Abdullah Öcalan’ın paradigması, sabit ve kapalı bir sistem değil; eleştiriyle gelişen, deneyimle derinleşen ve krizler üzerinden yeniden yapılanan bir değerler dizgesi, yani yaşayan bir özgürlük fikriyatıdır
Mehmet Kaya
Abdullah Öcalan’ın “devlet, iktidar ve özgür toplum” paradigması, özellikle klasik sol çevrelerde ve ulus-devletçi yaklaşımlarda kimi zaman ütopik, kimi zaman ise reel politikten uzak bir tasavvur olarak görülmüştür. Ancak bu paradigma, eleştirileri dışlayarak değil; onları içselleştirerek, eleştiri aracılığıyla kendini yeniden kurarak ve dönüştürerek var olmayı amaçlar. Bu nedenle Abdullah Öcalan’ın paradigması, sabit ve kapalı bir sistem değil; eleştiriyle gelişen, deneyimle derinleşen ve krizler üzerinden yeniden yapılanan bir değerler dizgesi, yani yaşayan bir özgürlük fikriyatıdır.
Eleştiri 1: Devletsiz özgürlük mümkün mü?
Abdullah Öcalan’ın paradigmasının en fazla tartışılan yönlerinden biri, devleti dışlayan bir toplumsal örgütlenme tahayyülüdür. Marksist-Leninist gelenekten gelen bazı çevreler bu yaklaşımı “romantik anarşizm” ya da “ütopik idealizm” olarak eleştirmekte, güvenlik, adalet ve toplumsal koordinasyonun ancak merkezi bir otoriteyle sürdürülebileceğini ileri sürmektedir.
Abdullah Öcalan bu eleştirilere iki düzlemde yanıt verir:
– Tarihsel düzlem: Devlet, toplumsal yaşamın zorunlu bir kurumu değil; sınıf tahakkümünün, iktidarlaşmanın ve toplumsal yabancılaşmanın kurumsallaşmış biçimidir. Sümer rahip devletinden bu yana iktidar, toplumun doğal kolektif yapısını bastırarak onu edilgen bir nesneye dönüştürmüştür.
– Kuramsal düzlem: Hobbes, Rousseau ve Hegel gibi düşünürlerde karşılık bulan “devlet öncesi toplum kaotiktir” anlayışına karşı Abdullah Öcalan, toplumun devletten önce geldiğini, dolayısıyla devletsiz toplumsal örgütlenmenin tarihsel olduğu kadar etik ve politik bir zorunluluk taşıdığını savunur.
Bu bağlamda Abdullah Öcalan’ın vurgusu, yalnızca devletin eleştirisi değil; onun yerine komünal yaşamı, öz-yönetimi ve toplumsal sözleşmeyi temel alan bir özgürlük inşasıdır.
Eleştiri 2: Demokratik konfederalizm evrensel mi?
Bir diğer eleştiri, demokratik konfederalizmin yalnızca Kürt halkına özgü bir model olduğu, evrensel bir alternatif sunma kapasitesinin sınırlı kaldığı yönündedir. Ancak bu eleştiri, çoğu zaman evrenselliği Batı merkezli soyutlamalara indirgeme eğiliminden kaynaklanır.
Abdullah Öcalan’ın yanıtı ise çok katmanlıdır:
– Yerelden evrensele geçiş: Demokratik konfederalizm –ya da daha derin bir ifadeyle, komünal demokrasi ve özyönetim anlayışı– yerelin özgünlüklerinden beslenirken, bu özgünlükleri çoğul bir evrensellik anlayışıyla buluşturma iddiası taşır. Evrensellik, homojenlikte değil; farklılıkların özgürce bir aradalığında inşa edilir.
– Toplumsal ortaklaşma zemini: Bu paradigma sadece Kürt halkına değil; ulus-devletin homojenleştirici yapısına, kapitalist modernitenin yıkıcı etkilerine ve ataerkil tahakküme karşı direnen tüm halklara hitap eder. Bu nedenle demokratik konfederalizm bir sistem modelinden çok, ahlaki-politik toplumun çokluk ve katılımcılıkla örülmüş ortaklaşma zeminidir.
Eleştiri 3: Teori ile pratik arasında uyum sorunu
En yapıcı eleştirilerden biri, paradigmanın teorik düzlemi ile pratik uygulamaları arasındaki mesafeye yöneliktir. Özellikle Bakur’da yaşanan özyönetim süreçlerinin bastırılması ve devamında yaşanan çözülmeler, kimi zaman paradigmanın içselleştirilmeden, araçsallaştırılarak uygulandığı yönünde değerlendirmelere neden olmuştur.
Ancak bu eleştiriler sadece örgütsel değil, aynı zamanda tarihsel ve siyasal bağlam içinde değerlendirilmelidir. Devletin çok yönlü özel savaş stratejileri, baskı ve kriminalizasyon politikaları, toplumsal çözülmeyi derinleştirmiştir. Tüm bu gelişmeler, yalnızca bir “kadro” sorunu değil; etik dönüşümün eksikliği, örgütsel zihniyetin dönüşümde zorlanması ve savaş koşullarının demokratik toplum inşasını engelleyen etkileriyle birlikte ele alınmalıdır.
Abdullah Öcalan bu bağlamda üç temel noktaya dikkat çeker:
– Zihniyet devrimi: Paradigma sadece kurumsal değil; aynı zamanda zihinsel ve etik bir dönüşüm projesidir. İktidar ilişkilerinin birey ve örgüt içinde yeniden üretildiği alanlara karşı farkındalık geliştirmek, bu dönüşümün ön koşuludur.
– Devrimcilik bir etik duruştur: Devrimcilik yalnızca sisteme karşı durmak değil; iktidar olma arzusunu sorgulamak, kendi içimizdeki iktidar biçimlerini teşhir etmek ve onlarla yüzleşmektir.
– Süreklilik ilkesi: Bu paradigma, tamamlanmış bir model değil; sürekli olarak yeniden kurulan bir inşa sürecidir. Her deneyim, her kriz bu inşanın parçası olabilir.
Eleştirinin kurucu gücü: Savunmadeğil, yeniden inşa
Abdullah Öcalan’ın yaklaşımında eleştiri, savunulması gereken bir tehdit değil; yeniden kuruluşun ve dönüşümün temel aracıdır. Paradigma, dogmatik bir öğreti olmaktan çok, kendini sorgulayan ve dönüştüren bir düşünsel-politik yaşam biçimi olarak tasarlanır.
– Özdüşünüm ve özeleştiri geleneği: Abdullah Öcalan, “iktidar tuzağı”, “kadrosal çözülme” ve “devletleşme riski” gibi konuları açıkça tartışarak, paradigmanın kendi iç eleştirisini kurumsallaştırma gücünü gösterir.
– Devrim, eleştiriyle mümkündür: Gerçek dönüşüm, eleştiriyi bastırmakla değil; onu dönüştürücü bir güce dönüştürmekle mümkündür.
Sonsöz: Devlet dışı özgürlük mümkün
Abdullah Öcalan’ın paradigması, klasik sosyalist ya da ulus-devletçi modellerden sadece biçimsel değil; değerler temelli ve tarihsel olarak da farklılaşan bir yol haritası sunar. Kadın özgürlüğü, ekolojik yaşam, doğrudan demokrasi ve komünal örgütlenme gibi bileşenler üzerinden şekillenen bu paradigma, yalnızca iktidarın reddini değil; aynı zamanda yeni bir yaşamın inşasını da içerir.
Rojava’daki deneyim, bütün sınırlılıklarına rağmen, bu paradigmanın sahada uygulanabilirliğini göstermiştir. Bakur’daki kriz ise, etik ve zihinsel dönüşüm olmaksızın, paradigmanın araçsallaştırılması halinde ortaya çıkabilecek kırılganlıkları ifşa etmiştir.
Bu nedenle Abdullah Öcalan’ın özgürlük anlayışı, varılacak sabit bir nokta değil; bitmeyen bir toplumsal inşa sürecidir. Mücadele sadece devlete değil; “içimizdeki devlete”, yani tahakküm reflekslerine, iktidar arzularına ve statükocu zihniyete karşı da verilmelidir.
Abdullah Öcalan’ın sözleriyle:
“Özgürlük, bitmeyen bir inşa sürecidir.”
BİTTİ