yıl en önemli değişikliklerden biri de 12. sıradan 6. sıraya yükselen Kosta Rika’dan geldi. Bu başarı, bir Latin Amerika ülkesi için şimdiye kadarki en yüksek sıralamaya işaret etmekle kalmıyor aynı zamanda onu bu yılki raporda Avrupa dışındaki en güçlü performans gösteren ülke konumuna getiriyor.
Yemeğini paylaşmak mutlu ediyor!
Bu yılki rapor bizi “sağlık” ve “zenginlik” gibi geleneksel belirleyicilerin ötesine bakmaya yönlendiriyor. Mutlu olmada yemeğini paylaşmanın ve başkalarına güvenmenin beklenenden daha da güçlü bir refah belirleyicisi olduğu ortaya çıkıyor. Raporda sosyal izolasyon ve siyasi kutuplaşmanın yaşandığı bu çağda insanları yeniden bir sofra etrafında toplamanın yollarının bulunmasının gerekliliğine işaret ediliyor.
Bu çerçevede, “yemeğini başkalarıyla paylaşmanın” tüm bölgelerde mutluluk ve refahla güçlü bir bağının olduğu görülüyor. Bu bağlamda mutluluk endeksinde diğer gelişkin ülkelere nazaran aşağılarda kalan Amerika Birleşik Devletleri’nde tek başına yemek yiyenlerin sayısının son 20 yılda %53 artması tesadüf değil. Keza “hane halkı büyüklüğünün” mutlulukla bağlantılı olduğu anlaşılıyor. Öyle ki birlikte yaşayan dört-beş kişi Meksika ve Avrupa’da en yüksek mutluluk seviyelerine sahip. Buna karşılık Avrupa’da birçok insan tek başına yaşıyor. 2023 yılında, dünya genelindeki genç yetişkinlerin %19’u sosyal destek için güvenebilecekleri kimsenin olmadığını bildiriyor. Bu oran 2006 yılına kıyasla %39’luk bir artış anlamına geliyor. ABD’de ve Avrupa’nın bazı bölgelerinde azalan mutluluk ve sosyal güven, siyasi kutuplaşmanın ve otoriterleşmenin artışını ve yönünü açıklayabilecek bir bulgu haline geliyor.
Mutluluk sıralamasında 94. sıradayız!
Her ne kadar TÜİK’e göre, 2024 yılında Türkiye’de 18 yaş ve üzeri yaştaki bireylerin %49,6’sı mutlu (2023’te %52,7 imiş), buna karşılık %14,5’i mutsuz ise de (2023 yılında %13,7 imiş), (4) bu durum sadece TÜİK’in ülkeye hala pembe gözlüklerle baktığını göstermekten başka bir anlama gelmiyor.
Çünkü özellikle de 1990’lardan bu yana küresel ekonomiyi yöneten neo-liberal kapitalizmin temel özelliklerinden biri eşitsizlikleri derinleştirmek ve genişletmek oldu. Çoğunluğu zor durumda bırakırken küçük bir azınlığı ahlaksızca zenginleştirdi. İşçiler, emekçiler, kadınlar ve yerli halklar, farklı etnisiteler, farklı cinsel kimliklere sahip insanlar bu eşitsizliklerden olumsuz bir şekilde etkilendiler. Kıtlık ve aşırı yoksulluğun artmaya devam ettiği bir durumda, devletlerin özelleştirmeler yoluyla geri çekilmesi yoksulluk ve eşitsizlik kısır döngüsünü daha da besledi. Tüm bunların hepsi Türkiye’de çok daha keskin bir biçimde gerçekleşti. Sadece 2013 Gezi Ayaklanması değil, 19 Mart sonrasında gençlerin başını çektiği kitlesel protestolar özellikle de gençlerin mutlu olmadığını ortaya koydu.
Nitekim Dünya Mutluluk Raporuna göre, neo-liberalizmi siyasal İslamcı bir bileşenle birlikte yaşayan Türkiye bu yılki endekste (10 üzerinden 5,3 puan ile), mutluluk genel sıralamasında 147 ülke arasında ancak 94. sırada kendine yer bulabildi.
