İdamının yüzüncü yılında Şeyh Said’i, torunu Kasım Fırat anlatıyor:
Şeyh Said Efendi diyor, Bugün normal hayatın sonuna geldik. Ama benim torunlarım yarın benimle iftihar edeceklerdir. Başları düşmanların önünde dik olsun. Biz kırıldık, ezildik, öldük ama hiçbir zaman eğilmedik. Bu onlar için onurdur ve yeterli bir onurdur
Hüseyin Kalkan
Genç Cumhuriyet ayakları üzerinde durur durmaz asimilasyonu hızlandırdılar. Amaç türdeş bir ulus devlet inşa etmekti. Ermeniler ve Rumlar 1. Dünya Savaşı sırasında tasfiye edildiğinden dolayı bu projenin önünde tek engel olarak Kürtler bulunuyordu. Önce adem-i merkeziyetci bazı unsurlar taşıyan 1921 Anayasası yürürlükten kaldırıldı. 1924 yılında her şeyi Türklük’e göre düzenleyen bir anayasa bütün itirazlara rağmen yürürlüğe sokuldu. Bundan en çok savaş sonrası bazı haklarının kabul edilmesini bekleyen Kürtler zarar gördü. Hoşnutsuz kaldı. Kürtler bu duruma tepki göstermekte gecikmediler. En kapsamlı ve geniş tepki ise Şeyh Said öncülüğünde ortaya çıktı. Bu geniş ayaklanma büyük güçler harekete geçirilerek bastırılabilindi.
Önceki gün Belçika’nın Brüksel kentinde düzenlenen “100. yılında Şeyh Said isyanı, Azadî Hareketi, Şeyh Said ve arkadaşları, hafıza ve kolektif itiraz” konferansına Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan bir mesaj gönderdi. Öcalan, “Şeyh Said, döneminin koşullarında toplumsal sorumluluğu yüklenmiş bir öncü olarak, Kürtlüğün iradesine yönelen inkâr politikalarına karşı güçlü bir duruş sergilemiştir. Onun şahsında anlam bulan bu kalkışma, yalnızca siyasi değil, aynı zamanda toplumsal bir tepkidir. Bu tepki, Kürtlerin kendi hakikatlerine olan sadakatinin tarihsel bir ifadesidir” diyerek Şeyh Said öncülüğünde gelişen isyana dair çarpıcı tespitlerde bulundu.
Şeyh Said ve arkadaşları 100 yıl önce bu gün Amed’de, Mardin Kapı’da idam edildi. Nereye gömüldüklerini devlet hala gizliyor. Bu katliamın yıldönümünde Şeyh Said Derneği Başkanı ve Şeyh Said’in torunu Kasım Fırat ile konuştuk.
Haritalar yeniden yapılırken
Kasım Fırat, 1. Dünya Savaşı’nda değişen haritalara ve getirdiklerine atıf yaparak sorularımızı yanıtlamaya başladı. Fırat, bir giriş babında şunları belirtiyor: “Şeyh Said Efendi ve dava arkadaşlarının 29 Haziran’da 1925’te idam edilişinin 100. yılında, bu hareketin sebeplerini ve hareketi ortaya çıkartan sebepleri başlıklarla değerlendirmeye çalışacağım. 1923’lerde dünyada yeni düzenlemeler oldu, değişimler oldu. Ve haritalar yeniden yapıldı. O dönemde, 1916’da, Sykes-Picot tarafından oluşan veya o isimlendirilen o projede Kürtler dört parçaya bölünmüş. Ve Fransız, İngiliz, İtalyan emperyalizmi ile Rusya da bu işin içinde. Onların da desteğiyle dörde bölünmüş ve herkes bir taraftan Kürtleri idare etmeye, sömürmeye çalışıyordu. Fransa Rojava yani Suriye kısmındaki Kürdistan’ı yönetiyordu. İngilizler ise Irak’ta Kürdistan’ı ve Iraklılarla beraber yönetiyorlardı. Ve kendi emperyal çıkarlarının doğrultusunda kullanıyorlardı.”
Jön Türkler ve Cumhuriyet
Fırat, “Cumhuriyet’in kuruluşu da bu emperyal güçler tarafından örgütlenmiştir” diyerek, “Cumhuriyet’in çıkışı veya kuruluş başlangıcı 1860’larda Jön Türk örgütünün Fransa’da örgütlenip buraya gelmeleri ile başlar. Jön Türkler Osmanlı’yı dağıtmak ve Osmanlı’nın bakiyesi üzerinde yeni bir sistem kurmak için yeni bir devlet kurmak istiyorlardı. Jön Türkler Osmanlı’nın aleyhinde bir takım çalışmalar yaptı ve başarılı da oldular. Jön Türklerin içerisinde yeni bir örgüt kurdular. Bu örgüt de İttihat Terakki’dir. Ama İttihat Terakki’ye dönüşünce Kürtler de destek oldular. Yani Osmanlı’yı değiştirip yeniden bir cumhuriyet kurmak ve bu cumhuriyetin Kürt ve Türklerin ortak bir devleti olması hesabı ile çalışmalar yaptılar. Tabi ki İttihat Terakki meseleyi sonra tamamen Türkleştirdi ve Kürtlere taahhüt edilen değerler veya imkanlar sağlanmadı. Kürtler de bunu fark ettikten sonra kendi içerisinde örgütlendiler. Farklı farklı isimlerde işte Kürt Dağı, Kürt Hamallar ve gazeteler çıkardılar. Kendi içinde örgütlendiler. Tabi bu 1920’lere kadar devam etti. Yani 1920’lerde Kürtlere de yasaklamalar getirildi. İşte Kürdistan Teali Cemiyeti’nin o üyelerini hapse attılar, sürgüne gönderdiler” dedi.
Azadi Cemiyeti ve isyan
Şeyh Said hareketinin Azadi Cemiyeti ile ilişkisi hala tartışılan ve araştırılan bir konu. Kasım Fırat bu konu ile ilgili öngörülerini ve bilgilerini bizimle şöyle paylaşıyor: “Azadi Cemiyeti, Parti Azadiya Kürdistan. O da yine Süleyman Abdülkadir’in de içinde olmasıyla beraber işte Halit Bey’dir, Musa-i Muğhüti’dir, Halit Bey Gahseni’dir, Hacı Ehti’dir, Yusuf Ziya veya farklı farklı isimler de. Bir ihtimal de Şeyh Ali Rıza Efendi’nin (Şeyh Said’in oğlu) de içinde olduğunu söyleyenler var. Çok kesin olarak bilmiyorum ama emareler onu gösteriyor. Yani Şeyh Ali Rıza Efendi de bu örgütle bir şekilde bağlanmış veya beraberlikleri olmuştur. Ama Şeyh Said Efendi bu örgütün içinde değildir. Bu örgütle Şeyh Said Efendi arasında bir iş birliği vardır yani yardımcı oluyor. Lojistik destek veriyor, bazı insanları ikna etmek için Şeyh Said Efendi’nin vasıtasıyla gidiyorlar. Yani bir nevi iş beraberliği yani iş birliği yapılıyor. Şeyh Said Efendi de bayağı yardımcı olmaya çalışıyor.”
Ya isyan …
Fırat’a göre Cumhuriyet’in izlediği politikalar Kürtlere isyandan başka bir yol bırakmadı. Fırat, o günün koşullarına dair şunları söylüyor: “Lozan’dan sonra geldiler Cumhuriyeti kurup 1924’de yeniden bir anayasa çıkardılar. Ve bu yeniden kurdukları veya çıkardıkları anayasa tamamen Kürt imha ve inkarına yönelik bir yasaydı. Yani tek dil, tek kimlik, tek bayrak, örgütlenme hukuku yok, konuşma hukuku yok, kimliğini öne çıkarma hukuku yok. Kürtler de bunu kabul etmedi. Biz Kürt’üz yani bu hem Azadî Örgütü hem de Şeyh Said Efendi’nin de düşüncesi budur. Yani biz bir halkız, bir milletiz, bizim bir dilimiz var, kimliğimiz var, inanç biçimimiz var, bir aidiyetimiz var. Biz kendimizi bu inançla, bu aidiyetlerle, bu kimlikle yönetmek istiyoruz düşüncesi egemen oldu ve Türkiye Cumhuriyeti devleti de Ankara da bunun farkına vardı. Ve Kürt ileri gelenlerini işte 11. ayda falan hepsine tebligat gönderdi veya müfrezeler gönderdi. Gelip teslim olmaları, Bitlis’te ifade verilmeleri için. Halit Bey (Cibran) onlar itiraz etmediler. Ve Yusuf Ziya da, Abdurrahman Şırnaki da, Musayi Kuiti de, Ali Rıza da Bitlis’e asker marifetiyle götürüldü. Ama Şeyh Said Efendi buna itiraz etti, kabul etmeyeceğini söyledi.”
İsyan yollarında bir şeyh
Devletin ifade verme çağrısına uymayan Şeyh Said, kendisinin rahat bırakılmayacağının farkındadır. Çocukları ve ailesi ile vedalaşarak yollara düşer. Kasım Fırat devamını şöyle anlatıyor: “Onlar da aynı Şeyh Said Efendi’nin verdiği kararla hareket ettiler. Şeyh Said Efendi 4 Ocak veya 5 Ocak günü evinden çıkıyor, çocukları kapıda, ‘Baba gitme, bizi bırakma’ diyor, hanımları, ‘bizim namusumuzu düşmanların ayakları altında bırakıp nereye gidiyorsunuz?’ diyorlar. Yani ağlıyorlar, sızlıyorlar. O da yemin ediyor, ‘ben kesem ederim Allahıma, Xwudama. Kürtçe tabi, ben benim elimdeki bu asayla da kalsam ben bu tağuti zihniyete karşı vahşi, hunhar, inkarcı yapıya karşı sonuna kadar mücadele edeceğim. Sizi de Allah’a emanet ediyorum, size hiçbir şey olmaz, Allah sizi koruyandır’ diyor ve çıkıp gidiyor. Şuşar’da bir köyde toplanıyorlar, 200 tane Kürt ileri gelenleri, aşiretten, bölgenin ileri gelenlerinden, hocalardan, şeyhlerden, bu Cevahşur’dan gelen, Karkapazlar’dan gelen, neyse bir sürü insan, Sevkari, Demirli, Karbaşi, Zirkan. Şey yapılıyor yani birçok aşiretten insanlar geliyor ve orada 3 gün bir toplantı yapılıyor. O toplantıda bazı kararlar alınıyor.
O toplantıya Şeyh Ali Rıza da iştirak ediyor. Şeyh Ali Rıza, Şeyh Said Efendi’nin büyük oğludur. O Suriye’den geliyor toplantıya katılıyor, yani Suriye’den gelirken İstanbul’a uğruyor, İstanbul’da bir 10 gün kalıyor. Şeyh Abdülkadir onlarla toplantılar yapılıyor. Şeyh Abdülkadir’e diyorlar ki, Halid Bey yakalanmış, gel biz örgütlenip kendi meselemize sahip çıkalım. O da diyor ‘Ben yaşlıyım gelemem, memleketten de uzaklaşmışım. Gidin Şeyh Said Efendi’nin etrafında toplanın, örgütlenin, kongrenizi yapın. Şeyh Said Efendi hem zengindir, hem ilmi var, hem postişindir, hem bölgede tanınan bir kişiliğe sahiptir. Siz orada başlayın, biz de bu tarafta gereken neyse üzerimize düşeni yaparız ve ilkbaharda da bir yerde buluşuruz.’ Sonuçta Şeyh Ali Rıza Efendi de geliyor, demek ki birbirlerinden haberleri vardır. O da İstanbul’dan gemi yoluyla Trabzon’a geliyor ve Trabzon’dan Erzurum’a. O toplantıda şöyle bir karar alınıyor. Bu başkaldırı yani bu serhıldan bir cihattır İslam literatürüne göre. Çünkü bir insan malı, canı, dili, örf, adeti, kimliği ve çoluk çocuğunu korumak ve onları muhafaza etmek, inancını yaşayabilmek içindir. Bu Allah için bir ebedettir ve bu cihattır. Öyleyse bizim de yapacağımız bu başkaldırıyı bir cihat olarak nitelendiriyoruz. Ve bu bir cihattır kararı alınıyor. Buna katılanlar da Mücahid ismiyle, ünvanıyla isimlendiriliyor. Buna riyaset eden, yöneten de Reis-ül Mücahidin diye isimlendiriliyor ve bu karar altına alınıyor. Şeyh Said Efendi o saatten sonra yani kongreden sonra artık Reis-ül Mücahidin ünvanıyla mektuplarını yazıyor. İnsanlara tebligatta bulunuyor, insanları cihata davet ediyor ve imzası da şu şekildedir. Muhammed Said-ül Palevi, el-Amedi, Reis-ül Mücahidin. Piran’a gidene kadar yani Piran’a gidene kadar bir ay, bir buçuk ay sürüyor. Piran’da 13 Şubat’ta onların iradesi dışında gene bir iki bin kişi insan var.”
Piran: İlk karşılaşma
Piran’daki ilk karşılaşma hep anlatılır. Anlatılarda bazı farklar olsa da özü devletin isyanı bir erken doğuma zorlama çabasıdır. Piran olayını Kasım Fırat şöyle anlatıyor: “Askeri müfreze gidiyor. Orada bulunan bazı insanları alıp götüreceğiz diyorlar ve çok saygısız bir dil kullanıyorlar. Şeyh Said Efendi’nin etrafında bulunanlar da diyor ki ‘Biz buradan çıkalım, çıktıktan sonra eğer bir meseleniz varsa takip edersiniz. Siz devletsiniz yani bırakın şu anda bizim adetimize örfümüzde böyle insanları teslim etmek yoktur.’ Onlar da ısrar edince tabi iradelerin dışında bir çatışma oluyor. Oradaki askerler yaşamını yitiriyor. Şeyh Said Efendi’nin tarafında da bir iki tane şehit veriliyor.” Bu bir isyan için erken doğumdur. Kasım Fırat, Şeyh Said’in gayesinin sorunu bütün Kürtlere anlatarak, cumhuriyeti yönetenler üzerinde baskı kurarak sorunu çözmek olduğunu belirtiyor. Fırat bu konu ile ilgili şunları belirtiyor: “Şeyh Said Efendi gayesini şöyle açıklıyormuş; ‘Biz meselemizi halkımızla paylaşalım. Bütün Kürdistan’ın yapıları bu işin içine koyalım. Ve işte bu yasaların bize aykırı tarafını ve bize uygun olan yasaların talebini yani eğer bu ülkeyi beraber yönetiyorsak olması gerekeni paylaşalım. Eğer Ankara’ya bildirelim ve Ankara kabul etmezse biz Birleşmiş Milletler’le bunu paylaşalım. Eğer bunda da bir sonuç almazsak sonuna kadar mücadelemizi edelim.’ Kararları buymuş ama maalesef bu provokasyon sonucu bir savaş başlıyor. Ve o saatten sonra da Şeyh Said Efendi kendi ünvanını, kimliğini değiştiriyor. Mektuplarını ‘Muhammed Saidü’l-Palevi, El-Amedi, Khadimü’l-Mücahidin’ diye yazmaya başlıyor. Yani mücadele edenleri yani peşmergenin, gerillaların hizmetçisi olarak adlandırıyor. Bu da şunu gösteriyor; Şeyh Said Efendi’nin makam, mevki veya dünya malı ile bir hesabı yoktu. Ve hiç kimseden ne aman beklemiştir ne de bir minneti olmuştur. Nitekim şey getirdikleri zaman darağacına yani idam sehpasına, orada hem Arapça bir şey vardır, son sözü vardır. Hem de Kürtçe söylediği şeyler ve sözleri vardır. Arapçası şu: Benim sizin bu kurduğunuz kuru dallardan pervam yoktur. Minnet etmiyorum. Çünkü benim gayem halkın, halkımın inancı, halkımın inkar edilmiş hukuku ve Allah’a verdiğimiz sözü. Allah için ve din için gayem bu olduktan sonra ben kimseden minnet etmiyorum. Pervam da yoktur. Korkmuyorum demiş. Kürtçe de şunu demiş. Ayetini okuduktan sonra, ‘Bugün normal hayatın sonuna geldik. Yalan hayattan gerçek hayata gideceğiz. Ama benim torunlarım yarın benimle iftihar edeceklerdir. Başları düşmanların önünde dik olsun. Biz kırıldık, ezildik, öldük ama hiçbir zaman eğilmedik. Bu onlar için onurdur ve yeterli bir onurdur. Bizimle iftihar edecekler. Benim vasiyetimdir. Arkadaşlarımla beraber mezarımızı yapın ve bizim için Fatiha okuyun ve yolumuzu takip edin’ demiş.”
İsyancının mezarı
Kasım Fırat, Şeyh Said ve arkadaşlarını mezar yerini öğrenmek için verdikleri mücadeleyi özetliyor. Bu mücadelenin sadece geçmişe dair olmadığını, geleceğin de bir parçası olduğunu düşünüyor: “Ve gene onun gibi idam edilmiş veya kurşuna dizilmiş Kürt önderleri ve Kürt kahramanlarının mezar yerlerini öğrenmek için mücadele ediyoruz. 6-7 senedir dava açmışız. ‘Bilmiyoruz, etmiyoruz, görmedik, işitmedik. Böyle bir şeyden haberimiz yok’ diyorlar. Şu anda da gene mezar talebimiz Yargıtay’dadır, Anayasa’dadır. Anayasa Mahkemesi, en son ona müracaatta bulunmuşuz. Yani çok tuhaf bir devlet. Hem öldürüyor hem de öldürdüklerinin nerede olduğunu söylemiyor. 100 sene zaman geçmesine rağmen hala cenazelerinden korkuyor, onların eserlerinden korkuyor, onların isimlerinden korkuyor. Yani tuhaf bir devlet. Herkes bunu çok iyi bilsin.” Kasım Fırat, sözlerini barışa dair düşüncelerini paylaşarak bitiriyor: “Biz barış olsun istiyoruz ama onurlu, adil ve ayakları üzerinde durabileceğimiz bir barış olmalıdır diye düşünüyorum. Yani devletin bize mezar yerlerini vermemesi ve bizimle yapılan gayri hukuki sözde mahkemelerle yargılanmalar bunlar dile getirilmeden, bunlar konuşulmadan yapılacak bir barışın sağlıklı olabileceğini sanmıyorum. Ama her şeye rağmen biz barışın olmasından yanayız, biz taraf olarak barışın oluşmasından yanayız.”