Günümüzde demokratik toplum sosyalizmi, toplumsal adalet ilkelerini ve topluluk temelli ekonomiyi gözeterek, çağdaş ihtiyaçlara yanıt verebilecek güncel bir alternatif sunma kapasitesine sahiptir. Yerel yönetimlerin bu noktadaki rolü ise oldukça önemlidir
Hamit Ekinci
Kendi kendini yönetme hakkı, Kürt sorununun temel eksenini oluşturur. Statüsüzlüğe mahkûm edilme, uluslararası sistemden dışlanma ve nihayetinde bir güvenlik sorunu olarak etiketlenme olguları, 20. yüzyıl boyunca Kürt toplumunun karşı karşıya kaldığı siyasal, toplumsal ve iktisadî açmazların başlıca nedenleridir. Statüsüzlük, Kürt halkını uluslararası sistemin dışında tutmuş ve bu dizayn üzerinden bölgedeki tüm üretim ilişkilerini şekillendirmiştir. Nihayetinde Kürdistan coğrafyasının ekonomisizleştirilmiş bir hinterland haline gelmesi söz konusu olmuştur.
21. yüzyılın ilk çeyreğinde iki kritik dönüm noktası, söz konusu statüsüzlük sarmalını kırabilecek nitelikte bir fırsat penceresi açtı. İlki, Irak’ta BAAS rejiminin 2003’te çöküşünün ardından Güney Kürdistan’da uluslararası tanınırlık kazanan ve fiilen egemen bir yapı hâline gelen Kürdistan Bölgesel Yönetimi’dir (KRG). İkincisi ise 2024 sonrasında Suriye iç savaşının yeniden ivme kazanmasıyla stratejik önemi artan Kuzey Doğu Suriye Özerk Yönetimi’dir. Kurumsal sınırlılıklarına ve kimi geriliklerine rağmen bu iki yapı, Kürtlerin Ortadoğu’nun politik, iktisadî ve güvenlik mimarisindeki konumunu yeniden tanımlama potansiyeli taşımaktadır.
Bu gelişmelere paralel olarak Kürt siyasi öznelerinin dört parça Kürdistan’da dönüşerek güncel aktörler haline gelmeleri oldukça önemlidir. Bunun sürdürülebilir bir zemine kavuşması bütüncül bir ekonomi politikasının geliştirilmesine bağlıdır.
Kuzey Kürdistan’da ekonomi politika ve yerel yönetimler
Geçmişte statükoyu zorlayan bir aktör olarak nitelenen Kürt siyasî hareketi, günümüz gelişmeleri ile bölgesel mimarinin paydaşlarından biri konumuna gelmektedir. Kuzey Kürdistan, bu süreçte hem belirli dezavantajlara hem de dikkate değer avantajlara sahiptir.
Başlıca dezavantaj, şimdiye dek kapsamlı bir ekonomi politikasının ortaya konulamamış olmasıdır. Devletin bölgeye yönelik yaklaşımı “ekonomisizleştirme” stratejisi üzerine inşa edildiğinden, idarî reform zemini oluşturulmadan kalıcı bir ekonomi politikası tartışması sınırlı kalmaktadır. Yerel yönetimlerin ise bugüne kadarki tartışması sıklıkla soyut ilkelere odaklanmış; uygulamaya sokulan pilot projeler ise reel sosyalist devletçi modellerin etkin olmayan sınırlı adaptasyonları olarak kalmıştır.
Doğal kaynaklar, tarım, hayvancılık, temel sanayi, kadın emeği, ticaret ve turizm alanlarında yerel yönetimlerin strateji eksikliği; buna ek olarak merkezi hükümetin dar bir menfaat grubuna kaynak aktarımını önceleyen rentiyer modeli en olumsuz ekonomik sonuçları doğurmuştur. Hangi makro iktisadî gösterge incelenirse incelensin, Kuzey Kürdistan illeri Türkiye genelinde hem ulusal katma değere katkı hem de kaynaklara erişim bakımından alt sıralarda yer almaktadır. Mevcut insan kaynağı ve lojistik konum dikkate alındığında bu tablo, atıl bir potansiyele işaret etmektedir.
Avantajlar göz önünde bulundurulduğunda; bölgenin enerji arzındaki stratejik rolü, genç nüfus kaynağı, doğal kaynakların çeşitliliği kapasite geliştirme gereksinimini kanıtlamaktadır. Bu potansiyeli ortaya koyacak araştırmalar yapmak ve veriye dayalı kapasite geliştirme politikaları üretmek, yerel yönetimlerin sorumluluğundadır. Sosyal market ekonomisi yaklaşımı, çatışma sonrası dönemde dengeli ve kapsayıcı kalkınma için uygulanabilir bir çerçeve sunabilir; bir yandan piyasa verimliliğini korurken, diğer yandan refahın dengeli dağılımını garanti altına alabilir. Bu refahın ve teknolojik imkanların Kürt coğrafyasının tamamına yayılmasında basamak rolü oynayabilir.
Bölgesel gelişmeler ve Kuzey Kürdistan’ın ekonomik önemi
Kürdistan, Ortadoğu enerji koridorunun Akdeniz çıkışı üzerinde konumlanan ve tarihsel ticaret yollarına eklemlenen bir coğrafyadır. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana, özellikle son yıllarda uluslararası sermayeye açılma ve küresel ekonomiye entegrasyon süreçleri hızlanmıştır. Yıllara sığacak dönüşümler zaman zaman aylar hatta haftalar içinde gerçekleşirken, Kürdistan da bu dinamiklerden etkilenmektedir.
Bununla birlikte, bölgenin ekonomik yapısı, küresel entegrasyona paralel bir kalkınma perspektifinin bölge üzerinde etkin politik aktörler acısından henüz oluşmadığını göstermektedir. Merkezî düzeyde açıklanan kalkınma paketleri ve lojistik entegrasyon projeleri, önceki deneyimlerin de işaret ettiği üzere kalıcı kalkınma sağlamaktan uzaktır. Sürdürülebilir kalkınmanın hedeflenmediği ve artı değerin sınırlı üretildiği bir ortamda yan sektörlerin gelişmesi ve buna bağlı altyapı-güvenlik dengesinin kurulması imkansızdır.
Türkiye, ekonomik bakımdan Avrupa ile yüksek entegrasyon düzeyine rağmen neo popülist bir çerçevede, üretim yerine inşaat ağırlıklı bir büyüme stratejisi izlemiştir. Bu yaklaşım, kısa vadeli ekonomik canlanma yaratmakla birlikte sürdürülebilir verimlilik sağlamamakta; ortaya çıkan refahı yatay dağıtmak yerine dar bir menfaat grubunda yoğunlaştırmaktadır. Sonuç olarak bölgesel eşitsizlikler derinleşmekte, kamu kaynakları sürekliliği olmayan projelere yönlendirilmektedir.
Yerelde bütünlüğü bulunan ekonomi politikasının fark yaratabileceği bağlam tam da burasıdır. Kuzey Kürdistan, diğer parçalara kıyasla teknolojiye ve Endüstri 5.0 olanaklarına erişim açısından avantajlı durumdadır. Bu kapasite, Kürdistan’ın diğer bölümlerine yönelik ekonomik entegrasyon için katalizör işlevi görebilir ve verimli bir ekonomik yapı inşasına katkı sağlayabilir. Örneğin Güney Kürdistan’ın Irak Savaşı sonrası yeniden yapılanma sürecinden Türkiye’deki firmalar büyük bir pay elde etmesine karşılık, bu pay Kuzey Kürdistan’daki ekonomik kalkınmaya ciddi bir fayda sağlamamış, ekonomik entegrasyon sınırlı kalmıştır. Günümüzde Levant bölgesinin (Irak, Suriye, Lübnan) uluslararası yatırıma açılma sürecinde Kuzey Kürdistan’ın üstlenebileceği köprü rolü çok önemlidir; bu sürece yönelik kurumsal ve altyapısal hazırlık zorunludur.
Sosyal market ekonomisi
Reel sosyalizm deneyiminde temel sorun, devlet aygıtının yarattığı bürokratik katmanlar ve bu katmanların ürettiği gerçek-dışı muhasebe düzeni oldu. Dönemin siyasal komiserleri açısından merkezin tatmin edilebilmesi için üretimin maddi sürdürülebilirliği değil, raporların kusursuz görünmesi öncelik taşıyordu. Kolektif emeğin bürokratik süreçlerde yitirilmesi, bireyin kendi emeğine yabancılaştığı bir devlet kapitalizmi biçimi ortaya çıkardı. Yugoslavya gibi kimi örnekler, etnik gerilimlerin de etkisiyle ekonomik çeşitlendirme ve rekabeti teşvik eden adımlar atmış olsa da, küresel kapitalizmin ölçeği karşısında sınırlı kaldılar.
Bununla beraber sosyalist planlama, eksiklerine rağmen pek çok geri kalmış ülke için bir zaman tüneli işlevi gördü. Hem ekonomik hem toplumsal alanda hızlı, kolektif ve kısmen dengeli bir kalkınma sağladı; kapitalizmin tüm kaynaklarına rağmen ulaşamadığı ölçülerde toplumsal gelişmişlik açısından ilerleme kaydetti. Günümüzde demokratik toplum sosyalizmi, toplumsal adalet ilkelerini ve topluluk temelli ekonomiyi gözeterek, çağdaş ihtiyaçlara yanıt verebilecek güncel bir alternatif sunma kapasitesine sahiptir. Yerel yönetimlerin bu noktadaki rolü ise oldukça önemlidir.
Statüsüzlüğün kalıcı biçimde aşılması, yalnızca siyasal tanınma değil; üretim bölüşüm mekanizmalarının rasyonelleştirilmesi ve bölgesel değer zincirlerine entegrasyonla mümkün görünüyor. Kuzey Kürdistan’ın enerji, lojistik ve genç işgücü avantajları sosyal market ekonomisinin karma yapısını test etmek için uygun bir zemin sunmaktadır. Bir yandan merkezi planlamacı, dezavantajlı grupları koruyan, küresel ve bölgesel gelişmeleri okuyup ona göre finansal pozisyon alabilen, ancak bir taraftan da yerinden yönetime dayalı mikro düzeyde ve doğrudan halkın yaşamına etki edebilen verimli ve hızlı bir model benimsenmelidir. Devletin yaklaşımı ve merkeziyetçilikte ne kadar ısrar edeceği burada esas belirleyici olacak olmakla beraber, sözü gecen ekonomik kapasitenin oluşturulması son derece önemlidir.
Bu bağlamda yerel yönetimlerin öncelikli görevi, katılımcı bütçe, uluslararası ve ulusal projeler, veri tabanlı planlama araçları ile mevcut ekonomik vizyonlarını bütüncül bir stratejiye dönüştürmeleri gerekmektedir. Buna paralel olarak enerji, finansal teknolojiler, yeşil dönüşüm ve yeni yatırım fırsatlarına ilişkin güncel analizleri yürütecek; bölgesel yatırım fonlarıyla eş güdümlü çalışacak ekonomi kurumları hem yerel, hem bölgesel, hem ulusal düzeyde kurulmalıdır. Örneğin her yerel yönetime ait bir yerel ekonomiyi geliştirme birimi kurulmalıdır. Bu kurumlar, sivil toplum, kadınlar-gençler ve özel sektörle iş birliği içinde süreçleri ölçülebilir göstergelerle izleyerek kurumsal öğrenme kapasitesini sistematik biçimde güçlendirerek toplumsal ekonomi deneyimini kalıcılaştırabilir.