Kürdistan Özgür Yaşam Partisi – PJAK Avrupa Temsilcilerinden Siyamend Mûînî, İran’a dair sorularımızı yanıtladı:
Biz, demokratik özerklik talep ediyoruz ve demokratik İran çerçevesinde demokratik halklar için çalışıyoruz. Eğer İran ve Türkiye akılcı davranır ve Kürtler ile bölgedeki halklarla uyumlu hareket ederse, Ortadoğu’nun geleceğinde önemli bir paya sahip olabilirler
Mehmet Ali Çelebi
Aksa Tufanı’nda yer alan Hamas, Hizbullah, Baas-Esad rejimi gibi aktörleri yol dışına çıkaran İsrail, vekil güçlerin ana karargah olarak gördüğü İran’ı doğrudan cezalandırmanın kapısını açtı. İsrail’in, 13 Haziran’da İran’a yönelik Yükselen Aslan adıyla 200’ü aşkın uçakla başlattığı saldırı Ortadoğu’da yeni fayları tetikledi. İran da Gerçek Vaat-3 adıyla misilleme yapınca Ortadoğu yeni bir ateş seline kapılıp savaş döngüsüne girdi. İsrail ağır hasar verdirince, müzakere söylemini terk eden Trump, Truth Social’de “Mevcut İran Rejimi İran’ı tekrar büyük yapmıyorsa neden bir rejim değişikliği olmasın? İran’ı yeniden büyük yapalım (MIGA!!!)” gibi paylaşımlar yapmaya başladı. ‘5. Nesil Savaş’ta taraflar otonom-insansız savaş makinaları, yapay zeka, asimetrik yapılar, algı oyunları kullanırken, kentleri yeni silahlarını test alanı yaptı. ABD’nin 22 Haziran’da 2 Spirit bombardıman uçaklarıyla Fordo, Natanz, İsfahan nükleer tesislerini bombalaması sonrası 24 Haziran sabahı ateşkes yapıldı. Ateşkes sonrası da saldırılar bir süre sürdü. Ateşkesle 12 günlük savaşa ara verilmiş oldu. Savaşla gözler Kürt, Beluç, Arap, Azeri, Fars ve diğer halkların durumuna ve yeni dönemde neler yapacaklarına çevrildi. Avrupa’da görüşmeler yapan İran’daki Kürdistan Özgür Yaşam Partisi (PJAK) eski eşbaşkanı, Avrupa Temsilcilerinden, Yürütme Konseyi Üyesi Siyamend Mûînî’ye (Mouini) İran’ın ekonomik, sosyolojik, siyasi anatomisini, molla rejiminin geleceğini ve İran’daki Kürtleri sorduk.
- Dünya 13 Haziran 2025 gecesi başlayan İsrail-İran Savaşı’nın sonuçlarının nereye varacağına kilitlenmiş durumda. Öncelikle İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun Yükselen Aslan adıyla başlattığı savaş öncesi İran’ın sosyal, ekonomi, askeri, politik fotoğrafını sormak istiyorum.
13 Haziran 2025’te İran ile İsrail arasında başlayan savaştan önce İran, birçok açıdan ciddi baskı altındaydı. Ali Hamaney’in otoriter ve totaliter rejimi, mutlak gücü elinde bulunduruyordu ve esas olarak Devrim Muhafızları ve istihbarat servislerini kullanarak ülkeyi yönetiyordu. Reformistler ile muhafazakârlar arasındaki iç muhalefetin artmasına rağmen Mesud Pezeşkiyan 2024 yılında seçildi ve sosyal liberalleşme ile nükleer anlaşma konusunda müzakereler yapma sözü verdi. Ancak, Pezeşkiyan yönetim ve liderlik gücünden yoksundu ve muhafazakâr ve askeri güçlerin direnişiyle karşı karşıya kaldı.
