Fransız filozof René Descartes (1596-1650), “düşünüyorum öyleyse varım” demişti… Kapitalizmin hizaya getirdiği günümüz insanı da satın alıyorum öyleyse varım diyor. Kapitalizm dahilinde üretim etkinliğiyle ihtiyaçların tatmini arasındaki doğrudan bağ kopmuş durumdadır ki, bu insanlık ve uygarlık tarihinde bir ilktir… İlişki piyasa (pazar) aracılığıyla kuruluyor… Kapitalizm sürekli büyüme, genişleme, yayılma eğilimine ve dinamiğine sahip bir sistemdir… Sermaye büyümeden var olamaz, zira büyüme veya yok olma durumu söz konusudur…
Her kapitalist/kapitalist işletme, sermayesini büyütmeye mahkûmdur… Bana bu kadarı yeter, burada durayım diyemez… Aksi halde büyükler tarafından yutulur, yarış alanının dışına atılır… Fakat bir sorun var: Kapitalizm dahilinde üretmekle iş bitmiyor. Üretilen satılamazsa, ortada ölü bir yığın var demektir. Üretilenin satılmasına da realizasyon (gerçekleşme) deniyor… Eğer üretimle ihtiyaçların tatmini (karşılanması) arasındaki doğrudan bağ kopmamış olsaydı, binlerce, on binlerce, yüzbinlerce zararlı, değilse gereksiz şey üretilmez, satılmaz/alınmaz/ tüketilmezdi…
Sermaye sınırsız büyümek zorunda ama bu dünyanın kaynakları sınırlı… Bir zaman geliyor, şimdilerde olduğu gibi, sınırsız büyüme doğal kaynakların sınırına dayanıyor ve bir sürdürülemezlik durumu ortaya çıkıyor… Kapitalistler sadece işçi sınıfını, bir bütün olarak mülksüzleştirilmiş, üretmek ve yaşamak için gerekli araçlardan ve kaynaklardan mahrum edilmiş çoğunluğu sömürmüyor, doğayı da yağmalıyor, talan ediyor… Velhasıl, yaşamın iki kaynağını aşındırıyor…
Bir şey üretmek de doğadan bir şeyler çekmekle mümkün… Kirletmek de kaçınılmaz… 1970-2020 aralığında doğadan çekilen kaynak ikiye katlandı… Eğer bu kör gidiş vakitlice durdurulamazsa, 2060 yılında üçe katlanacağı tahmin ediliyor… Öyle bir dünyayı tahayyül edebiliyor musunuz? Her geçen yıl doğanın bir yılda ürettiği yeni kaynaktan daha çoğu harcanıyor (tüketiliyor, telef ediliyor)… Son dönemde dünya limit aşımı günü denilen bir ölçü oluşturuldu… Doğanın bir yılda ürettiği yeni kaynağı insanların ne kadar zamanda tükettiğinin ölçüsü… Geçen yıl dünya (2024) limit aşımı günü 1 Ağustos’a gerilemişti ki, bu yılın beş ayını doğaya borçlu geçireceğiz demek… Aynı şeye ekolojik bütçe açığı da diyebiliriz… Sadece devletin bütçesi açığı yok, bir de ekolojik bütçe açığı var… Ve bu durum sürdürülebilir değil…
O halde sadede gelebiliriz… Nasıl oluyor da insan yaşamı için gereksiz, değilse zararlı onca şey üretiliyor, satılıyor ve tüketiliyor? 1950 sonrasında kimyasal ve plastik üretimi 50 kat artmış… Şimdilerde mütevazı haneler bile birer çöp fabrikası… Her eve her gün onlarca plastik torba giriyor… Türkiye’de çoğu araba 31 milyon 976 bin motorlu araç var… Dünyada da 2 milyar kadar… 70-80 kilo ağırlığındaki bir insanı 2 tonluk araçla taşımak size mantıklı geliyor mu? Ortalama büyüklükte bir araba üretmek için ağırlığının iki katı kadar petrol ve 300 000 litre su gerekiyor. Ağırlığının 20 katı kadar da hammadde kullanılıyor… Elektrikli araba için daha çok kaynak gerekiyor…. Söylediklerimden ‘araba üretilmesin’ sonucunu çıkarmamak gerekir… Araba üretilsin ama kamu taşımacılığını, toplu taşımayı destekleyecek, yetersizliği giderecek kadar… Bunca şımarıklığın, bunca saçmalığın ne alemi var!
