İzninizle bu yazıda “felaket tellallığı” yapacağım. İçi götürmeyen bu yazıyı okumasın. Başlıyorum:
Eğer CHP yönetimi başta Özgür Özel olmak üzere, adı konmayan sürece karşı düşmanca tutum alsaydı, ben devletin “barış” adına CHP’ye “boyun eğdirme” amacıyla harekete geçtiğini düşünürdüm. Operasyonların hukuk dışı olmasına rağmen barış “hukuktan” da önemlidir der, CHP’ye “barış düşmanlığından vazgeç” çağrısı yapardım. Derdim ki, hukuk insanın haklarını koruması için şarttır, ama hukuk varken savaş da varsa, insanın en büyük hakkı olan yaşama hakkı yok ediliyorsa, böyle hukuk yerin dibine batsın diye düşünürdüm. Hukuk dediğimde belli ki “Türk usulü demokrasinin hukukundan” söz etmiş oluyorum.
Fakat CHP adı konmamış süreç karşısında düşmanca bir tutum takınmıyor. Tam tersine sürece TBMM’de olmak koşuluyla destek vereceğini açıklıyor. Samimi mi değil mi, ilkesel mi, oy meselesi mi, ayrı konu olsa da barışın başlıca taraflarından biri olan DEM Parti’yle ilk defa açık ittifak ilişkileri kuruyor.
O halde ne oluyor?
Olan şu: AKP iktidarı, tereddütlü olsa da, saflarında Özgür Özel muhalifi barış düşmanları bulunsa da, yaşanan sürece destek verecek olan ve halk çoğunluğunun desteğine sahip CHP’yi saf dışı etmeye kalkıyor.
Ne için?
Görünüşe göre Erdoğan’ın ömür boyu devletin başında kalması için. Kısmen doğru. Ama görünüş başka hakikat başkadır çoğu zaman. Bu operasyonun amacı DEM Parti’nin de içinde olduğu muhalefeti parçalamak, DEM Parti’yi yalnızlaştırmaktır.
Yalnızlaşsa ne olur demeyin. Ne olacağını anlatayım.
Bu operasyonların sonucunda Özgür Özel grubu zayıflar, hatta tasfiye olur, ılımlı ulusalcı çoğunluk aşırıcı ulusalcıların etkisine girer ve varolan sürecin karşısına çıkar. Seçmen çoğunluğu bir kere daha şovenist histeriye kapılır. Bu da barış ve demokratikleşme sürecinin sonu olur.
Olursa ne olur?
PKK o zamana kadar silahları teslim etmiş ve örgütsel yapısını dağıtmışsa, PKK yok olmuş olur. Eğer o güne kadar Başkan Apo özgürleşmemişse esaret altında kalmış olur. DEM Parti de o zamana kadar yalnızlaşmışsa bir kere daha devlete yem olur.
Kürt halkı da, daha önce kullandığım benzetmeyle söylersem “boğazı kesilmiş tavuk” olur.
İşte görünüşün altında yatan en tehlikeli ihtimal budur.
O nedenle ben, AKP’nin CHP’ye açtığı savaşa “sistem içi partiler yesinler birbirini” diye bakmam. Siz de bakmayın. Daha önce AKP’nin Cemaat’e karşı açtığı savaşa “yesinler birbirlerini” diye bakmanın sonunda parlamenter rejim yıkıldı, tek adamın “seçimli ve muhalefetli” diktatörlüğü kuruldu. Bu defa da “yesinler birbirlerini” dediğimiz zaman “seçimsiz ve muhalefetsiz” bir rejim Türkiye’yi beklemekte.
Bu kadarı da olmaz demeyin. Neden demeyin?
Çünkü Üçüncü Dünya Savaşı’nın yeni evresindeyiz. ABD ve İsrail’in hedefi Ortadoğu’da mutlak hegemonya. İlk hedefleri İran. Yapabilirler mi bilemem ama, ihtimal şudur: Ne İsrail ne de ABD İran’la doğrudan savaşı göze alamaz. Ama İran’a karşı, Türkiye’yi ve Azerbaycan’ı savaşa ikna edebilir. Zaten bütün afra tafraya rağmen Türkiye İsrail’le gizli diplomasi yürütmekte. Azerbaycan ise İsrail’in bir bakıma müttefiki. Her iki devlet İran’la sınırdaş. İran Azerbaycanı’nda Azerbaycan devletinde yaşayan Azerilerden daha fazla Azeri yaşamakta. ABD ve İsrail desteği ile Türkiye ve Azerbaycan “tatlı bir zafer” rüyası görebilir.
Sorarım size, Türk devleti böyle bir savaşa “demokrasicilik ve barışçılık oyunu” oynayarak girebilir mi? Girmeyi bırakalım, böyle bir savaşın ortamını hazırlayacak adımlar atabilir mi? Bu ekonomik kriz koşullarında zaten en büyük payı yutan savaş harcamalarını on misline, yüz misline çıkarabilir mi? Müslüman Türk halkına İsrail ve ABD’yle “mukaddes ittifakı” yutturabilir mi? Bunları yaparken kazara bir CHP-DEM Parti ittifakı kurulur, buna İslamcı partiler de katılırsa, böyle bir muhalefetle başa çıkılabilir mi?
O halde şu iki olguya dikkatle bakalım: AKP CHP’ye karşı gözaltılara ve tutuklamalara ne kadar büyük bir hız veriyorsa, Başkan Apo’nun başlattığı süreç de o kadar oyalanıyor. AKP CHP’nin üstüne son sür’at koşuyor, barış ve demokrasi hedefine bir milim bile yaklaşmıyor. Daha açık konuşursak CHP’nin üstüne ne kadar yürüyorsa, barış ve demokrasi hedefinden o kadar uzaklaşıyor. Türkiye’yi Haziran sonunda en büyük provokasyon bekliyor: Özgür Özel’in kazandığı Kurultay mahkeme tarafından iptal edilebilir ve Kılıçdaroğlu partinin başına geçebilir. Ondan sonra neler olacağını tahmin etmek bile çok zordur.
Bir de şu görüntüye bakın: DEM Parti partiler arası temaslardan baş alamazken, yalnız Türkiye’nin değil, dünyanın en örgütlü, en bilinçli, en demokratik, en laik Kürt halkı “beklemekte”. CHP’nin tabanı ise “sokak direnişini” seçim kampanyalarına benzeyen “mitinglere” çeviren CHP Genel Başkanını milyonlar halinde “dinlemekte”.
Bir soru daha: “Bekleyerek” ve “dinleyerek” barış ve demokrasi gelir mi?
“Beklemek” ve “dinlemek” yerine, CHP ve DEM Parti’nin Türk ve Kürt halklarının çoğunluğunu temsil ettiğini hatırlamak ve harekete geçmek için “bir şeyler yapmak” gerekmez mi?
Şunu söyleyerek: Ülkenin geleceği adına CHP’ye operasyonları durdurun ve Başkan Apo’nun girişimiyle başlayan süreci “oyalayarak” heba etmeyin.
Mesela, “siyasi normalleşme ve barış sürecini hızlandırma” amacıyla, tüm muhalefet ortak bir miting yapsa…
Nasıl olur dersiniz?