• İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
12 Temmuz 2025 Cumartesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
ABONE OL!
GİRİŞ YAP
Yeni Yaşam Gazetesi
JIN
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Yeni Yaşam Gazetesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Ana Sayfa Yazarlar Volkan Yaraşır

Dünya nereye gidiyor; yıkım mı, imkan mı?

11 Temmuz 2025 Cuma - 00:00
Kategori: Volkan Yaraşır, Yazarlar
Sanayi 4.0 ve yapay zekâ tartışmaları sürerken Proletaryanın tarihsel rolü

Tarihsel momentumlar sınıflar mücadelesinde yüksek konjonktürleri ifade eder. Farklı siklusları ve kopuşları içinde taşır. Her yeni moment sınıf mücadelesinin yeni ritmini oluşturur. Böylesi süreçlerde farklı sınıf kombinasyonları ortaya çıktığı gibi iktidar ve tahakküm biçimleri değişir. Devletin dönüşümü gündeme gelir. Devlet sınıf savaşlarının yeni ritmine göre konumlanır ve yeniden yapılanır. Kavganın şekli değişir. Başka bir ifadeyle örgütlenme ve mücadele tarzı farklılaşır. İdeolojik- teorik, politik- pratik ve felsefi yenilenme, kopuşlar gündeme gelir.

Aktüel olarak tarihsel bir momentumun içindeyiz. Özellikle 2008 kapitalizmin genelleşmiş/organik krizi, Ukrayna Savaşı, Filistin jenosidi, Lübnan’daki gelişmeler, Suriye’de Baas rejiminin çöküşü ve son olarak İsrail- İran Savaşı tarihsel bir kavşakta olduğumuzu göstermektedir.

Bu gelişmeleri Matrix’deki bir tanımlamayla anlatabiliriz. Wachowski Kardeşlerin hit filmi Matrix, eşgüdümlü bir simülasyon ortamıyla yaratılan sanal gerçekliği anlatır. Filmin kahramanı küresel savaş sonrası gerçeklikte uyanır ve ilk olarak Chicago’daki yıkımı görür, sanal gerçekliğe/Matrix’e karşı direnişin önderliğini yapan Morpheus, onu son derece etkili bir cümleyle karşılar: “Gerçeğin çölüne hoş geldin.”

Evet, gerçeğin çölüne hoş geldik: Bu gerçeklik ilhak, sömürgeleştirme, savaş, yıkım, katliamlar, jenosit, açlık, artık nüfus, eko ölüm, doğanın yıkımı ve sömürgeleştirilmesi, faşizmin küresel bir dalga olarak yükselişidir.

Farklı tarihsel eşikler

20. yüzyılda bu eksende iki tarihsel momentum yaşandı. 1914- 1918 süreci bu manada özel ve ilk deneyim olarak dikkat çeker. I. paylaşım savaşını simgeleyen bu süreç emperyal özneler arasında hegemonya krizinin bir yansıması olarak gelişti. Dünya hızla bir katastrofun içine sürüklendi. Aynı dönem işçi hareketi ve sosyalist hareket içinde krizi ifade etti. ASDP’nin savaş kredilerine onay vermesi hem ASDP’nin, hem de II. Enternasyonal’in çöküşünü simgeledi. Fakat Lenin ve Bolşevizm başka bir yol arayışına girdi. Mekanik materyalizm, pozitivizm ve ilerlemecilikle malul II. Enternasyonal çizgisine karşı Lenin, devrimci bir kopuş gerçekleştirerek, devrimin diyalektiği ve cebiri üzerine yoğunlaştı.

Lenin ve Bolşevizm parti anlayışı, tarih tezi, devrim anlayışı, çalışma tarzı ve örgütlenme anlayışı olarak muazzam çıkışlar yaptı. Yeni sınıflar mücadelesinin ritmini yakalayarak, devrimin imkanını aradı. Aslında Lenin’in Ne Yapmalı?, İki Taktik, Savaş ve Sosyalizm, UKKTH, Felsefe Defterleri, Emperyalizm, Nisan Tezleri,  Devlet ve İhtilal gibi çalışmaları bu sürecin yada devrimin imkanını aramanın farklı eşiklerine yönelik analizleri içerir.

Katastrofa ve likidasyona karşı Lenin, Bolşevikler ve Rus işçi sınıfı Ekim Devrimi’ni yaratarak yanıt üretti. Bu yanıt bir dünya devrimi ve yetkin bir enternasyonalizm olarak şekillendi. Ekim Devrimi bir dünya devrimin açılışı olarak gelişmesi söylediklerimizi doğrulamaktadır.

