İnsan evladı, hakikatle karşılaştığında iki yoldan birini seçer: Ya yüzleşir ya da görmezden gelmenin ince yollarını bulur. Özellikle söz konusu olan bir halkın yarım asrı bulan özgürlük mücadelesiyse, bu seçim daha da anlam kazanır. Kürt halkı, işte tam da bu noktada herkesin kendi vicdanıyla sınandığı bir yürüyüşün adıdır.
Bu halk, yıllardır “ama”ların, “fakat”ların gerisine itilen gerçekliğiyle değil; dağların yüceliğinde, zindanların karanlığında, sokakların gürültüsünde kendine bir rota çizdi. Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği paradigma, yalnızca politik bir yönelim değil; yeni bir yaşam biçiminin temeli haline geldi. Kavramlar, sadece teoride değil; yaşamın içinde, emeğin ve direnişin harcıyla yeniden kuruldu. Özgürlük, soyut bir fikir olmaktan çıkıp; toplumsal bir etik, bir duruş, bir birlik arayışına dönüştü.
Ancak çağ değişti. Mücadelenin alanları da çeşitlendi. Bugün sanal dünya, özgürlük fikrinin hem taşıyıcısı hem de hedefi haline geldi. Sanal medya, başlarda umut vaat eden bir kamusal alan gibi görünse de zamanla hakikatin flu bir aynası oldu. Gerçekle yalan, inançla manipülasyon iç içe geçmeye başladı.
Özellikle Kürt mücadelesi söz konusu olduğunda bu karışıklık daha da belirginleşiyor. Bazı sanal profillerde gerilla fotoğrafları, dağ manzaraları, devrimci simgeler yer alırken; altına yazılan yorumlarda, mücadeleye yönelik açık ya da dolaylı hakaretler dikkat çekiyor. Öcalan’ın ismi anılıyor ama önerdiği düşünce sistemi çarpıtılıyor. Eleştiri adı altında, mücadeleye duyulan öfkenin ya da bilgisizliğin dışavurumu yapılıyor.
Bu durum, haklı ve yapıcı eleştiriyle sistemli yıpratma çabası arasındaki çizgiyi bulanıklaştırıyor. Oysa farkı görmek mümkün: Gerçek eleştiri, alternatif önerir, derinleşmeye çağırır, dönüştürür. Diğeri ise yalnızca dağıtır, şüphe üretir, yabancılaştırır.
Kürt halkının mücadelesi eleştiriden korkmaz. Zaten kendi içinde en sert tartışmaları yapmış, en ağır bedelleri ödeyerek kendi yönünü çizmiş bir harekettir bu. Ama eleştiri, gerçek bağlamını kaybettiğinde, geçmişin inkârı ve bugünün değersizleştirilmesi olarak geri döner. İşte bu noktada, herkesin niyetini yeniden gözden geçirmesi gerekir.
Bugün artık mücadele yalnızca dağlarda ya da meydanlarda değil; zihinlerde, söylemlerde, dijital alanda da veriliyor. Bu yeni alan hem büyük olanaklar hem de büyük sorumluluklar getiriyor. Bu yüzden sanal medya kullanıcıları da artık bir tür aktör hâline geliyor. Bilgiyi nasıl taşıdığı, nasıl yorumladığı, neye sessiz kaldığı belirleyici oluyor. Herkesin kendi hakikat arayışına katkı sunabileceği bu mecrada, daha dikkatli, daha sorumlu ve daha yapıcı bir yaklaşımın hayati olduğu ortada.
Bu halkın yürüyüşü kolay olmadı. Her yeni kazanımın ardında yitirilen binlerce can, susturulmak istenen binlerce ses, hâlâ yankılanan binlerce slogan var. Bu gerçeklik, ekranın ışığında silikleşse de halkın hafızasında tüm canlılığıyla yerli yerinde duruyor. O yüzden bugün mücadeleye dair konuşan, yazan, paylaşım yapan herkesin bir sorumluluğu var: Karanlıkta değil, hakikatin yanında durmak.
Bu topraklarda neyin bedel olduğu, neyin kolaycılık olduğu uzun zamandır biliniyor. Mesele şu: Kimin hangi tarafta durduğunun ötesinde, artık nasıl durduğu, nasıl konuştuğu, nasıl yol gösterdiği önem kazanıyor.
Çünkü bu halk ve hareket, eleştiriye değil; değersizleştirmeye karşı yorgun. Tartışmaya değil; itibarsızlaştırmaya karşı öfkeli. Bu nedenle, özellikle sanal medya söz konusu olduğunda, doğruyla yanlışı, yalanla gerçeği titizlikle ayırmak gerekir. Tıpkı pirinçten taşı ayıklamak gibi.