Sürdürülen barış ve demokratik toplum sürecinin, beklenenden yavaş ilerlediği ve çeşitli eleştirilere yol açtığı açıktır. Ancak bu durum, kırk yıldır büyük çatışmaların yaşandığı Kürt sorununun çözümüne ilişkin motivasyonu bozmamalıdır. Tam tersine yetmezliklere işaret etmekle beraber, söz konusu eksikliklerin aşılmasını sağlamak asli görev olmalıdır.
Unutulmamalıdır ki yıllardır süren çatışmalı dönemden sonra ortaya çıkan sosyo-politik ve kültürel durumda, barışı ve köklü bir dönüşümü inşa etmek, birkaç sözle, birkaç adımla sağlanamaz. Ayrıca ve daha önemlisi, böylesine önemli bir toplumsal sorunun çözümü, egemenlerin lütfuna bırakılamayacak kadar değerlidir. Uzun vadeli, kapsamlı ve yoğun mücadeleler gerektiren bir süreçtir.
Bu nedenle Kürt Halk Önderi Sayın Öcalan da barış ve demokratik toplumun inşası sürecine Türkiye ve Kürdistan halklarının yaygın ve kitlesel biçimde katılmasını önermiştir. Çünkü barışın ve demokratik toplum talebinin başarılı olması, başta Kürt halkı ve Aleviler olmak üzere, bütün ezilen toplumsal kesimlerin sürece sahip çıkmasıyla, yani bu taleplerin toplumsallaşmasıyla ve bu toplumsal kesimlerin kararlı, inançlı ve aktif mücadelesiyle mümkün olacaktır.
Ancak halkların barış ve demokratik toplum sürecine dahil edilebilmesi için çarpık bir algının düzeltilmesi gerekiyor.
Ülkenin ideolojik dünyasını etkileyen bir avuç barış ve demokrasi düşmanı, Türkiye halklarının demokratik ve ilerici gelişmelere kapalı, iflah olmaz gericiler olduklarını iddia edegelmişlerdir.
Bu iddia sosyolojik, tarihsel ve toplumsal gerçeklere aykırıdır; yalandır. Dahası bu iddia Türkiye ve Kürdistan halklarının ilerici birikimine güvenmeyen, barışı ve demokrasiyi istemeyen, ırkçı ve gerici politikalardan nemalanan bir avuç savaş baronunun iddiasıdır. Zaten son 50 yıllık süreç içinde halklara yaşatılan bir dizi toplu kıyımın ve saldırıların hepsinin devletin teşviki, kışkırtması, koruması ve denetimi altında yapılmış olması bu gerçeğin ifadesidir. Bundan önce yaşanan barış süreçlerinin hiçbirisinde halkların barışa karşı çıkmamış olması da bu gerçeğe işaret etmektedir.
Bütün bunlar, Türkiye ve Kürdistan halklarına yakıştırılan ve yukarıda ifade edilen yaftanın yanlışlığını; ayrıca bu gerçeklerden hareketle Türkiye halklarının barış ve demokratik toplum projesine karşı çıkmayacağını ortaya koymaktadır.
O nedenle bu türden toptancı genellemeler hem doğru değildir hem de demokrasi için mücadele edenler bu türden argümanlara başvurmazlar.
Öte yandan somut sosyolojik durum da bu gerçeği ispat etmektedir.
Yapılan çeşitli araştırmalar göstermektedir ki korucular dahil Kürt halkının içinde barışa karşı çıkacak ya hiç kimse yoktur ya da çok sınırlıdırlar. Aleviler de hem inançları gereği olarak hem genel olarak siyasal duruşları itibarıyla bu sürece karşı çıkmamaktadırlar.
Politik partilerden üç marjinal ırkçı parti dışında kalan devrimci-sosyalist parti ve kurumlar, CHP’liler, AKP’liler, MHP’liler barıştan yanadırlar. Bunların toplamı, yaklaşık yüzde 70’lerden fazlasına denk gelmektedir. Demek ki Türkiye ve Kürdistan halklarının büyük çoğunluğu barışı ve demokratik toplumu istemektedir.
Fakat günün ihtiyacı, halkların bu isteğini barış ve demokratik toplumun inşasının aktif bir mücadele dinamiğine dönüştürmektir; yani barışı toplumsallaştırmaktır.
Bunun için barışın tesisini ve demokratik toplumun inşasını isteyen her toplumsal kesimin, başta Kürtler olmak üzere Alevilerin, işçilerin, kadınların, gençlerin ve bilcümle toplumsal kesimlerin, sivil demokratik kurumların aktif, etkili ve kitlesel eylemlerle sürece sahip çıkması gerekmektedir.
Peki, barışı kim toplumsallaştıracaktır? Toplumun etkin olmayan barış yanlılığını kim aktif mücadele dinamiğine dönüştürecektir? Kim, toplumun enerjisini barışı gerçekleştirmek için örgütleyecek ve harekete geçirecektir? Elbette bu soruların cevaplarını verecek ve bu görevi yerine getirecek olanlar, barışı ve demokrasiyi isteyen güçlerdir.
Bu anlamda, DEM Parti’nin ve bütün Kürt kurumlarının sürecin başından beri çok yoğun ve aktif bir çalışma içinde oldukları, önümüzdeki dönemde aynı tempoyla çalışmayı planladıkları biliniyor. Ancak tek başına DEM Parti’nin ve diğer Kürt kurumlarının yaptıklarının yeterli olmadığı açıktır.
Öte yanda MHP’nin de kendi kitlesine bu yönlü bir çalışma yapacağı da belirtilmiştir. Her toplumsal kesimin “kendi mahallesine” yönelik çalışmalar yapması anlaşılabilir. Ancak bu yöntem beklenen azami faydayı sağlamayabilir. Herkesin kendi tabanına ayrı ayrı süreci anlatması yerine, daha önce denenmiş olan “Akil İnsanlar” yöntemine benzer yöntemler geliştirilebilir. Bu yöntemle yapılan çalışma hem devlet organizasyonu olduğu hem de her siyasal görüşün temsiliyetini sağladığı için daha anlamlıydı.
Nihayetinde bugün, tarihi bir sorumluluk olarak Türkiye ve Kürdistan halklarının barış için seferber olması gerekmektedir. Bu amaçla basının, aydınların, sanatçıların, yazarların ve toplumsal temsiliyet özelliği olan şahsiyetlerin bulundukları mekânlarda ve kullanabilecekleri araç ve yöntemlerle ve tam bir seferberlik ruhuyla barış ve demokratik toplum için çalışması hayati önemdedir. Çünkü barış ve demokratik toplum, kimsenin inayetiyle değil, halkların mücadelesiyle kazanılacaktır.