Geçen yüzyılda ikinci tarihsel moment;1929- 39 krizi ve 1949’a kadar devam eden süreç olarak ele alınabilir. Ekim Devrimi küresel finans kapitali, ontolojik bir korkuya soktu. Ayrıca kapitalizmin yapısal bir kriz sürecine girmesi bu korkuyu şiddetlendirdi. Faşizm, finans kapitalin ontolojik korkusunun ifadesi olarak devreye sokuldu. Sürekli karşı devrim olarak tanımlanabilecek faşizm, geniş kitleleri mobilize etme yeteneğiyle dikkat çekecekti. Aşağıdan yukarıya doğru iktidara yürümesi I. kuşak faşizmin en karakteristik özelliğiydi. Faşizm ve 1939-1945 yıllarında gerçekleşen II. Paylaşım savaşı kitleler için yeni bir katastrof olarak biçimlendi.

Aynı dönemde, devrim tehdidine karşı kapitalist devlet ve finans kapital şehirleri tahkim ederek yanıt verdi . Alman Devrimin yenilgisi dünya devrimi dalgası kıracak ve Sovyetlerin içi kapanmasına yol açacaktı. Lenin dalganın yeni merkezi olarak Doğuyu işaretliyordu. Bu erken tespit sınıf savaşları içinde doğrulanacaktı. Doğuda kopan fırtınanın merkezi Çin’di.

Mao olağanüstü bir yaratıcılıkla devrimin imkanını aradı. Mao, çelişki teorisi üzerinde yoğunlaştı. Diyalektik anlayışı Çin Devrimi’nin farklı momentlerine müdahaleyle biçimlendi ve derinleşti. Yaşayan bir diyalektik haline geldi.

Mao devrimin diyalektiğini yeniden kurmaya çalıştı. Kır-Kent diyalektiği Mao’nun muhteşem çözümlemelerinden biridir. Askeri strateji ve taktik teorisi olarak kaleme aldığı Halk Savaşı çalışması bu diyalektiği ifade eder ve her şart altında devrimin imkanını aradığını ortaya koyar. Çelişki Üzerine, Teori Pratik adlı çalışmaları ve Felsefe Yazıları bu manada devrimin diyalektiği üzerine yoğunlaşmalardır. Çin Devrimi küresel katastrofa karşı Mao ve ÇKP’nin, Çin işçi sınıfı ve köylülüğün yanıtıdır ve bu yanıt yine başından itibaren enternasyonalist karakterdedir ve bir dünya devrimi perspektifinin ürünüdür. Çin Devrimi bütün sömürge halklarını harekete geçirecektir.

2008 kapitalizmin yapısal krizi böylesi yüksek konjonktürün kapılarını araladı. Sistem palyatif müdahalelerin dışında, 17 yıldan beri krizi aşmaya yönelik somut adımlar atamadı. Sistemin değer üretme sorunu devam ediyor. Aşırı birikim krizi sürüyor. Uzun/sürekli resesyon biçimine bürünen kriz hem yayılıyor, hem de derinleşiyor. Ayrıca küresel göç krizi, sağlık ve ekolojik kriz gibi yeni nesil krizlerle sistemin bir varoluşsal kriz içine girdiğini söyleyebiliriz. Yani bir üretim tarzı ve uygarlık kriziyle karşı karşıyayız.

Sistem varoluşsal kriz içinde

Küresel borç toplamı 215 trilyon dolar gibi olağanüstü bir noktaya varmış durumda. 2008 krizi koşullarında dünya toplam gayri safi hasılası ya da toplam üretilen değer 70 Trilyon dolardı. Spekülatif sermaye, türev piyasalar ve hayali sermaye ise 1000 trilyon dolara ulaşmıştı. Bu balonun patlamasıyla küresel kriz şiddetle dışa vurdu. Aktüel olarak durum çok daha vahim; küresel gayri safi hasıla 105 trilyon dolar, spekülatif sermaye, türev piyasalar ise 5.3 katrilyon dolar seviyesinde. Yani karşımızda krizin ortaya çıktığı koşullarından, 5 kattan daha fazla negatif bir tablo var.

Bu ekonomi- politik eksenin yanında, küresel düzeyde jeo- politik rekabet ve kriz şiddetlenerek sürüyor.

Marx, Kapital I’de sermaye birikiminin temel eğilimini iki parametre üzerinden kurar: Birincisi sermayenin yoğunlaşması, ikincisi ise onunla bağlantılı sermayenin merkezileşmesidir. Bu olgu emperyalizm çağında ekonomik ve jeo-politik rekabeti koşulladığı gibi küresel güç değişimine yol açar. Yani 20.Yüzyıl başında Kautksy’nin ultra- emperyalizm, yeni dönemde Negri’nin imparatorluk diye tanımladığı sermayenin barışçıl uluslarüstü entegrasyonu olanaklı değildir.

