Önder Abdullah Öcalan’ın fikirleri, kimliklerin çatışmak yerine birbirini tamamladığı ve onurun dışlama yerine birlikte yaşama yoluyla korunduğu daha adil ve çeşitli bir Ortadoğu için ahlaki ve politik bir yol haritası sunmaktadır
Argêş Gewda
Ortadoğu, bölgesel ve küresel güçlerin gündemlerinin kesiştiği, kritik bir dönüşüm sürecinden geçmektedir. Bu sürecin en çarpıcı göstergesi, İsrail ile İran arasında yaşanan savaş durumudur.
İsrail ile İran arasında yaşanan savaş, izole bir gelişme olarak değerlendirilemez; bu gelişme Suriye’den Ürdün’e, Lübnan ve Filistin’e kadar uzanan etki alanlarında yeni ittifak dinamikleri oluşturmayı amaçlayan daha kapsamlı bir stratejik yeniden yapılanmanın parçasıdır.
Bu yörüngenin ana hatları, Kasım Süleymani ve Ebu Mehdi el-Mühendis’in suikastı, ardından Irak’taki İran yanlısı grupların dizginlenmesi, İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve maiyetinin bir helikopter kazasında öldürülmesi ve Hamas saldırısı ardından Hasan Nasrullah ve Hizbullah liderlerinin birbiri ardına suikasta uğramasıyla belirgin bir şekilde ortaya çıkmaya başladı.
Bu, İran’ın etkisini sınırlama stratejisinde bir dönüm noktası oldu. Sonraki yıllarda saldırılar ile siyasi ve güvenlik baskıları devam etti. Bu süreç, yalnızca Tahran’ı hedef almayan, aynı zamanda sınırlarının ötesinde etki oluşturma kapasitesini de dizginlemeye çalışan tırmandırıcı bir yaklaşıma işaret etti.
13 Haziran’da İsrail’in İran’daki askeri tesislerine yönelik büyük çaplı bir hava saldırısı başlatarak üst düzey Devrim Muhafızları komutanlarını ve nükleer bilim insanlarını öldürmesiyle gerçekleştirilen saldırılarının stratejik hedefi, bir dönüm noktasına işaret ediyordu: İran’ı geri çekilmeye zorlayarak ya Batı anlayışının mantığına tabi kılmak ya da yönetim yapısını kökten değiştirmeye zorlamaktı. Bu, ABD’nin Türkiye Büyükelçisi Tom Barrack’ın, güç ve çıkar mantığının dikte ettiği yeni temeller üzerinde Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme aşamasını müjdeleyen ve “Sykes-Picot Anlaşması’nın sonu”na işaret eden açıklamalarıyla da kesişiyor.
Bu gelişmeler ışığında Halkların Önderi Abdullah Öcalan’ın görüşleri, mevcut duruma entelektüel ve ahlaki bir alternatif sunduğu için giderek daha fazla önem kazanıyor. Önder Abdullah Öcalan, İran’da yaşananların, daha sonra Türkiye’ye ve ötesine uzanacak kapsamlı bir projenin yalnızca bir parçası olduğunu açıkça ifade ediyor. Bu, Ankara’daki karar alma merkezleri arasında, otoriter ulus-devlete karşı bir panzehir olarak “demokratik ulus” modelinin potansiyel yayılımına ilişkin artan endişeyi ortaya koyuyor. Önder Abdullah Öcalan ise özellikle Ortadoğu’daki krizlere dair analizleri bağlamında, İran hakkında eleştirel ve derinlemesine görüşler sundu. Otoriter merkezileşme girişimlerine rağmen “İran’ın özünde federal bir yapı” olduğunu ve “demokratik modernitenin” uygulanmasının İran toplumu ve halkları için de bir çözüm için umut kapısı açabileceğini açıkladı.
Önder Abdullah Öcalan, “İran’daki sorunların kültürel geri kalmışlıktan veya toplumsal yapıdan kaynaklanmadığını”, aksine ulus-devlet ve kapitalist modernitenin uygulanma biçiminden kaynaklandığını; bunların, Ortaçağ’daki dinsel aşırılıklardan daha vahşi ve gerici olduğunu bütün savunmalarında açıkça dile getirdi.
İsrail’e gelince, Önder Abdullah Öcalan, İsrail’i “ulus-devlet savaşlarının doğal bir ürünü” olarak tanımlıyor ve kuruluşunun daha geniş bir sömürge projesinin parçası olarak Arap ulus-devletlerinin inşasıyla aynı zamana denk geldiğini belirtiyor. “Arap-İsrail çatışmasını, özgür ve gelişmiş toplumlar inşa etmek yerine, Arap halklarının enerjilerinin önceden belirlenmiş savaşlarda tüketildiği bir kedi-fare çatışması” olarak görüyor.
Bu nedenle, demokratik ulus paradigması, özellikle İran’daki bölgesel krizlere gerçekçi ve adil bir çözüm olarak öne çıkıyor. Önder Abdullah Öcalan, rejimlerin zorla devrilmesine veya artan düşmanlığa bel bağlamak yerine, çoğulculuk ve karşılıklı tanımaya dayalı bir devlet anlayışının yeniden yapılandırılması çağrısında bulunuyor. İlk adım ise, tüm etnik ve dini bileşenleri yönetim sürecine dahil ederek adaleti, temsiliyeti ve toplumsal dengeyi sağlamaktır.
Ortadoğu’nun geleceği yalnızca bombardıman kalıntıları üzerine değil, aynı zamanda halkın iradesinden kaynaklanan gerçek dönüşüm potansiyeli üzerine inşa edilecektir. Bu bağlamda, Önder Abdullah Öcalan’ın fikirleri, kimliklerin çatışmak yerine birbirini tamamladığı ve onurun dışlama yerine birlikte yaşama yoluyla korunduğu daha adil ve çeşitli bir Ortadoğu için ahlaki ve politik bir yol haritası sunmaktadır.