Emekçi sınıflar ve diğer ezilenler mutsuz
Kuşkusuz günümüzde herkesin mutsuz ya da herkesin mutlu olduğu bir toplum ya da bir dünya mevcut değil. Yani aynı anda bir ülkede her ikisi de mevcut. Bu kapitalizmin ürettiği bir durum. Yani mutluluk sadece göreli bir kavram değil, aynı zamanda içinde yaşadığımız düzende başta sınıfsal eşitsizlikler olmak üzere, her türden eşitsizlikler üretiliyor. Bu eşitsizlikler kendini gelir ve servet eşitsizliği, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, halklar ve kimlikler arasındaki eşitsizlikler biçiminde gösteriyor.
Türkiye’deki en alttakilerin yani en mutsuzların kimler olduğunu tahmin edebiliriz. En mutsuzların, milli gelirden ancak üçte birin altında pay alabilen ve çok büyük bir kısmı açlık sınırının altında kalan bir asgari ücret karşılığında haftada 48 saatten fazla çalışan 10 milyona yakın asgari ücretli işçi ve çok büyük bir kısmı açlık sınırının altında gelir elde edebilen 16 milyona yakın emeklinin olması sürpriz değil.
Bunlara bir de artık ekip biçemediği için iyice yoksullaşan köylüleri, küçük üreticileri, küçük esnafı, şiddete uğratılan kadınları, iş bulamayan üniversite mezunu gençleri, okulunda günde bir öğün dahi ücretsiz yemek yiyemeyen okul çocuklarını, çocuk işçileri ve ötekileştirilen diğer kimliklere ve inançlara sahip yurttaşlarımızı ekleyebiliriz. Kısaca BM’nin Mutluluk Endeksi bizim mutsuzluğumuzun tescili oldu.
Mutlu olabilmek için iki yol
Sosyal adaletin ve demokrasinin var olduğu ve tüm kurumlarıyla işlediği bir toplumda, anayasa tarafından güvence altına alınmış hak ve özgürlüklerini herhangi bir kısıtlamaya uğramadan kullanabilen, özgürce düşüncelerini açıklayabilen ve örgütlenebilen, kimliği yüzünden ötekileştirilmeyen, ırkçılığa, ayrımcılığa ve şovenizme maruz bırakılmayan barış içinde yaşayan gelişmiş bir toplumda insanların genel olarak mutlu olduklarını varsayabiliriz.
Bir başka anlatımla, otoriter rejimler altında en temel hak ve özgürlüklerini dahi kullanamayan, yoksulluk sınırının altında, hatta açlık sınırında yaşamak zorunda bırakılan, en temel sağlık, eğitim ve sosyal koruma hizmetlerinden yeterince yararlanamayan, depremler, seller, su baskınları gibi felaketler karşısında çaresiz bırakılan, devletin yeterince yardım elini uzatmadığı ülkelerde yaşayan insanların mutsuz insanlar olduklarını ileri sürmek son derece gerçekçi olur.
Barış, demokrasi, sosyal adalet, iş ve ekmek…
Kısaca, mutlu olabilmek için öncelikle barış, demokrasi ve sosyal adaletin olması, aynı zamanda da insanların maddi ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri ve ekonomik refah düzeylerini yükseltebilmeleri gerekiyor. Bunun için de adil bir gelir bölüşümü mutlu bir ülke için bir ön koşul. Çünkü adaletsiz bir düzende sadece toplam ekonomik refah düzeyinin yükselmesi emekçi halkların mutlu olmaları için yeterli olmuyor.
Demokratik bir toplumda mutlu olmak daha kolay
İnsanların ekonomik mutluluğunu ve ekonominin iyilik derecesini ölçme konusunda ekonomik büyüme kavramının ötesine geçen yeni kavramlara ve ölçme yöntemlerine ihtiyaç olduğu açık. Dünyanın her yerindeki insanların karşı karşıya kaldığı acıları hafifletmek istiyorsak, sistemin dışına çıkma cesaretinden daha fazlasını göstermeli ve mutsuzluk yaratan ekonominin yerine gerçekçi bir “mutluluk ekonomisi” inşa etmeliyiz.