Jin Jiyan Azadî hareketine karşı baskılar ve protestolar devam etti ve Mayıs 2025’te yaşam maliyetlerinin artışı nedeniyle 155’ten fazla şehirde protesto ve grevler yoğunlaştı. İran’ın 2024’ten itibaren yaşadığı ekonomik çöküş, modern döneminin en büyük ekonomik krizi olarak kayda geçti. Enflasyon yüzde 50’nin üzerindeydi, para biriminin değeri dört haneli oranda düşmüştü ve İran Riyali dünyanın en değersiz para birimlerinden biri hâline gelmişti. Enerji krizi ve eskiyen enerji altyapısı nedeniyle sık sık elektrik ve gaz kesintileri yaşanıyordu. Devlet, askeri harcamaları önemli ölçüde artırmış, ancak halkın yaşam koşullarını göz ardı etmişti. İşsizlik yüzde 60’ın üzerindeydi, yaygın yetersiz beslenme ve özellikle Belucistan ve Kürdistan gibi kenar bölgelerde yoğun yoksulluk hâkimdi. Devrim Muhafızları, enerji ve altyapı da dâhil olmak üzere ekonominin büyük bir bölümünü kontrol ederek adeta paralel bir devlet oluşturmuştu. Zayıf ekonomiye rağmen 2024 yılında askeri harcamalar yaklaşık 17 milyar dolara ulaşmış ve İran’ın bölgesel operasyonlarını finanse etmişti. Nüfusun yaklaşık yüzde 50’si yetersiz beslenme ile karşı karşıyaydı. Bu ortamda sağlık, tarım ve ulaşım sektörlerinde grevler başlamıştı. Sürekli elektrik kesintileri ve gaz kıtlığı, günlük yaşamı ve üretimi ciddi şekilde aksatmıştı. Uluslararası izolasyon, iç ekonomik çöküş ve toplumsal huzursuzluklar istikrarsız bir ortam yaratmıştı.
- Şahlık zamanıyla kıyaslandığında 1979’da başlayan Molla rejimi döneminde Azerbaycan Eyaleti, Kürdistan Eyaleti, Arap nüfuslu Huzistan Eyaleti, Belucistan Eyaleti’nde durum neydi? İnsan hakları, kültürel haklar, ekonomi, güvenlik bağlamında…
Hem 1979’a kadar süren Şah döneminde hem de İslam Cumhuriyeti döneminde İran’ın çevresel bölgeleri, özellikle Azerbaycan, Kürdistan, Huzistan ve Belucistan sistematik olarak eşit haklara sahip eyaletler olarak değil, güvenlik bölgeleri olarak ele alınmıştır. Her ne kadar bu eyaletlerin durumları birbirinden farklı olsa da, ortak nokta anadil eğitiminin yasak olması ve devletin amacının Fars kültürüyle bütünleştirme, yani asimilasyon politikası olmasıdır. Bu bölgelerdeki halkların dili ve kimliği bastırılmıştır.
Bu eyaletler zengin petrol ve yeraltı kaynaklarına sahip olmalarına rağmen ekonomik kalkınmaya ulaşamamışlardır. 1946’daki Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin ardından Kürtler potansiyel isyancılar olarak görülmüştür. Şah dönemi güvenlik servisi SAVAK, son derece köklü bir şekilde bu bölgelerde faaliyet göstermiş, her türlü muhalefet şiddetle bastırılmıştır. İnsan hakları açısından, geniş çaplı gözetim, siyasi faaliyetlere sıfır tolerans ve 1979’daki devrimden sonra bu bölgeler adeta bir infaz alanına dönmüştür. İdam, işkence ve toplu cezalandırma, protestoları bastırmak için sistematik olarak kullanılmıştır. Özellikle Beluçlar, Kürtler ve Ahvaz Arapları arasında çok sayıda hızlı ve yargısız infaz gerçekleştirilmiştir.
Devrim Muhafızları ve istihbarat örgütleri bu bölgeleri denetim altında tutmaktadır. Günlük askeri operasyonlar özellikle Ceyşü’l Adl ve PJAK gibi gruplara karşı yürütülmüş, bu sırada birçok sivil hayatını kaybetmiştir. Arap isyan ve protestoları sert bir şekilde bastırılmıştır. Her türlü protesto şiddet ve baskıyla karşılık bulmuştur. Aktivistler ‘terörizm’ ve ‘ayrılıkçılık’la suçlanmış, ölüm cezasına çarptırılmıştır. Yasal temsiliyet eksikliği ve meşru taleplerinin dikkate alınmaması, siyasi atmosferi bu halklar için kriz hâline getirmiştir. Şah dönemi ile İslam Cumhuriyeti arasında halklar için büyük bir fark oluşmamış, sadece baskı yöntemleri değişmiştir. İslam Cumhuriyeti’nin diktatörlük rejimi altında siyasi ve sivil aktivistlerin bastırılması daha da yoğunlaşmıştır.
- ABD tehditleri sonrası Umman’ın başkenti Maskat’ta 12 Nisan 2025’te Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi başkanlığındaki İran heyeti ile ABD heyeti müzakerelere başlamıştı. 6. tur 15 Haziran’da yapılacaktı, ancak iki gün öncesinde savaş başlatıldı. Neden müzakereler beklenmedi? İsrail ne hedefledi?
Görüşmeler sürecinde İran, tıpkı geçmişte Avrupalı taraflarla yaptığı gibi, Amerika ile de aynı pazarlık oyunlarını sürdürebileceği yanılgısına kapıldı. İran, müzakereleri uzatma stratejisiyle yüzde 60 zenginleştirilmiş uranyuma, yani nükleer silah yapımına en yakın aşamaya ulaşmaya çalışıyordu.
İsrail, ‘Aslanın Doğuşu Operasyonu’ adı altında İran’a saldırdı. O sırada ABD’nin diplomatik süreci Umman’da devam etmekteydi. Saldırılar, Natanz, Fordow ve İsfahan’daki nükleer tesislere yönelikti ve İran’ın potansiyel nükleer askeri programını durdurma amacı taşıyordu. Devrim Muhafızları’nın önde gelen isimleri; örneğin Hüseyin Selami, Muhammed Bakıri, İsmail Kaani ve önemli nükleer bilim insanlarının öldürülmesi, İran’ın askeri ve araştırma zincirini istikrarsızlaştırmayı hedefliyordu. İsrail ayrıca İran’ın hava savunma sistemlerinin bazı kısımlarını, insansız hava aracı üslerini ve füze komuta yapısını da hedef alarak, İran’ın karşı saldırı kapasitesini azaltmayı amaçladı. Bu saldırı, Hamas, Hizbullah, Suriye ve Husiler gibi İran destekli vekil güçlerin daha önce zayıflatılmasının ardından gerçekleşti. İsrail, 2025 yılını Tahran’ın bölgesel nüfuzunu daha fazla sınırlandırmak için stratejik bir fırsat olarak gördü. Saldırıyı İran’ın zayıf bir anını beklemeden, aksine ABD ile diplomatik sürecin zirvesinde olduğu bir dönemde gerçekleştirdi. Yoğun saldırının amacı, İran’ın nükleer kapasitesini durdurmak ve bölgedeki güç yapısına ciddi zarar vermekti.
- İsrail’in vurduğu yerler arasında Kürtlerin tarihinde önemli sembolik ağırlığı olan 31 eyaletten biri olan Kirmanşah/Kasr-ı Şirin, Batı Azerbaycan-Urmiye, Batı Azerbaycan-Mahabad, Arap nüfuslu Huzistan vardı. Son durum nedir bu bölgelerde?
Güvenilir analizler ve kanıtlar, Kirmanşah’ta önemli füze tesisleri ve cephane depolarının yok edildiğini göstermektedir. Devrim Muhafızları’na ait Qiam ve Fateh-110 füze depoları hedef alınmış, Kirmanşah’daki yeraltı füze sitesi de İsrail tarafından tahrip edilmiştir. Huzistan eyaletinde Ahvaz, Dezful, Abadan’da Devrim Muhafızları’nın karargahları ve cephane depoları bombalanmıştır. Batı Azerbaycan’da Sardasht, Mahabad ve Urmiye’e de Devrim Muhafızları’nın askeri merkezleri hedef alınmıştır. Mahabad gibi şehir dışındaki, askeri birimlerin bulunduğu sembolik bölgelerin yanı sıra, Kirmanşah gibi özellikle Kürtler arasında kültürel ve ulusal önemi olan yerlerin hedef alınması, İran’daki azınlıklar arasında müttefiklerin sorunlarına dair uyarıcı bir mesaj vermek içindir. Bu saldırılar İran İslam Cumhuriyeti’ne yönelik bir ikazdır.
- Irak, KDP ve İran’ın anlaşması sonrası sınır hattında bulunan Kürdistan Emekçiler Topluluğu, İran Kürdistanı Devrimci Emekçiler Partisi, İran Kürdistan Komünist Partisi gibi partiler Eylül 2024’te silahsızlandırılmış ve kampları boşaltılmıştı. Kürtler hazırlıksız mı yakalandı? Nasıl bir İran stratejisi oluşturdunuz?
