Rızasız yolun; yani eril, bağlı olarak hegemonik ve gaspçı-talancı sistemin bin bir kılıkta tecelli etmiş olan merkezleri, çelişki ve çatışmalarıyla, bağlaşık ve ittifaklarıyla hem insanlığa hem de cümle varlığa yönelik gerçekleştirdikleri soykırım pratiğini tırmandırarak sürdürmekteler.
“Devletlerin dostlukları değil çıkarları vardır” minvalindeki söylemler muktedirlerin sözcüleri tarafından sıkça dile getirilir. “Muktedirlerin hakikatini” dile getiren bu söylem bilinçlere devlet-toplum özdeşliğini işler ve aynı zamanda diğer halklar düşman ilan edilir. Bu düşmanlaştırma üzerinden, fırsatını bulurlarsa o halkların yaşam alanlarına ve tüm varlıklarına şiddet temelinde el koyma meşrulaştırılır. Bu zihniyet sürekli biçimde sayısız yöntem ve araçla toplumsal bilince kazınıp canlı tutulur. Böylece koşullar oluştuğunda güç devşirilecek zemin de hazır olacaktır.
Oysa bu zihniyet kendilerini var etmeleri sadece bir rızasızlık hali üzerinden mümkün olabilen muktedirlerin kirli gerçeğidir. Bu zihniyet ve kendini var ediş biçimlerinden mazlumların ve halkların payına düşen şey ise hep daha fazla yoksulluk, yıkım ve ölümler olmaktadır.
Hali hazırda, modernizmin küresel ve bölgesel aktörlerinin bağlaşık ve ittifaklarıyla yıkım ve ölümleri Ortadoğu merkezli biçimde tırmandırdığı bir süreci yaşamaktayız. Hegemonya savaşlarında her türlü insan ve varlık düşmanı yöntem pervasızca kullanılmakta, ahlaki-insani değerler tereddütsüz biçimde çiğnenmektedir. Ama küresel, ama bölgesel ya da yerel hegemon odaklar tüm insanlık için daha büyük bir tehdit durumuna gelmiştir. Ve yedeğine alamadıkları tüm toplumsal kesimler ve halklar ise somut biçimde soykırım pratik ve tehditleriyle karşı karşıyadır. Şengal, Efrîn, Suriye Arap Alevileri, Gazze-Filistin gibi örnekleri yaşanmış ve yaşanmaktadır. Benzer tehditlerin niceleri ise hali hazırda kapıda beklemektedir.
Somut durumda mazlumlar cenahından da sesler yükselmekte, hak temelli mücadele içerisinde olan siyasal yapılar rızalaşma üzerinden mümkün olabileceği deklare edilen demokratik toplum projeleri sunmakta, yaşanabilir yarınlar için demokratik birlik, nefsi müdafaa ve mücadele çağrıları yapmaktadırlar. Bu bağlamda; sadece demokratik toplumun bileşeni biçiminde güvende olup toplumsal varlığını da sürdürebilecek olan Raa/Reya Heqi-Alevi halklar-sürekler olarak somut durumumuzu gözden geçirmek zorundayız.
Öncelikle hem Yolumuz, hem de sorun ve ihtiyaçlarımız hak temelli ve sürece cevap olabilecek bir duruşu zorunlu kılmaktadır. Böyle bir duruş ise gerek zihniyet, gerekse kurumlaşma biçimleriyle tarihsel toplumsal hakikatiyle buluşmuş, güncel örgütlenme ve mücadele biçimlerini bu hakikati üzerine inşa etmiş, hak temelli mücadele birliklerinde iradi bir bileşen olarak konumlanmış bir halk gerçekliğiyle mümkün olabilecektir.
Mevcut Alevi örgütlenmelerine, yaygınlığına bakınca iki temel gerçekle karşılaşmaktayız. İlki, öncelleriyle beraber, kapitalist modernitenin çözen, tüketen soykırımcı karakteri ve sistematik saldırıları karşısında refleks olarak geliştirilen yaygın örgütlülük düzeyi halkımızın Yoluna ve toplumsal varoluş biçimine olan bağlılığını, yaşatma arzusunu ve kararlılığını göstermektedir.
İkinci nokta ise; tarihsel toplumsal varoluş biçimimizin ağır biçimde darbelendiği koşullarda ortaya çıkan ve vakıflar, dernekler, federasyon ve konfederasonlar şeklinde tecelli eden örgütlenme biçimlerimizin Yolumuzun hakikati üzerine oturtulamadığı ve bu durumun iç ve dış faktörlere bağlı olarak çürüten, hakikatimizden koparan, dış müdahaleye açık duruma düşüren sonuçlara yol açtığı gerçeğidir.
Yolun hakikati, yani rıza ve ikrar hali üzerine inşa edilmeyen, birer rıza meclisi olarak tecelli edemeyen örgütlülük biçimleri tahakküm hukukuna tabi olacağından, niyet bu olmasa dahi kuruluşundan itibaren birer iktidar alanına dönüşecektir. Netice olarak örgütlenme ihtiyaç ve arayışlarımız Yolumuzu ve toplumsal varlığımızı savunma ve yaşatma gayretidir. Unutmayalım ki “iki yol” vardır. Biri Rıza yoludur, diğeri ise rızasız yoldur, ortası yoktur.
Küresel bir alt üst oluş sürecinden geçerken toplumsal hakikatimiz üzerinden bir, iri ve diri olamaz isek kaybettiğimiz yüz yıllara bir yüz yıl daha eklenecek, yeni felaketler kapımızı çalacak, soykırım sarmalında tükenme sürecimiz devam edecektir. Yolumuzu ve toplumsal varlığımızı yok etmeye odaklı zihniyet ve politikalarda hemfikir olan iktidar kliklerinden birine yedeklenmek sadece çürüme ve çözülüşü, taabiyeti, özsavunmasız kalmayı getirecektir.
Asimilasyon ve soykırım sarmalından çıkabilmemiz sadece demokratik toplum inşasıyla mümkün olabilecektir. Yüzyılları kapsayan direniş ve bedellerimiz, günümüzde ittihatçı faşizmin beyaz ya da yeşil versiyonlarından birine biat için değil, rıza ve ikrar üzerine kurulu bir yaşam biçimine ulaşmak içindi. Yağmadan, rızasız lokmadan pay kapmaya çalışan, bin bir kılığa bürünerek düşkünleşen, halkımızı modernizmin bataklığına çekmeye, düşürmeye çalışan ikrarsız döneklere meydan vermemek her talibin görevidir.
Demokratik toplum mücadelesinin öncü bileşenlerinden olma zorunluluğu sadece “Alevilerin mazlumlardan yana olmasıyla” değil, Alevilerin asimilasyon ve soykırım sarmalından demokratik toplum inşasıyla çıkabileceği gerçeğiyle açıklanabilir.
Aşk ile…