Demokratik bir toplumda ve ekonomide, bu toplumdaki üretim ve bölüşüm ilişkilerinin farklılığına bağlı olarak ekonominin iyi olma halini ve insanların mutluluğunu ölçecek farklı ölçme biçimlerine ihtiyacımız olacak. Ancak bunun için mevcuttan tamamen farklı bir ekonomi örgütlenmesi şart. Öyle ki sadece piyasaların yerine devleti koymak sorunu çözmeyecek, aynı zamanda ekonomiyi, radikal bir biçimde demokratikleştirmek gerekecek.
Yerelleşme mutluluğu artırır
Bu bağlamda küreselleşmenin ve hiyerarşik bir merkezileşmenin panzehri olarak yerelleşmeyi seçebiliriz. Çünkü Türkiye’deki GSYH büyümesi tam da son 40 yılın neo-liberal küreselleşmesinin sonucunda gerçekleşti ancak, özellikle de son on yılda, bunun sürdürülemez olduğu gerçeği ortaya çıktı ve kişi başı gelir 2013 yılı seviyesinin %30 altına kadar geriledi.
İnsanların geçim kaynakları yok edildi, bu yüzden de insanlar iş bulabilmek için kalabalık, kirli şehirlere göç etmek zorunda kaldılar. Böylece beden ve ruh sağlıkları bozuldu. Yerel dükkânlar, bakkallar, küçük mağazalar yerlerini ruhsuz süpermarketlere ve zincir marketlere, marka mağazalara bırakırken insani ilişkiler ortadan kaldırıldı. Yerel diyetler yerini fast food gıda zincirlerine bıraktığında ise kanser, diyabet, obezite, kalp ve damar hastalıkları başta olmak üzere ölümcül hastalıklarda patlama yaşandı.
Ülkede son 22 yıldır uygulanmakta olan neo-liberal tarım politikası ise küçük üreticileri, küçük çiftçileri, hayvancılıkla geçinenleri, balıkçıları ve yerel gıda ekonomilerini ortadan kaldırırken, özellikle de ithalatçı kapitalist tarım işletmelerinin kârlarını en üst düzeye çıkardı.
Sözde bir “kalkınma, gelişme ve büyüme” adı altında yerel küçük üretime son verilirken, köylerin, kasabaların ve kentlerin ana caddelerinin yerelleşmiş, topluluk merkezli ekonomilerinin altı oyuldu ve yerini sürekli olarak alışveriş merkezleri, alışveriş bölgeleri ve otoyollar etrafında planlanan genişleyen banliyöler aldı.
Bu sorunların kökten çözümü üretim, tüketim, dağıtım ve mülkiyet ilişkilerini kökten değiştirmekten geçiyor. Bunun için bugünden atılacak adım demokratik, katılımcı, dayanışmacı ve barış içindeki bir ekonominin inşa edilmesidir. Böyle bir ekonomi paradigmasının en önemli unsuru ise yerelleşmedir. Çünkü ekonomik yerelleştirme, mutluluk ekonomisidir, insanlar arasındaki ve insanlarla doğa arasındaki ilişkileri yeniden dokumanın kalıcı-sistemik bir yoludur.
Dip notlar:
- Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı UNDP), Belirsiz Zamanlar, Huzursuz Yaşamlar- İnsani Gelişme Raporu 2021-2022 Özet (Ekim 2022).
- https://www.weforum.org/reports/global-risks-report-2023 (11 January 2023).
- John F. Helliwell, Richard Layard, Jeffrey D. Sachs, Jan-Emmanuel De Neve, Lara B. Aknin and Shun Wang, World Happiness Report 2025, University of Oxford: Wellbeing Research Centre.
- TÜİK, Yaşam Memnuniyeti Araştırması, 2024 (17 Şubat 2025).