Lenin’in analiz ettiği kapitalizmin eşitsiz birleşik gelişimi yasası hükmünü sürdürür. Aktüel olarak yaşadığımız gelişmeler de Lenin’in çözümlemelerini doğrulamaktadır. Hatta bu aktüaliteyi 1990 Körfez Savaşı’na kadar indirebiliriz.

Bugün su kaynakları, enerji kaynakları, kıymetli madenler ve mineraller, kıymetli topraklar, küresel değer ve meta transferi yolları yeni jeo- politiği belirlemektedir. Jeo- politik rekabet ve savaşlar bu kaynakların bulunduğu coğrafyalarda seyrediyor. Güç dengelerin değişimi ise özellikle ABD ve Çin arasında yaşanıyor. Bu durum emperyalist savaşı aktüelleştirmiştir. Emperyal özneler, taşıdıkları nükleer potansiyelin yıkıcılığından dolayı aralarında gerçekleşebilecek bir savaştan şu an kaçınıyorlar. Öte yandan dünyanın farklı jeo-politik noktalarında öznelerin vekalet ettiği ya da asıl olarak rol aldıkları çok sayıda savaş gerçekleşiyor. Bu manada emperyalist savaş günceldir ve hatta 3. Dünya Savaşı’nın başladığını da söyleyebiliriz. Küresel jeo-politiğin, odak coğrafyası olan Ortadoğu bu savaşın merkezinde yer almaktadır. Özellikle İsrail- İran savaşıyla önemli bir eşik aşılmıştır. Hatta buradan doğan tektonik hareketler bütün dünyayı sarsmaktadır. Ateşkesin geçici ve daha büyük savaşın başlangıcı olma ihtimali yüksektir.

Yeni Ortadoğu düzeni ve İsrail

Yeni süreç Yeni Ortadoğu düzenini ifade ediyor. Kökleri Sykes Picot Anlaşması’na dayanan, 1970’lerde şekillenen tüm dengeler değişti. Suriye’de Baas rejimin yıkılması bir dönemin bütünüyle kapanışını simgeliyor. Bölgedeki gelişmeler özellikle 2001 sonrasında sarsıcı oldu. Ortadoğu, bir anlamda emperyalizmin yeni av sahasına dönüştü. ABD bölgeyi açık işgal dahil bir dizi emperyal konsepte bağlı olarak yıktı, sömürgeleştirdi, ilhak etti. İmparatorluk projesi, ardından “demokrasi inşası”, yaratıcı kaos, mikro devletler yaratma ve vekalet savaşlarıyla bölgedeki tüm fay hatları kırıldı, etnik, mezhebi polizasyonla sürekli savaş ve sürekli iç savaşın nesnel zeminleri oluşturuldu. Yeni Ortadoğu düzeni aslında petro- politik savaşlar ve yıkım anlamına geliyor.

Sürekli savaş ve sürekli iç savaş politikalarıyla bir yandan emperyalist hegemonya kuruluyor,  diğer yandan destabilize bir ortam yaratılarak tahakküm içselleştiriliyor. Makro tahakkümün sürekliliği için mikro devletler ve çete devletler inşa ediliyor. Afganistan ve Libya bu pratiklerin somut yansıdığı coğrafya olarak dikkat çekmektedir. Benzer süreç bir dönem Irak ve Suriye’ de hayata geçirildi. Suriye güncel olarak çökertilmiş bir devlet olarak “varlığını” sürdürüyor ve emperyalizmin her türlü operasyonuna açık bir konumda ve ülke sürekli iç savaş dinamikleri bünyesinde taşıyor.

Sürekli savaş politikaların bir başka ayağı ise emperyal öznelerin karşılıklı bölgedeki nüfuz ve ekonomik alanları üzerinden yürütülen savaşlar olarak tanımlanabilir. ABD ve Rusya, Suriye sürecinde fiilen alanda askeri, lojistik, teknik, istihbari güç olarak rol aldı. Aynı zamanda bölgede vekalet güçleriyle inisiyatif geliştirip, hamleler yaptılar. Ukrayna Savaşı’yla bloke edilen Rusya, Baas rejiminin çöküşüyle bölgede büyük güç kaybı yaşadı. İsrail- İran savaşı bir yanıyla ABD ve Çin ve Rusya’nın hesaplaşması ve savaşı olarak da değerlendirilebilir.

Bu faktörlerin yanında sürekli savaş politikaları savaş ve yıkım üzerinden kapitalist krize yanıt üretme adımları olarak ele alabiliriz. Sürekli savaş hali ve yıkımın sürekliliği üzerinden yeniden inşanın gerçekleşmesi ve karlı yatırım alanlarının açılması sermayenin yeni değer alanları olarak görülebilir. Ayrıca aşırı birikim krizine karşı muazzam kar getiren silah sanayi, sektör olarak öne çıkmakta ve küresel silah ticaretini olağanüstü arttırmaktadır.

Bu noktada özel olarak İsrail’in üzerinde durmakta yarar var.

1970’lerin İsrail’iyle karşı karşıya değiliz. Emperyalizm Ortadoğu’daki mızrak ucu, sabit uçak gemisi, ileri karakolu ve karşı devrimci bir odak gibi tanımlar doğru ama eksik yorumlar olarak değerlendirilebilir ve sosyalist hareketin genel yorumları bu minvaldedir. İsrail bu vurguların yanında küresel emperyalizmin parçasıdır. Emperyalist arzunun/yıkımın bedenleşmiş halidir. İsrail faşizmi dinsel karakterde, emperyal arzuyla bütünleşmiş, yerleşimci sömürgeci ve apartheid uygulamalarıyla varolan ve kitlesel desteğe dayalı bir faşizm biçimidir. İsrail’in devlet olarak varoluşu ve varlığını sürdürmesi bu politikalar üzerinden gerçekleşiyor.

Sömürgeci kibir ve bir ölüm makinası

İsrail devleti bildiğimiz bir devlet özelliği taşımıyor. Çok yönlü ve iç içe geçmiş iktidar ve güç ilişkilerini bünyesinde taşıyan, dinsel referansların kapitalist ve sömürgeci politikalarına yedirildiği, gündelik yaşamın militarize olduğu ve küresel ağlarla bu işleyişin sağlamlaştırıldığı, yine bu ağlarla tarihsel madun rolünü oynayabildiği yerleşimci sömürgeci güçtür.

İsrail’in küresel düzeyde egemen medya tarafından bütünüyle desteklenmesi emperyal kimliğinden ayrı bir olgu değildir. N. Chomsky’nin üzerinde durduğu, egemen medya aracılığıyla farklı propaganda modelleri uygulanıp hakikatın yeniden inşa edilmesi ve gerçeğin perdelenip, çarpıtılması ve kamuoyunu imalatı İsrail’e önemli avantajlar sağlamaktadır.

Bu bir yanıyla sömürgeci kibri yaratırken, Filistin ve Filistinliler ortak kötü, tehdit ve yok edilmesi gereken şey olarak görülmektedir. Bu olgu hızla yeni ortak kötüleri ve tehditleri yaratmaktadır.

İsrail aynı zamanda kuruluşundan itibaren bölgesel bir karşı devrim odağı gibi hareket etmiştir. Aktüel olarak bu konumu, daha pekişmiş ve konsantre olmuştur. İsrail bütün bunların yanında ABD ve AB’de etkin lobiciğiyle de önemli olanaklar yakalamaktadır. Ayrıca Evangalist Amerikan elitlerinin İsrail’le organik ilişkileri de dikkat çekicidir. Bununla birlikte Hıristiyan Siyonistler İsrail devletinin kuruluşunu İncil’deki kehanete uygun bir gelişme olarak görürler ve eskatolojik mitlerden biri olan İsa’nın ikinci kez dünyaya gelişi/Mesihin dönüşü için İsrail’in varlığını bir ön koşul olarak ele alırlar. Bu faktörler İsrail’in soykırım, ilhak, sömürgecilik, apartheid ve bio-ırkçılık politikalarına hem zemin, hem de uluslararası meşruluk kazandırmaktadır. Aynı zamanda insanlığa karşı işlenen suçların “görünmez” faillerini açığa çıkarır.

İsrail bir nevi Nazi savaş taktiği olan Yıldırım Savaşı taktiğiyle hareket ediyor ve sürekli savaş stratejisi uyguluyor. İsrail (özellikle ABD ve İngiltere’nin büyük desteğiyle) çoklu cephe savaşıyla (Suriye, Lübnan, Filistin, Yemen, İran) bölgede alan tutuyor, ilhak politikaları izliyor, emperyal hegemonyanın inşasında merhaleler kaydediyor. Aynı zamanda örtülü operasyonlar ve suikastlarla etkili sonuçlar alıyor. Bu hamleler robotik teknoloji ve yapay zekanın özellikle istihbarat ve askeri sanayi de etkin kullanımı gösteren veriler olarak dikkat çekiyor ve teknoloji tartışmalarında, teknolojik determinist yaklaşımların ve teknolojinin nötr olarak ele alınmasının ne derece yanıltıcı olduğunu gösteriyor.

İsrail bir ölüm makinası gibi hareket ediyor, tabi ki bahsedilen metafizik bir vurgu değil. İsrail kapitalist makinanın ve işleyişin ruhuna bağlı hareket ederek ölümü endüstrileştiriyor. Bu manada ateşkes sonrasında Tel Aviv caddelerindeki billboardlarda (BAE ve Bahreyn ve İsrail’in imzaladığı) İbrahim Anlaşması’nın yaygın olarak “reklamının” yapılması söylediklerimizi doğruluyor. Ayrıca bu anlaşma entegre bir sürecin yansıması olduğu biliniyor. Anlaşma Hindistan, Ortadoğu, Avrupa Ekonomik koridoru- IMEC’in güvenliğini hedefliyor. İran faktörü bu güvenliğin sağlanmasında en ciddi riski oluşturuyor. Emperyal hamle, diğer emperyal öznenin bölgedeki etkin gücünün dağıtılması, en azından etkisizleştirilmesi üzerinden şekillenir. Bu manada İsrail- İran Savaşı’nın uzun bir süreye yayılarak devam edeceğini söyleyebiliriz.

İran: Dinci faşizm ve Asya’ya açılan kapı

İran kadim bir uygarlıktır ve bir devlet geleneği sahiptir. Ayrıca devrim deneyimi yaşamış bir ülkedir. 1979 İran Devrimi önemli ve tarihsel bir birikimdir. Devrimde grev dalgaları, büyük kitle mobilizasyonları ve İşçi Şuraları gibi muazzam pratikler yaşandı. Güçlü Marksist örgütlenme ve mücadelenin geleneğinin olduğu İran’da devrim sonrası, 1 yıla yakın özgürlükçü bir ortam vardı. Bu dönem aynı zamanda islamcıların inisiyatif oluşturma, hegemonyasını inşa etme, biyo- politik düzenlenmeler ve gündelik hayatın yeniden inşası olarak biçimlendi. Marksist hareketin büyük bir kısmı devrimin ilk aylarından başlayarak dışa vuran karşı devrimci adımları yan, tali çelişki görmüş, gelen tehlikenin boyutu anlayamamıştır. İran Devrimi bir anlamda yarım kalan devrimdir. Her yarım kalan devrim gibi karşı devrimin olağanüstü saldırılarıyla bertaraf edilmiştir. İslamcı güçlerin iktidarını konsolide etmesiyle devrim hızla islamcı- faşist karşı devrime dönüştü. Devrimci güçlerin özellikle ideolojik zafiyetleri, çok parçalı olma halleri, soyut anti- emperyalizm anlayışı, devrimci bir karşı blok oluşturamamaları, İslamcı güçleri her düzeyde tolere etmeleri hatta bazı grupların ittifak kurmaları sonucu trajedi kaçınılmaz bir hal almıştır. İran devrimi, devrim ve karşı devrim sarmalının en somut pratiklerinden biri olarak dikkat çekti. İslamcılar her düzeydeki devrimci, demokrat muhalefeti şiddetle bastırarak stratejik hamleler yaptılar. 1988 yılı İran solu için gerçek manada bir soykırım anlamına geldi. Yüz binlerce tutuklu devrimci, demokrat kurşuna dizildi ve idam edildi.

İslam Cumhuriyeti, 50 yıla yaklaşan ömrüyle bir bölge gücü olarak konumlandı ve bölgedeki Şii nüfus üzerinde ciddi bir hegemonya kurdu. İktidarın tırnak içinde devrimci imajı, anti-Amerikancı ve dinci söylemleri, bölgede Şii yayı ya da direniş eksenini olarak tanımlanan bir bloğun oluşmasını sağladı. Bu yay yakın döneme kadar bir manada İran’ın bölgedeki nüfuz alanı ve olası İsrail ve ABD saldırılarına karşı ön cephe işlevi gördü.

İran aynı zamanda Rusya ve Çin’le gelişmiş ilişkilere sahip, Çin ve Rusya’nın oluşturduğu bloğun Ortadoğu’daki en önemli gücü olarak konumlanmış durumda. İran bu iki emperyalist güçten ciddi destek alıyor. Çin ve Rusya için İran, Asya ve Uzak Asya’ya açılan koridoru kapatması anlamında önem taşıyor. İran bir nevi kalkan işlevi görüyor. İran’da yüksek oranda doğal gaz ve petrol rezervleri bulunuyor, bu durum özelikle Çin açısından stratejik önem taşıyor. Ayrıca Hürmüz Boğazı’nı İran’ın kontrol etmesi, küresel düzeyde enerji tedarikinin en kritik noktalarından birinin denetlenmesi, Çin’e dolaylı olarak ekonomik ve stratejik avantajlar sağlıyor. Çin enerji ihtiyacının yüzde 65’ini Ortadoğu’dan karşılıyor. İran’ın varlığı bu tedarik sorununun bir manada güvencesi anlamına geliyor.