Silahsızlanma ve kamplara geri çekilme, daha çok İran, Irak hükümeti ve Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) arasında yapılan siyasi ve güvenlik temelli yapısal bir anlaşmanın parçasıdır ve sürpriz bir hareket değildir. Bu partiler, Güney Kürdistan’da yıllardır böyle bir kaderle karşılaşacaklarını biliyorlardı. İran devleti, siyasi ve diplomatik baskılar yoluyla ve doğrudan KDP ve Irak hükümetiyle işbirliği içinde bu işi gerçekleştirdi. Bu partiler, bir şekilde silahsızlanmaya zorlandılar ve başka bir seçenekleri yoktu.
Biz ise, Doğu Kürdistan’da varlığımızı Barzani’nin ihanetinden ve İran diktatör rejiminin hain komplolarından koruyabilmiş tek partiyiz. Örgütlendik, İran içinde binlerce kişiyi eğittik ve mücadele ile Doğu Kürdistan ve İran’ın siyasi geleceğinde öncü ve yol gösterici rol oynamayı başardık. Biz, Demokratik Özerklik talep ediyoruz ve demokratik İran çerçevesinde demokratik halklar için çalışıyoruz. Bu bizim, İran ve Doğu Kürdistan’ın geleceği için projemizdir ve bu doğrultuda stratejimizi ve taktiklerimizi uygulamaya koyacağız.
- Suriye iç savaşı sonrası Rojava’da Kürtler ancak 14 yıl sonra 2025’te ulusal birliği sağlayabildi. İran’daki Kürt kentlerinin çok azı Kürdistan eyaleti içinde, kentler farklı eyaletlere dağılmış durumda. Kürt kentlerinde halkın örgütlenme düzeyi nasıl? İran’daki Kürtler arasında ulusal birlik görüşmeleri var mı, varsa ilerleme kaydedildi mi?
Elbette, Kürdistan eyaleti sadece Doğu Kürdistan’daki tüm Kürt bölgelerini kapsamaz. Bu il sınırları, Kürdistan üzerinde hüküm süren yönetimlerin oluşturduğu idari yapı biçimindedir. Doğu Kürdistan’ın coğrafi alanları birbirine bağlıdır ve fazla dağınık değildir, tabii ki Horasan Kürtlerinin yaşadığı bölge ayrı olarak değerlendirilirse. Doğu Kürdistan’daki Kürtler nispeten politiktirler ve kendilerini yönetme kapasitesiyle toplum düzeyinde önemli ilerlemeler kaydetme potansiyeline sahiptirler. Sivil faaliyetler ve Kürtçe sosyal medya ağları ile medya organları, örneğin televizyonlar, çevrimiçi yayınlar ve dil, kimlik, haklar konularını takip eden sayfalar gün geçtikçe çoğalmaktadır. Yerel oluşumlar olarak işçi ve şehir konseyleri, öğrenci birlikleri, mesleki ve çevreci dernekler kurulmuştur. Sık sık saldırılara maruz kalmalarına rağmen örgütlü biçimde faaliyetlerine devam etmektedirler.
Doğu Kürdistan’daki Kürtlerin birlik ve beraberliği konusunda hep öncü olduk ve özgürlük mücadelesi veren tüm siyasi partilerin yakınlaşması ve birleşmesi için çaba gösterdik. Kürdistan genelinde Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK) aktif bir üyesiyiz ve Doğu Kürdistan’da da tüm partilerin ve örgütlerin ortak mücadele etmesi için daima gayret ettik. Demokratik çoğulculuğa inanıyoruz ve özgürlüğün kurumsallaştığı bir toplumun gelişeceğine inanıyoruz. Doğu Kürdistan’daki tüm Kürt partileriyle görüşmelerimiz ve diyaloglarımız sürmekte ve ulusal Kürt birliği süreçlerinde çalışıyoruz.
Doğu Kürdistan’da Kürtlerin birlik olması için görüşmeler devam etmekte, ancak önemli güvenlik ve siyasi engeller bulunmaktadır. Kürt koalisyonlarının oluşturulmasında şu anki ilerleme daha çok ideolojik ve semboliktir, yapısal ve resmi düzeyde değil. İran’daki siyasi ortam açılırsa, Kürt konfederasyonu kurulma olasılığı çok daha yüksek olacaktır. Aynı zamanda, İran’daki diğer milletlerle birlikte bir konfederasyonun da gelecekte mümkün olabileceğini düşünüyorum.
11 Ocak 2018’de Avrupa Parlamentosu’nda bir konferans düzenlendi. Konferansın amacı, Kürt ve İranlı partiler arasındaki ortak noktalar üzerine diyalog ve görüşmeler yapmak, merkezi İran diktatörlüğü ve şoven merkeziyetçi zihniyete karşı ortak bir mücadele örgütü oluşturmak için zemin hazırlamaktı ve bu konferans başarılı oldu.
- Mayıs sonlarında ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi ve Ankara Büyükelçisi Tom Barrack, ‘Batı, bir asır önce haritalar, manda yönetimleri, çizilmiş sınırlar ve yabancı yönetimler dayattı. Sykes-Picot Suriye’yi ve daha geniş bir bölgeyi barış için değil emperyal kazanç için böldü’ açıklaması yapmıştı. 21 Haziran’da da Cumhurbaşkanı Erdoğan İstanbul’da 57 üyeli İİT Dışişleri Bakanları Konseyi’nin toplantısında konuşurken ‘Türkiye olarak bölgemizde sınırları kanla çizilecek yeni bir Sykes-Picot düzeninin kurulmasına izin vermeyeceğimizi burada önemle vurguluyorum’ dedi. Yeni bir Sykes-Picot dizaynı mı pişiriliyor?
Elbette ki ABD özel temsilcisi Tom Barrack, tam olarak Sykes-Picot projesine işaret etmiş ve alışılmışın dışında bir şekilde açık sözlü davranarak Sykes-Picot’un tarihi eleştirisini bir Amerikan yetkilisi ağzından dile getirmiştir. Bu, ABD’nin bölgede rolünü daha yumuşak bir dille yeniden tanımlama ya da farklı bir tarzda yeni bir plana katılma çabası olarak değerlendirilebilir.
1916 Sykes-Picot Anlaşması, Birinci Dünya Savaşı sonrası Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılması için İngiltere, Fransa, İtalya ve Çarlık Rusya’sı arasında yapılmıştı. Yapay sınırlar çizilerek Suriye, Irak, Lübnan ve Ürdün gibi devletler kuruldu. Bu sınırlar çoğunlukla etnik, dini ve kültürel gerçeklerle uyuşmuyordu ve bu durum günümüz krizlerinin temel nedenlerinden biridir.
Bana göre yeni bir harita çiziliyor ve ben makalelerimde defalarca jeopolitik değişim süreçlerine işaret ettim. Biz Kürtler ve diğer Ortadoğu halkları için Abdullah Öcalan liderliğinde alternatif bir paradigma, mevcut krizlerin çözümünde yol açıcı olabilir. Ancak Türkiye, İran ve diğer ülkeler direnç gösterirse ve Türkiye ile İran diktatörlük ve teokratik sistemlerinden vazgeçmezse bu durum yeni sınır ve etnik çatışma dönemine yol açabilir. Fakat akılcı davranılır ve bu süreç iyi yönetilirse, demokratik bir toplum inşa edilirse bölge federasyon veya demokratik konfederasyon tarzı bir modele doğru ilerleyebilir ve mevcut krizlerin çözümünde anahtar olur.
Suriye, Irak, Lübnan, Yemen ve Gazze’deki vekalet savaşları, fiilen merkezi devletleri zayıflatıp yeni yapıları güçlendirmiştir. Irak, Suriye, Libya ve Lübnan’daki hükümet sistemleri, bu yapay ve zorla dayatılmış sistemlerin yıkılması yönünde bir değişim olduğunu göstermektedir. Ve İran ile Türkiye de bu değişimin içinde yer almaktadır. Eğer İran ve Türkiye akılcı davranır ve Kürtler ile bölgedeki halklarla uyumlu hareket ederse, Ortadoğu’nun geleceğinde önemli bir paya sahip olabilirler. Aksi takdirde, bu sistemin kalıntılarını önümüzdeki 20 yıl içinde bile göremeyeceklerdir diye düşünüyorum.
YARIN: İran neden komutanlarını kaybetti. Ticaret yolları, enerji koridorları çekişmesi. Rusya ve Çin’in pozisyonları