Kerbela dünün bugünüdür, bugün ise dünde gizlidir. Bugün her yer Kerbela olmuşsa, Hüseyni bir duruş gerek mazluma. Yüreklerde direnişin ateşleri yanmalı gözyaşı yerine
Ergin Doğru
Kerbela’nın hüznü sarmışken ruhumuzu, Hüseyin’in gözleri düşer yolumuzun ortasına. Kerbela aklımızdan çıkmazken, yüreğimiz Cizre’de, Suruç’ta, Ankara Garı’nda kanar; dün Dersim’de, Maraş’ta, Koçgiri’de olduğu gibi.
Kerbela, dünden bugüne kalan bir yaş değil; boynumuza sarılmış, bırakmayan bir Yezit, gözümüzden gönlümüze düşen bir acı değildir sadece. Kerbela; dünden bugüne bitmeyen hak arayışı, sağlanamayan adalet kavgası, kesintisiz süren eşitlik ve özgürlük mücadelesi, devam eden hakikat arayışıdır.
Kerbela, acının yürekleri kanattığı, zalimin ve despotun insanlığı vurduğu yerdi. Ama ne ilkti, ne de sondu. Kerbela; yüce bir davanın soysuzlukta boğulması, iyiliğin kötülüğe kırdırılması, aydınlığın karanlığa mahkûm edilmesi, mertliğin namertliğe yedirilmesidir.
Namert Yezit’in sırıklarda taşıdığı, Hüseyin’in sadece başı değil; namerdin elinde kana bulanan mazlumun yüreği, insanlığın geleceği, ikrarın ve masumiyetin kendisiydi.
Gamın, hüznün ve acının tarihten günümüze taşıdığı yükler yürekleri dağlarken, bedenler Kerbela olup kavrulurken; unutulmayan, kanlı sırıkta taşınan masumun acısı ve geleceğe taşınan mazlumun ahı, intikamıydı. Kerbela’da unutulmayan acı, umudun da kavganın da adı olarak belleklere yazıldı, yüreklere kazındı.
Şimdi Kerbela’nın acısı düşerken yüreğimize; bin dört yüz yıl önceki Hüseyni sevda gözlerimizde umudu tazelerken, Zeynebi masumiyetle kalpler atarken; Kerbela’yı sadece yürekte değil, bellekte ve zamanda anlamlandırmanın, yaşamanın zamanıdır. Anlamak başarmanın anahtarıysa, her zamankinden çok Kerbela’yı anlamak gerekiyor.
Anlamalıyız ki; modern zamanda kentler birer birer yıkılırken, altında kalan insanlığı bulabilelim. Cizre’de bodrumlarda tutuşan insanlığın “bir yudum su” çığlığını duyalım. Ankara’da, yürek yüreğe barışta buluşan elleri parçalayan Yezitleri tanıyalım.
Anlamalıyız Kerbela’yı! Darağacında sallandırılan Reşîk Hüseyin’in genç gözlerindeki ikrara tutunup, Deniz olup Kaypakayalar’da duralım; mazlum olup ateşle arınalım.
Kerbela dünün bugünüdür, bugün ise dünde gizlidir. Bugün her yer Kerbela olmuşsa, Hüseyni bir duruş gerek mazluma. Yüreklerde direnişin ateşleri yanmalı gözyaşı yerine.
Kerbela, yarım kalmış bir sevdaysa, görülmemiş bir hesapsa; büyütmeli kavganın yalın ayaklı adımlarını. Umudu yaymalı, yüreği yaralı gezen dağ ceylanlarının ayaklarıyla zulmün coğrafyasına. Korku salmalı sırça köşklerinde zulmeden Yezit soylulara.
Kerbela, sözün değil; cümlenin yüreğe dikildiği yerdir. Cümleyi kurup, sözün yerine yüreklere yazmanın zamanıdır.
O yüzden şimdi, lafın değil yürekle konuşmanın zamanıdır. Bir olmanın, diri olmanın, iri olmanın vaktidir.
Kerbela’da yanan ışığın, gönlümüze düşen nuru; bendine sığmayan Munzur gibi çağlarken, Hüseyni sevda âşıkları hakikate yüz sürmeli. Nesimî’den Seyid Rıza’ya, Alişer’den Zarife’ye kadar yol evlatlarını Hüseyni sevdayla büyüttükleri hakikat ateşine düşmeli, bu yolu sürdürüp büyümeliyiz.
Ve herkes bilmeli ki, unutmayacağız ne Kerbela’ları ne de zulmün adı olan Yezitleri. Onlar da unutmasın direnişin gonca güllerini. Bilsinler ki ne Hüseyni sevdalar biter, ne de Hüseyni direnişler!