Dünya savaşının ilk provası: İsrail İran savaşı

İsrail 7 Ekim sonrası son derece iyi hazırlanmış bir stratejiyle hareket etti. Şii direniş yayını kıran hamleler yaptı. İsrail, İran’ın aktif desteklediği etkili vasıtaları diye de tanımlayabileceğimiz güçleri devre dışı bıraktı ya da ciddi moral, askeri ve önderlik kapasitesi açısından darbeler yemesini sağladı. Başta her ne kadar Sünni kökenli bir yapı olsa da İran tarafından özel olarak yardım gören Hamas, ağır darbeler aldı ve hareket en önemli önder kadrolarını kaybetti. Bunun yanı sıra Filistin halkı jenoside tabi tutuldu. İkinci hamle Hizbullah’a karşı yapıldı. Tarihsel önderini ve ileri kadrolarını kaybeden Hizbullah, ağır darbeler aldı. Sinyal cihazları operasyonu, hem demoralize edici sonuçlar yarattı, hem de istihbari açıklarını ortaya koydu. Ardından 13 yıllık bir yıpratma savaşı ya da Gramsci’nin ifadesiyle mevzi savaşı sonrası konsantre olmuş bir gücün iktidara vurmasıyla, bir haftalık zamanda Baas iktidarı hızla çöktü (Yeni dönemde, devlet teorisi üzerine tartışmalarda bu yön üzerinde durmanın yararlı olduğunu düşünüyorum). Suriye’de Baas iktidarının çöküşü İsrail açısından son derece önemli bir hamle oldu. İsrail kısa zamanda kendisi için bütün yakın riskleri etkisizleştirdi, hatta Suriye merkezli yeni ilhak ve sömürgeleştirme olanaklarına kavuştu. Aynı zamanda bu gelişme Rusya’nın bölgede bütün inisiyatifin kırılmasına yol açtı ve ABD’nin ciddi hegemonik bir atağı olarak biçimlendi. İsrail ve ABD Yemen’e farklı müdahalelerle buradaki gelişmeleri de kontrol etmeye çalışıyor. Bütün bu faktörler Şii yayını kırarken İsrail- İran savaşının önünü açtı. Savaş her şeyden önce Petro-politik içerikli bir savaş niteliği taşıyor. Bir başka boyutuyla iki emperyal blokun bölgedeki savaşını dışa vuruyor. Bir anlamda dünya savaşının ilk provası İsrail- İran Savaşında gerçekleşiyor diyebiliriz. Bu savaşın Ortadoğu başta olmak üzere küresel tektonik etkiler yaratması kaçınılmazdır. Ateşkese rağmen savaş aslında yeni başlıyor.

Bölgede kaos ve Kürt siyasal hareketinin paradigma değişimi

Bu noktada özel olarak Kürt siyasal hareketini analiz edersek şu çıkarımları yapabiliriz

(yazının mahiyetinden dolayı paradigma değişikliğinin arkasındaki teorik temel tezlerin analizini başta bir çalışmaya bırakıyoruz):