Onca zararlı, değilse gereksiz şeyi satmak da reklamlar, moda, marka ve ‘programlanmış eksiltme’ sayesinde mümkün oluyor. Reklam stratejisinin amacı, insanları satın almaya ikna etmek ve o amaç için aldatmaktır… Reklam kimi zaman gülünç, kimi zaman “sempatik”, kimi zaman da şaşırtıcı görüntü imaj ve dille tehlikeli bir iş yapıyor. Zira, sürekli yenilenen bıktırıcı imalar ve görüntüler, sözler, sesler, vb. insanları alıklaştırıp yaşamın anlamını silikleştiriyor… İnsanların düşünme yeteneğini köreltiyor, iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin ayrımı yapmasını zorlaştırıyor… Sağımız-solumuz, önümüz-arkamız, dağ-taş reklam… Bir insanın günde kaç reklama maruz kaldığını hiç düşündünüz mü? Reklam, ürünün gerçek niteliği, kalitesi, nasıl ve ne pahasına üretildiği, onu üretmek için insanların hangi koşullarda, nasıl çalıştığı, üretilenin sosyal ve ekolojik maliyetini görünmez kılıyor… Reklamlar, ‘tüketim ideolojisini’ doğrudan veya dolaylı olarak insanların kafasına enjekte ediyor. Reklamlar aşırı üretim ve tüketim aymazlığını sürdürerek hem insanî ve hem de ekolojik sorunları azdırıyor…
Moda, modalar ve esas itibariyle giysi modası, bir dönemin, bir bölgenin zevkine göre giysiyi tasarlamak, dizayn etmek demek. Moda söz konusu olduğunda “estetik kaygılar” akla gelse de modanın asıl işlevi daha çok satmak, daha çok kâr etmektir… Aslında moda, “süratle yok olmak üzere üretilendir” … Bir moda doğduğu anda ölüyor. Devam etmesin diye üretiliyor. Bunu “moda demode olmak içindir” şeklinde de ifade edebiliriz… Bir sonraki bir öncekini yok ediyor. Öyle bir “yenilik saçmalığı” ki, yenilik ortaya çıkar-çıkmaz silikleşiyor… Velhasıl tam bir israf ve yok etme aracı… Eskiden moda sezonu ilkbahar-yaz, sonbahar-kış olmak üzere yılda iki kere arz-i endam ediyordu, şimdilerde hızlı moda (fast fachion) 52 haftaya yayılmış durumda… Bir fikir vermek için İngiltere’de 2013 yılında ortalama bir kadının gardrobuna 200 giysi giriyordu, bir kısmı hiç giyilmeden, geri kalanı da çok az giyilerek çöpe atılıyordu…
Marka kaliteyi sorun olmaktan çıkarıyor. Zira marka, kalitenin ve zerâfetin timsali-garantisi sayılıyor… İnsanlar ‘tutkunu oldukları’ marka malları gözü kapalı satın alıyor. Böylece her istediğini satmak olanaklı hale geliyor… Büyük şirketler bir ürün tasarlamadan önce, bir marka yaratmaya yöneliyorlar…
Aşırı üretim ve tüketime endeksli kapitalist sistem, akıl almaz bir israf ve yok etmeyle yol alıyor… Sistemin mantığının ve işleyişinin bir gereği olarak, satılan malların ve hizmetlerin sürekli yenilenmesi ve yenilenme hızının da sürekli artması gerekiyor… Aksi halde sistemin işlerliği mümkün olmazdı! Satın alınan onca şeyin “normal ömrünü” doldurmadan çöpe atılması mümkün olmazdı. İşte daha çok satmanın, daha çok kâr etmenin yöntemlerinden biri de “Proglamlanmış eskitme” denilen… Bir ürünün ne kadar zamanda kullanılamaz hale geleceği daha tasarım aşamasında üretici şirket tarafından belirleniyor, bir “ömür biçiliyor!” İngilizcede “planned obsolescence”, Fransızcada “obsolescence programmé” denilene bizde “programlanmış eskitme” demek mümkün… Özetle programlanmış eskitme, bir şirketin bir ürünün kullanım ömrünü taşarım aşamasında istediği gibi belirlemesi demek. Başka türlü ifade edersek, programlanmış eskitme, bir malın, bir ürünün kullanım ömrünü kısaltarak, yenilenme katsayısını büyütmek demek… Bir araba 40 yıl, bir çamaşır makinası 50 yıl, televizyon 30 yıl, cep telefonu 20 yıl yerine, sırasıyla 15 yıl, 12 yıl 10 yıl, 8 yıl kullanılacak şekilde tasarlanıp-üretildiğinde, satışlar da aynı oranda artacak demektir…
Satın alma eylemiyle ihtiyaçlar arasındaki bağ sadece reklamlar, moda, marka, programlanmış eskitme sayesinde kopmuyor. “Özel günler” yüzünden de işte nişanlanma-evlenme, çocuk doğduğunda, yaş günlerinde, karne, diploma alındığında, sevgililer, anneler, babalar günlerinde, bayramlarda… satın alma otomatiğe bağlanıyor… Hediye vermek borçlandırmaktır… Bir yanlış anlamaya da meydan vermemek gerekiyor. Kapitalist toplumda bir kutupta zenginlik üretmek, karşı kutupta yoksulluk ve sefalet üretmeden mümkün değildir… Bir taraftaki satın alma çılgınlığına, karşı tarafta temel ihtiyaçlarını karşılayamayan çoğunluk eşlik ediyor… Velhasıl, neden söz ettiğini bilmek önemlidir denecektir…