Demir Kubbe demokrasidir. Halk desteği ve haklı zeminde durmak her türlü saldırıyı etkisiz hale getirmenin yegâne yoludur. Abdullah Öcalan’ın yaptığı ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’ Türkiye’nin güvenliği için en büyük fırsattır
Hüseyin Kalkan
İsrail, sırasıyla bölgede kendisi için tehlikeli telaki ettiği güçleri etkisiz hale getiriyor. Önce Hamas, ardından Hizbullah, Suriye ise ıslanmış bir çay şekeri gibi kendiliğinden eridi. Sıranın İran’da olduğu biliniyordu. İsrail’in İran saldırısı üzerine Türkiye’yi yönetenleri bir telaş aldı. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli hedefin Türkiye olduğunu söylüyor. Bahçeli, “İran’a yapılan operasyon bir yönüyle Türkiye’ye verilmiş sinsi mesajdır” dedi. Bahçeli’den sonra Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan da benzer görüşleri tekrarladı ve İsrail saldırısının durdurulmasını istedi. Televizyon programlarına katılan ‘savunma uzmanları’, emekli generaller aynı kaygıları paylaştılar ve tedbir alınmasını istediler.
ABD- Çin rekabeti
Bu savaş ABD-Çin ticaret savaşı ile yakından ilgili. İran, Çin için önemli bir partner. ABD yaptırımları nedeni ile petrolünü dünya piyasalarına satamayan İran petrolünün tek alıcısı Çin. Çin, İran’dan aldığı ucuz petrolle enerji ihtiyacının önemli bir kısmını karşılıyor. Üstelik İran’dan aldığı petrolü piyasalardan daha ucuza alıyor. Böylece ABD ile ticaret rekabetinde önemli bir avantaj sağlıyor. Eğer bu operasyon sonuna kadar böyle giderse artık İran’ın Çin’e ucuz petrol sağlaması mümkün olmayacaktır.
İsrail ne istiyor?
Böyle büyük bir operasyonun tek bir nedeni elbette olamaz. Bu operasyon ile İsrail, bölgede kendisi için en büyük tehlike olan İran’ı etkisiz hale getirmiş olacak. İsrail ve ABD bu operasyonu İran’ın kolunu kanadını kırana kadar sürdürmek zorunda. Çünkü İran bu savaştan telafi edilecek bir kayıpla çıkarsa, İsrail ve ABD için daha pervasız ve büyük bir tehlike haline gelecek. Bunu ne Trump ne de Netanyahu ister.
Molla rejimi
Bir zaman kartal olan İran’ın artık bölgede bir müttefiki kalmadı. Esad kaçmak zorunda kaldı. Hizbullah kendi yaralarını bile saracak durumda değil. Irak Haşdi Şabi’sinin artık esamisi bile okunmuyor. Ülke içinde ise Molla rejiminin bir kitle tabanından söz etmek zor. İsrail’in saldırısından sonra bile sokağa çıkanlar küçük bir azınlıktı. Molla rejimi bir yolsuzluk ve idam rejimi olarak ancak varlığını sürdürmektedir. Rejimin aldığı her darbe halk tarafından sevinçle karşılanmaktadır. Etnik köken fark etmeden bütün İran halkının büyük bölümü Molla rejiminin yıkılmasından yanadır.
Türkiye’ye gelince
Türkiye’nin bu krizde yapabileceği tek şey, sert açıklamalar olarak kalacaktır. Patronun ABD olduğu belli. Ankara’nın ABD’ye karşı sert bir açıklama yapma takati bile yok.
Yüzeysel bir bakışla, Trump’ın Beyaz Saray’a gelmesi ile birlikte Türkiye-ABD ilişkilerinin yoluna girdiği sanılabilinir. Trump’ın Ahmet el Şara’yı Riyad’da kabul etmesi Türkiye’nin diplomatik bir başarısı olarak telaki edildi. Ardından Trump, ABD’nin Suriye’ye uyguladığı yaptırımları kaldırdığını ilan etti. Bu gelişme AB’nin de yaptırımları kaldırmasını sağladı. Ankara, bütün bunları kendi kâr hanesine yazdı ve önemli bir kazanç saydı. Trump en güvendiği elçiyi Ankara’ya gönderdi. Ankara, bu gelişmeleri kendi yararına gelişmeler olarak görüyor. Suriye’ye yatırımlar yapmaya hazırlanıyor. Ancak bütün bu gelişmeleri analiz ettiğimizde, gelişmelerin Türkiye’den çok ABD’ye yaradığını, Suriye’de ABD etkisinin arttığını görüyoruz. Ahmet el Şara, geri dönmemek üzerine ABD’nin etkisi altına girdi. Türkiye’nin ne parası ne askeri gücü ne de bölgedeki etkisi bu gelişmeyi önlemeye, -haydi biraz daha torpil yapalım-, dengelemeye yetmez. İsrail ile Şara’nın doğrudan görüştüğü yönünde haberler bile düştü basına. Ama bütün bu gelişmelerin ardından İsrail yine Suriye’yi vurdu. Hatta Şara’nın yerleştiği sarayın yakınlarını bile bombaladı. Netenyahu, ipleri elinden bırakmamaya özen gösteriyor. Bence Ankara, ABD’nin ve İsrail’in Suriye’de artan etkisinin farkında. Şam yönetimi ile günü birlik ziyaretlerle durumu değiştirmeye çalışıyor. Bu farkındalık Ankara’yı hırçınlaştırıyor. Bu hırçınlık haksız değil, gelişmeler her gün artan ölçüde Türkiye’yi hedef tahtasına oturtuyor. Zaten Devlet Bahçeli bunu açık açık ifade ediyor.
Ne olacak?
Televizyonlarda boy gösteren yorumculara, siyasetçilere ve uzmanlara göre Türkiye, kaynaklarını hava saldırılarını bertaraf edecek bir Demir Kubbe oluşturmak için ayırmalı ve bunu en kısa sürede başarmalı. Bu yorumlar Demir Kubbelerin delindiğinin haber bültenlerinde yer aldığı aynı zaman dilimlerinde yapılıyor. İsrail-İran çatışması Türkiye’yi yönetenleri telaşa sevk etti. Devlet Bahçeli hedefin Türkiye olduğunu söyledi. Herkes çarenin bir Demir Kubbe oluşturmak olduğunu düşünüyor. Kimse nice Demir Kubbeli rejimin yıkılıp gittiğini görmek istemiyor. Silah teknolojisinin böyle bir özelliği var, senin ürettiğinin bir üstünü rakibin belli bir süre sonra üretiyor. Yarış böylece sürüp gidiyor. Silahlanma yarışına dayanan savunma stratejilerinin handikabı bu. Bir de halkı esas alan savunma stratejileri var. Bu stratejinin adı demokrasidir. Uluslararası alanda ve ulusal alanda demokrasiyi esas alan sistemlerin Demir Kubbelere ihtiyacı yoktur. Demir Kubbe demokrasidir. Halk desteği ve haklı zeminde durmak her türlü saldırıyı etkisiz hale getirmenin yegâne yoludur. Abdullah Öcalan’ın yaptığı ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’ Türkiye’nin güvenliği için en büyük fırsattır. Ancak devleti yönetenlerin kulaklarının üstüne yatması, en küçük bir demokratikleşme adımını atmaması, aksine her türlü kıpırtıyı ve farklı sesi zorla bastırmaya çalışması fırsatın kaçmasına yol açıyor. Şunu unutmamak gerekir, otoriter bir yönetimin ardından kimse gözyaşı dökmez. Demokratik bir yönetim içerde ve dışarda itibar kazanacaktır. İtibarsız ve idamcı Molla rejimi gibi önüne gelene tekme atamayacaktır. Eğer Türkiye’yi yönetenler çözüm için gerekli yol temizliğine hemen başlarlarsa, bu Türkiye için en sağlam Demir Kubbe olacaktır. Artık yeni çözüm sürecini ‘Terörsüz Türkiye’ parantezinden çıkarmak gerekir. Demokratik bir Türkiye için yol temizliğine başlamak gerekir.