  1. En başta Kürt siyasal hareketinin bölgenin en dinamik, en politik, yüksek taktik ve stratejik yeteneğiyle Ortadoğu’daki gelişmeleri son derece iyi okuyan bir yapı olduğunun altı çizilmelidir.
  2. Ortadoğu tarihi her an değişen dengelerin varlığıyla dikkat çeker ve aktüel olarak sürekli savaş coğrafyasına dönüşmesi, hareketin esnek ve sürecin farklı eğilimlerini gören ve okuyan bir tutum sergilemesinin önünü açtı. Başlı başına İsrail- İran Savaşı ve yarattığı ve yaratacağı bir dizi etki bile yüksek bir konjonktürün içine girdiğimizi ortaya koyuyor.
  3. Hareketin paradigma değişimini sadece silah bırakma üzerinden değerlendirmek ya da tek boyutlu ele almak son derece yanlış bir analizdir, kendi içinde çok boyutluluğu ve olasılıkları taşımaktadır. Ortadoğu’nun son yarım asrını belirleyen tüm dinamiklerin değişimine, bölgenin alt üst oluşuna ve olası şiddetli risklere karşı bir konumlanma ya da yeniden konumlanma, bir arayış olarak yorumlanabilir.
  4. Sürekli savaş ve sürekli iç savaş bölgesi olarak biçimlenen yeni Ortadoğu düzeni, Kürt halkına yönelik Filistin benzeri jenosid ihtimallerini de ortaya çıkarmıştır. Bu ihtimalin bile yeni arayışları koşullaması doğaldır ve makuldür. Tek başına bile anlamlıdır. Bölge devletlerin geçmiş pratikleri söylediklerimizin abartı olmadığını gösterir.
  5. Özellikle Rojava deneyimi son derece önem taşımaktadır. Rojava Ortadoğu’da Kürt varlığının simgesi ve farklı bir Ortadoğu pratiğidir. Ayrıca bu deneyim, devrimde eşitsiz gelişme yasasının ne derece önemli olduğunu ortaya koyan bir pratik olarak dikkat çekmektedir.
  6. Süreç 4 parçanın bütünlüğü ve iç diyalektiği üzerinden okunmalıdır. Hareketin bu parçalardaki varlığıyla fay hatlarını gördüğünü, yeni enerji birikimlerini okuduğunu düşünmek ve uzun soluklu hareket ettiğini söylemek olanaklıdır.
  7. Yeni süreçte Rojhilat’ın öne çıkması beklenebilir. PJAK’ın İran’daki olası gelişmeler için açıklamaları ve özyönetime dayanan bir perspektifle hareket ettiğini bildirmesi yukarıdaki vurgumuzu güçlendirmektedir.
  8. Duran Kalkan’ın silah bırakmayla ilgili açıklamaları yeni sürecin yönelimi ve yansımalarını göstermek açısından önem taşımaktadır.
  9. Ulusal özgürlük mücadelesinin yaratıcılığına inanmak, değişebilme ve her şarta uyum gösterebilme cüretini beslemektedir.

Anadolu ve Mezopotamya’da yeni olanaklar

Kürt siyasal hareketinin çok yönlü mücadele yürütme kapasitesine sahip olduğu son 50 yıllık pratiğinden gözlemlenebilir. Hareket parlamenter ve parlamento dışı mücadeleyi senkronize yürütme ve sokağı aktif kullanma beceresine sahiptir. Yoksul ve proleter kökenli bir hareket olması ve önderliğinde yoksul kökenli olması ayrıştırıcı bir özelliktir.

Türkiye kapitalizminin son 40 yıllık özelde son 25 yıllık yönelimi yani küresel fabrikanın atölyesi olma girişimleri; hem Batı yakasında hem de Kürt illerinde şiddetli değişimlerin önünü açıyor. Türkiye kapitalizmi küresel meta ve değer zincirinde konumlanmaya, lojistik, tedarik ve üretim merkezi olmaya çalışıyor.

Bunun somut yansıması şiddetli yoksullaşma, mülksüzleşme ve yoğun ve hızlı proleterleşme sürecidir. Yani bir manada modern bir çitleme yaşanıyor.

Marx Kapital I’de, çitlemenin salt ekonomik boyutunun olmadığını, siyasal ve toplumsal sonuçlar yarattığını vurgular. Bugün 400’e yakın organize sanayi bölgesinin varlığı, 40’ın üzerinde özel bölgenin yine 40 civarında serbest bölgenin varlığı Anadolu kentleri ve Kürt illerinin hızla proleter kentlere dönüştüğü ortaya koymaktadır. Başta Diyarbakır, Batman, Van artık yeni Petrogradlardır. Muhafazakar özelliklere sahip bir dizi Anadolu’daki kent; Kayseri, Konya, Ordu gibi iller benzer bir sürecin içindedir. Artık Organize Sanayi Bölgesi olmayan il kalmadı ve yeni OSB’ler kurulmaya devam ediyor.

Kısacası tüm Anadolu coğrafyasında sınıfsal antagonizmanın domine olduğu bir konjonktürün içindeyiz. Kürt illeri de bu süreçten şiddetle etkileniyor. Son 10 yıllık kesitte lokal düzeyde, yaygın işçi eylemlerinin gerçekleştiği coğrafyalar incelendiğinde sınıfın, sınıf çelişkilerin yeni akslarını yakalayabiliriz. Türkiye topraklarında sınıf savaşlarının son 50 yılını belirleyen bütün parametrelerin değiştiği bir dönemin içindeyiz. Bu yeni bir gerçekliktir. Bu gerçekliği gören ve onun içinde kök salan yeni bir proleter devrimciliğin biçimlendiği koşulları yaşıyoruz. Anti kapitalist alanların enerjisiyle birleşmiş bir proleter hareketin yaratılmasının imkanları artmıştır. Kürt halkının iradesi ve tarihsel mücadele deneyimi son derece önemli bir birikimdir. Yeni momentte ulusal özgürlük bilinciyle bütünleşecek bir sınıfsal bilinç muazzam gelişmelerin önünü açabilir. Yoksul ve proleter bir hareket olan Kürt hareketi, Bakur’da sınıfsal çelişkilerin domine olmasıyla yeni bir evreye giriyor. Çok fazla tartışılmayan bu nokta yeni konjonktürün ve kapitalist formasyonun temel eğilimi olduğu unutulmamalıdır. Kürt illerinde yaşanan hızlı ve şiddetli proleterleşme sürecine paralel Kürt işçilerin nesnel ve öznel şekilleniş süreci ve Batı yakasında sınıfın nesnel ve öznel şekillenmesiyle rezonans oluşturması bir dizi tarihsel imkanın önünü açabilir. Bunu bilerek ve öngörerek proletaryayla stratejik ve ontolojik bağ kurulmalıdır. Bu bağ enternasyonalist ve dünya devrimi perspektifinin ürünüdür ama örneğin Van’da bir işyeri örgütlenmesini yani mikro bir çalışmayı da asla ihmal etmez. Manasını da burada bulur ve şunu bilir Amazon’da bir kelebeğin kanat çırpışının türbülansı nasıl ki dünyanın büyük bir kısmını etkileyecek bir kasırgaya dönüşüyorsa, bir işyerinde yaratılacak örgütlenmenin yarattığı kelebek etkisi aynı kapasiteyi taşıyabilir. M. Löwy’in ifadesiyle işçi sınıfın en küçük yerel eylemi bile enternasyonal karakterde olduğu unutulmamalıdır. Bu noktada bir sendikal odak olmayan ama içinde mücadeleci sendikaları barındıran, işsizler dahil, sınıfın tüm fraksiyon, segment ve birleşenleri kapsayan fiili mücadele ve örgütlenmeyi ve işçi demokrasisi esas alan, komite, konsey ve meclis esasında örgütlenen bağımsız ve birleşik bir emek/sınıf odağının yaratılması yaşamsal önem taşımaktadır. Emek odağı anti- kapitalist kopuşları hedefler. Enternasyonalist bir mahiyettedir ve tüm anti kapitalist alan ve güçleri kapsayacak içeriktedir. Bu süreç Ortadoğu devrimci çemberinin aktüel biçimlenişi olarak ta okunabilir.

PaylaşTweetGönderPaylaşGönder
Önceki Haber

Demokratik Toplum Buluşmaları: Gerek yasal düzenlemeler yapılmalı

Sonraki Haber

Politik özne ve Önderlik kavramı

Sonraki Haber
Politik özne ve Önderlik kavramı

Politik özne ve Önderlik kavramı

SON HABERLER

Türkiye Amêdiyê kırsalını bombaladı

Türkiye Amêdiye kırsalını bombaladı

Yazar: Yeni Yaşam
12 Temmuz 2025

31 yılın ardından tahliye edildi: Mücadele başka bir safhaya geçti

31 yılın ardından tahliye edildi: Mücadele başka bir safhaya geçti

Yazar: Yeni Yaşam
12 Temmuz 2025

Rezan Belediyesi ilk ‘katılımcı bütçe’ buluşmasını gerçekleştirdi

Rezan Belediyesi ilk ‘katılımcı bütçe’ buluşmasını gerçekleştirdi

Yazar: Yeni Yaşam
12 Temmuz 2025

İzmir’de polis bir avukatı ve yurttaşları darp etti

İzmir’de polis bir avukatı ve yurttaşları darp etti

Yazar: Yeni Yaşam
12 Temmuz 2025

Pervin Buldan: Erdoğan, Önder’e ‘Bazı hazırlıklarımız var’ dedi

Pervin Buldan: Bu bir süreç ittifakıdır, yanlış anlaşılmasın

Yazar: Yeni Yaşam
12 Temmuz 2025

Yüzde 92 engelli hasta tutsak Fırat Nebioğlu tahliye edildi

Yüzde 92 engelli hasta tutsak Fırat Nebioğlu tahliye edildi

Yazar: Yeni Yaşam
12 Temmuz 2025

Hasta tutsaklar için özgürlük talebi: Tedavi hakkı engellenemez

Hasta tutsaklar için özgürlük talebi: Tedavi hakkı engellenemez

Yazar: Yeni Yaşam
12 Temmuz 2025

  • İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
yeniyasamgazetesi@gmail.com

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

E-gazete aboneliği için tıklayınız.

Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Tümü
  • Güncel
  • Yaşam
  • Söyleşi
  • Forum
  • Politika
  • Kadın
  • Dünya
  • Ortadoğu
  • Kültür
  • Emek-Ekonomi
  • Ekoloji
  • Emek-Ekonomi
  • Yazarlar
  • Editörün Seçtikleri
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Karikatür
  • Günün Manşeti

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır