• İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
28 Haziran 2025 Cumartesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
ABONE OL!
GİRİŞ YAP
Yeni Yaşam Gazetesi
JIN
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Yeni Yaşam Gazetesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Ana Sayfa Gündem Güncel

Cinsiyet, komün, devlet

Süreç, Kongre ve Perspektif Metni üzerine bir okuma (4)

28 Haziran 2025 Cumartesi - 00:00
Kategori: Güncel, Manşet
Cinsiyet, komün, devlet

Perspektif metninde, Kürt Özgürlük Hareketi açısından yeniden düşünülmesi gereken en önemli unsur, cinsiyetlerin zıtlaştırılarak, bu zıtlık dondurularak ve hiyerarşikleştirerek oluştuğuna dair yorumlar. Metinde iki farklı izlek var.

Nazan Üstündağ

Bu bölümde kısaca perspektif metnindeki cinsiyet meselesini ele alacağım. Belirtmem gerekir ki cinsiyet teorileri ile ilgim daha çok modern dönemi kapsadığı için modern tarih yazımı öncesi veriler hakkında kapsamlı bir incelemem yok. Aynı zamanda arkeolojik kazıların sürekli yeni bilgiler vermesi de yazı öncesi topluluklar hakkında fikir yürütmeyi zorlaştırıyor. Örneğin İspanya’da ortaya çıkan yeni kazılarda, arkeoloji ve antropoloji biliminin bugüne kadar kabul etmediği anaerkil bir varoluşun izlerine rastlanır ve böylelikle Öcalan’ın Mezopotamya hakkında yazdıkları desteklenirken, Güney Amerika’daki bazı kazılar kadınların toplayıcılık kadar avcılıkla da uğraştığını göstererek farklı bir yön açığa çıkarıyor. Yine Güney Amerika’daki yerli halklar seslerini daha fazla duyurdukça bu topluluklarda sömürgecilik kurumsallaşana kadar zıtlaşmış ikili bir cinsiyet sisteminin var olmadığını, ikili-ruh dedikleri bir sistem içinde kadınlık ve erkekliğin zıtlık içinde değil de bir devamlılık içinde değerlendirildiğini öğreniyoruz.

Mitolojik okuma

Sayın Öcalan’ın mitoloji vurgulu okumalarını çok önemli buluyorum. Daha önceki bazı yazılarımda, Kürt Özgürlük Hareketi’nin siyaset ve psikanalizin kesiştiği yere yaptığı müdahalelerden bahsetmiştim. Mitolojiye olan vurgunun, psikanaliz bilimine katkı yapacağını ve onu politikleştireceğini düşündüğüm iki noktası üzerinde durmuştum. Bunlardan birincisi hem Sümer hem Yunan mitolojilerinde var olan annesiz bir doğum fantazisi. İkincisi ise (belki de Ianna’nın kaybetmiş olduğu) ana kanunları kavramı. Hem Athena hem de Marduk’un doğumlarında gördüğümüz kadarıyla belli bir noktada anasız bir doğum erkekleşen kültürlerin ortak fantazisi haline gelmiş. Bugün dahi psikanalizde anne zamanına bağlı kalmak eksik bir toplumsallaşma ve psikotik bir kriz olarak görülüyor. Fransız psikanalitik-feminizmi buna ana-katilliği adını veriyor. Üstelik tüm modern sömürgeci yapıların altında (sömürgeleştirilenin asimile olmasını engellediği düşünülen) geleneksel anne figürüne karşı çok ciddi bir nefreti okumak mümkün. Bu anlamıyla mitoloji bize psikanaliz (ve başka bilimlerin) dayandığı derin ve süreklileşmiş erkek bilinçaltı konusunda ciddi bilgiler veriyor.

İkinci olarak Enki ve Ninhursag mitolojisi, bize toplumun Freud’un ilham aldığı Oedipus efsanesinden farklı olarak ana kanunları (koruma, büyütme, bakım vs.) sayesinde var olabildiğine dair izler sunuyor. Ninhursag’ın Enki’nin ensest arzularını durduran, kızına yol gösteren, Enki’yi hem cezalandırıp hem de affedip, yeni doğan tanrılara isim verdirterek baba haline getiren eylemleri, etik toplumu yaratanın baba değil anne olduğunu imliyor. Böyle bir okuma sayesinde hem ananın, toplumsallığı ve toplumsallaşmış kişiyi oluşturan bir dizi kanunun doğurucusu ve uygulayıcısı olduğunu görüyor, hem de toplumu yıkabilecek gücün, eğer farklı şeylere yöneltilmez ve kontrol altına alınmazsa, bebeğin annesine değil, yaşlı erkeğin genç kıza duyduğu arzu olduğunu görebiliyoruz.

Şimdilik bu çok daha geniş ele alınması gereken meseleleri bir yana bırakayım.

Erkeğin şiddet tekeli

Öcalan’ın daha önceki yazılarında olduğu gibi perspektif metninde de bence en önemli hususlardan biri, erkeğin kadın üzerinde kurduğu egemenliğin bir şiddet olduğu ve tarihsel bir kesinti olarak anlaşılması gerekliliği. Tarihsel bir olgunun bir karşılaşma, yenme-yenilme, yenilgiyi-unutturma ve doğallaştırma çerçevesinde anlaşılması bu tarihsel olguyla mücadelenin hem geriye hem ileriye doğru bakması gerektiği anlamına geliyor. Yani hem geçmişten gelen, saklanan, savunulan, sırlaştırılanlara; hem de ihtimallere ve potansiyellere. Öcalan bu manevra sayesinde bir bakıma sekülerliği sebebiyle cazip gelmeyen kadın özgürleşmesini de efsunlamış oluyor.

İkinci olarak perspektif metninde geçmeyen ancak (kimilerine çok itici geldiğini bilmeme rağmen) çok önemsediğim bir kavram olan “karılaştırma” kavramı üzerinde durmak istiyorum. Karılaştırma kavramı bana göre siyahların çokça kullandığı (racialization) ırklılaştırma kavramını da çağrıştırıyor. Siyah düşüne göre kapitalizm ve kapitalizmle birlikte gelişen modern iktidar her zaman ırklılaştıran bir süreç. Çeşitli ideolojik ve maddi süreçler sonucunda siyahlaştırılan herkesin her zaman beyazlaştırılanların iktidarı altında olması doğallaşıyor. Siyah emeğe el konulması, siyah bedene şiddet uygulanması, siyah olanın değersizleşmesi otomatikman gerçekleşiyor. Öcalan, “karılaştırma” kavramı aracılığıyla, kadınlaşmanın da aynı siyahlaşma gibi biyolojik bir ayrıma değil, şiddetle gerçekleştirilen bir ayrıştırma eylemine işaret ettiğini gösteriyor. Öte yandan yine siyah yazınla benzeşen bir biçimde karılaştırma, insanları kapatma, hareket alanlarını daraltma, nesneleştirme ve arzusuzlaştırma, emeğine el koyma içeriyor. Kadına olduğu gibi etnik gruplara ve işçilere de aynı gramer uygulanıyor. Üstelik de karılaştırma eylemine ırklaştırmada ilk anda belirmeyen bir tutku eşlik ediyor ve erkeğin(iktidarın) tüm psişik varlığını büyük bir tutku ile karılaştırma (köleleştirme) eylemine yatırdığı açığa çıkıyor.

Yeniden düşünmek

Buna bağlı olarak, perspektif metninde, Kürt Özgürlük Hareketi açısından yeniden düşünülmesi gereken en önemli unsur, cinsiyetlerin zıtlaştırılarak, bu zıtlık dondurularak ve hiyerarşikleştirerek oluştuğuna dair yorumlar. Metinde iki farklı izlek var. Bunlardan biri anneliğin etrafında dönen izlek, diğeri ise cinsiyet oluşumunun. Annelik çocuğun bakımı ve savunmasını sağlamayı ve bu çerçevede komünleşmeyi sağlayan bir kategori olarak karşımıza çıkıyor. (Öcalan’ın anlatısında şimdi “dayı” dediğimiz ilişki de bu işin icra edilmesinde önemli. Buna vurgu yapmamın sebebi anneliği tarifleyen çocuk bakımı ve savunmasının illa kadın tarafından gerçekleşmesinin şart olmamasını imlemesi.) Anne komünleşmeyi sağlayarak ve içerisini ve dışarısını yaratarak yeni bir diyalektiğe sebep veriyor. Bu diyalektik ise cinslerin zıtlaştırılması ve hiyerarşileşmesi sonucunda donduruluyor. Bir diğer deyişle, Öcalan yolladığı perspektifte, özgürleşmenin ikili cins sistemini aşmakla olabileceğini de ima etmiş oluyor ki kanımca “erkeği öldürmek” kavramı da nihayetinde, hiyerarşik zıtlaşma yerine, eşitlikçi farklılaşmayı düşünmenin yolunu açık tutuyordu. Bu ise Kürt kadın hareketi ile LGBTQİ+ hareketlerinin (ortak ezilme deneyimi ötesinde ve) ideolojik anlamda bir ortak zemini inşa etmelerinin önünü açıyor.

Çeliştiğim yer

Benim hem Kürt Kadın Özgürlük Hareketi ile hem de Öcalan’la çeliştiğim bir yeri de belirtmek de fayda var. O da harekette (gene Öcalan’dan ilhamla) kadınlık bağlamında düşürülmek denilen, perspektif metninde ise Kürtlük bağlamında, çöp kavramıyla ortaya çıkan düşünüş tarzı. Doğrusu bu konuda Sayın Öcalan’la sohbet de etmek kendisiyle itirazlarımı sözlü biçimde paylaşmak isterdim.

Bana göre ne düşürülmek ne de çöp tamamıyla negatif bir şey. Çöp içinde hazineler gizler: tüm medeniyetin dışkısı olma haliyle inanılmaz bilgiler, sırlar, direngenlikler ihtiva eder. Düşürülmek ise -düşkünken dahi istemek, acı çekmek, rezil olmak, kendini hiçe saymak- başka bir türlü insan olmanın nüvelerini taşıyabilir. Çöp ve düşürülmek kavramlarının bu şekilde düşünülmediğinde insanı birçok bilgiden mahrum edebileceğinden, bugünkü özgürlük arayışlarındaki türlü arzuyu görmezden gelebileceğinden ve halk gerçekliği ile eşit ilişkilenmekte zorlayacağından korkuyorum. Bunları da açıkçası, tamamen köleleştirilmiş, soyunu ve kökünü kaybetmiş siyah toplumunun en büyük ezilme ve yozlaşmalarda dahi kutlanmaya değer buldukları büyülü ilişkilenmeler, başkaldırmalar ve zevklerden öğrendiklerimden ilhamla söylüyorum.

Devlet-komün

Öcalan’ın dünyadaki hiyerarşik sistemi ve iktidar ilişkilerini altüst etmek ve eşitlikçi, demokratik ve ayrışmadan farklılaşan grup ve bireylerden oluşan akışkan ve özgürlükçü bir toplumsallık yaratmak için kadın özgürlüğünü öne çıkarması, haliyle tarihin ana diyalektiğini de sınıf çatışmasından devlet(leşme) ve komün(leşme) çatışmasına taşımasına sebep oluyor. Komün, kadın merkezli bir varoluşla birlikte düşünülen, bakım-sevgi-paylaşım-neşe-eşitlik içinde farklılaşma- gibi isim, sıfat ve fiilleri çağrıştıran bütüncül bir yaşam pratiğine eş düşüyor. Devlet ise temsiliyet, tekelleşme, ikame, hiyerarşi, kanun, ayrıştırma ve benzeştirme pratiklerinin bir özeti. Bu anlamıyla kapitalizm kavramı devlet ve devletleşme edimini kavramsal olarak kapsamıyor çünkü el koyma şiddetini sadece üretim araçlarına indirgiyor.

Aslında Öcalan’ın düşüncesini farklı kavramlarla öne süren başka düşünürlerden bahsetmek de mümkün. Örneğin Hikmet Kıvılcımlı ve Abdullah Öcalan iyi bir düşünsel karşılaştırmayı hak ediyorlar. Uluslararası bağlamda ise antropolojik yazınlarıyla bilinen Pierre Clasteres, Güney Amerika’da yaptığı araştırmalar sonucunda komünleşme ile devletleşme arasındaki çatışmaya parmak basmıştı. Kitaplarında toplumların devletleşmemek için oluşturdukları kimi öz savunma stratejilerine ve her zaman devletleşme tehlikesi arz eden, şef, şaman ve savaşçı figürlerinin iktidarlarını nasıl kesintiye uğratıp statü, zor, bilgi ve artı-değer birikimini engellediklerine bakmıştı. Nejat Ağırnaslı ise Kobane’de şehit düşmeden önce bize miras bıraktığı Menkıbe kitabında, toplum ve komünü ayrıştırmıştı. Toplumun devlet tarafından üretildiğini ve 68 devrimcilerinin toplumun teşekkülünü kırarak onu komünleştirmeye çalıştığını savunmuştu.

Tüm tarih analizlerinde her türlü birikimin dibinde kurucu bir şiddet yattığını savunan radikal siyah düşünce, sömürgeleştirme karşıtı (dekolonyel) düşünce ve kimi anti-kapitalist feminist düşünceler, bize modern tarihin tamamıyla bir yağma ve mülksüzleştirme tarihi olarak okunmasını salık veriyorlar. Bu yağma (Öcalan’a paralel olarak) şu soruyu başat hale getiriyor: Her zaman cinsiyetçiliğe, ırkçılığa ve sömürgeleştirmeye dayalı olan kapitalizmin gelişimi neyi, ne zaman ve nasıl halktan, kadınlardan ve belli topluluklardan alıp başkalarının mülkiyetine geçirmiştir? Öcalan’ın eleştirdiği dincilik, milliyetçilik, cinsiyetçilik, ilerlemecilik vb. ideolojiler nasıl olup da aydınlanmaya içkin bir biçimde bu çalma ve çırpmaya teşvik etmiş ve bunun bir suç olduğunu görünmez kılmıştır? Her canlının hayatta kalmak için ihtiyaç duyduğu beslenme, özsavunma ve kendini yeniden üretebilme araçları ne zaman ve hangi biçimlerde toplumlardan, kadınlardan, emekçilerden çalınmış ve devlet, kapitalistler ve erkekler elinde tekelleşmiştir?

Bu sorulara cevap aradığımızda komünleşme ve devletleşme arasındaki diyalektiğin merkeziyetini görmek mümkün oluyor. Ben burada devlet ve komün demek yerine devletleşme ve komünleşme demeyi daha uygun görüyorum. Çünkü devletleşme ve komünleşmenin bir eyleme biçimi olduğunu ve klasik anlamda devlet olmayanın da devletleşebileceğini düşünüyorum. Devletleşme hukuk yapma ve uygulama hakkını, zor araçlarını ve bilginin doğrulanması ve dolaşımını tekelleştirerek bu çalma ve çırpmayı hem gerçekleştiren hem de mümkün kılan dinamik. Komünleşme ise özsavunma, üretme ve kendini yeniden üretme, (elbette bunla birlikte gelen geleceği hayal etme ve kurma) araçlarını tekrar sahiplerine geri iade etme ya da yeniden oluşturma anlamına geliyor.

Sonuç

Sömürgeleştirme en öncelikle halkların hayal gücüne maddi ve ideolojik şiddetle sınır çeken bir süreçtir. Bu maddi ve ideolojik şiddet sayesindedir ki halklar özgürlük hayal ettikleri zamanlarda bile kapitalizmin, devletin ve erkek egemen sistemin ufkunu aşmakta zorluk çeker. İnsan ve halk olarak tanınma çabalarında, egemen insanlıkla ilişkilenmiş kurumsal ve deneyimsel arzular üretir ve özgürlük yolunu hak söylemine tahvil ederler. Öcalan önderliğindeki Kürt Özgürlük Hareketi, her şeyden önce hayal kurmayı biliyor ve hayallerine çekilen setleri yıkıyor. En önemlisi büyülerini kaybetmiş şeyleri yeniden büyülüyor. Sürekli büyü üreten devletleşme ve egemenlik gibi süreçlerin ise parlak boyalarını söküp atıyor. Büyünün yaşama, komüne, kadına, oluşa, akışa, cömertliğe, neşeye, eşitliğe, farklılaşmaya, tekrar iadesi mücadelesinde ittifak arıyor.

BİTTİ

Önderlik

PaylaşTweetGönderPaylaşGönder
Önceki Haber

Siyamend Mûînî: ‘Yeni Ortadoğu’ jeopolitik değişimler getirebilir

Sonraki Haber

Demokrasi karın doyurur mu?

Sonraki Haber
Yeni anayasa tartışmaları ve DHP’nin sorumluluğu

Demokrasi karın doyurur mu?

SON HABERLER

Tutsak gazeteci Sevda Erkılıç’ın beslenme ve tedavi hakkı engelleniyor

Tutsak gazeteci Sevda Erkılıç’ın beslenme ve tedavi hakkı engelleniyor

Yazar: Yeni Yaşam
28 Haziran 2025

Amed’de ‘Engelliler için Barış ve Demokratik Toplum Konferansı’ düzenlendi

Amed’de ‘Engelliler için Barış ve Demokratik Toplum Konferansı’ düzenlendi

Yazar: Yeni Yaşam
28 Haziran 2025

Rojin Kabaiş’in ailesi dosya savcısıyla görüştü

Rojin Kabaiş’in ailesi dosya savcısıyla görüştü

Yazar: Yeni Yaşam
28 Haziran 2025

Ayşegül Doğan: Barışı kuracağız, demokratik bir yaşam inşa edeceğiz

Ayşegül Doğan: Barışı kuracağız, demokratik bir yaşam inşa edeceğiz

Yazar: Yeni Yaşam
28 Haziran 2025

Sekasur’da kum ocağına karşı nöbet

Sekasur’da kum ocağına karşı nöbet

Yazar: Yeni Yaşam
28 Haziran 2025

Roboskî Katliamı 162’nci ayında: Adalet sağlanmadan barış olmaz

Roboskî Katliamı 162’nci ayında: Adalet sağlanmadan barış olmaz

Yazar: Yeni Yaşam
28 Haziran 2025

Hasta tutsaklar için 3 kentte tahliye çağrısı

Hasta tutsaklar için 3 kentte tahliye çağrısı

Yazar: Yeni Yaşam
28 Haziran 2025

  • İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
yeniyasamgazetesi@gmail.com

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

E-gazete aboneliği için tıklayınız.

Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Tümü
  • Güncel
  • Yaşam
  • Söyleşi
  • Forum
  • Politika
  • Kadın
  • Dünya
  • Ortadoğu
  • Kültür
  • Emek-Ekonomi
  • Ekoloji
  • Emek-Ekonomi
  • Yazarlar
  • Editörün Seçtikleri
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Karikatür
  • Günün Manşeti

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır