Geliyê Zîlan katliamı ile ilgili bir roman yazan A.Sırrı Özbek, katliamı anlatı:
Bu bereketli coğrafyada yaşayan insanların mal ve can güvenliklerini korumakla görevlendirilen Derviş Bey adındaki askeri görevli ne acıdır ki kötülük ateşi olup düştü Geliyê Zîlan sakinlerinin ocağına. Yaptığı bütün cinayet, toplu kıyım, kadın kaçırma ve tecavüz yetkisini de TBMM’nin 1931 yılında çıkardığı1850 sayılı kanuna dayandırıyordu
Hüseyin Kalkan
Ağrı Ayaklanması Kürt ayaklanmaları içinde en uzun süren ve devletleşme adımlarının atıldığı bir isyandı. Bu nedenle isyancılar yenildikten sonra büyük bir katliam başlatıldı. 13 Temmuz 1930’da, Geliyê Zîlan’da binlerce Kürt’ün hayatını kaybettiği katliamın üzerinden 95 yıl geçti. Adını olayın yaşandığı Geliyê Zîlan’dan alan Zîlan Katliamı’nın üzerinden bunca yıl geçmesine rağmen katliamın acısı hafızalarda hala tazeliğini koruyor. Katliamda kadın, çocuk binlerce Kürt vahşice katledildi. Katliamda ölü sayısına ilişkin farklı rakamlar ifade edilse de öldürülenlerin onbinleri bulduğu, onlarca köyün yakıldığı, binlerce kişinin sürgün edildiği biliniyor. Ağrı Dağı ayaklanmasında da yer alan Kürt yazar Hesen Hişyar Serdi’ye göre, Ademan, Sipkan, Zilan ve Hesenan aşiretlerinden oluşan 18 köyden 47 bin kişi, çocuk ve yaşlı öldürülmüştür. 1930 yılının Temmuz ayında Ağrı Dağı Ayaklanması sırasında Ferik Salih Omurtak komutasındaki 9. Kolordu tarafından Geliyê Zîlan’a sığınan onbinlerce Kürt vahşi bir şekilde katledilmişti. Çemê Gurcemê vadisinde, binlerce insan birbirlerine bağlanarak toplu bir şekilde vahşice katledildi. Türkiye ordusu katliamda, iki kolordu (7. Kolordu ve 9. Kolordu) ve 80 uçaktan oluşan hava gücü kullandı. Cumhuriyet gazetesi 16 Temmuz 1930 tarihinde Zilan Katliamı için, “Ağrı Dağı tepelerinde tayyarelerimiz şakiler üzerine çok şiddetli bombardıman ediyorlar. Ağrı Dağı daimi olarak infilak ve ateş içinde inlemektedir. Türk’ün demir kartalları asilerin hesabını temizlemektedir. Geliyê Zîlan ağzına kadar ceset dolmuştur” ifadelerini kullandı.
‘Söyle Zilan’ isimli belgesel romanının yazarı A. Sırrı Özbek ile Zilan Katliamı’nı konuştuk. Özbek, romanını yazmak için bölgede geniş bir araştırma yaptı. Katliama uğrayanların yakınları ile konuştu. Özbek, bu araştırmalarının sonuçlarını bize anlattı. Özbek, Zilan Katliamı’nın gerçekleştiği coğrafyayı ve koşullara dair şunları anlatıyor:
“Van gölünün kuzey sahilinde kurulu Erciş ilçesinden başlayarak içinde dağları oldukça geniş, bol otlaklı yaylaları, bereketli arazileri, sulu vadileri ve yüzlerce köy, onbinlerce insan, hayvan ve sürüyü barındıran Geliyê Zîlan, kuzey ucu Doğubayazıt ilçesi eteklerine kadar uzanır.
Tıpkı bir elin ayası gibidir, çizgi çizgi. Geliyê Zîlan’da içinde beyaz çakıl taşlarının parladığı, benekli alabalıkların özgürce yüzdüğü, berrak, serin sulu ırmak ve derelerin her biri ayanın bir çizgisini oluşturur. Geliyê Zîlan’ın bereketli topraklarında çeşitli meyve ağacından tutun da aklınıza gelmeyen birçok ağaç ve bitki yetişir. Baharda kâinatta var olan bütün kokuları sanırsınız ki tek başlarına Geliyê Zîlan’da yetişen çiçekler salar. Geliyê Zîlan’da kartalların yuva yaptığı, yılanların dahi tırmanmakta zorluk çektiği dik yamaçlarından aşağı doğru baktığınızda, sonsuzluğa doğru baktığınızı hissedersiniz. Sınırları kadim zamanlardan beri değişmemiş. Gelîye Zîlan toprağı doğurgan bir ana rahmi gibi verimlidir. Her mevsimde ayrı bir renge bürünen toprağı binlerce yıldır ekilip biçilir. Kendine verilen her emeğin, dökülen her damla terin karşılığını fazlasıyla verir.”
‘Yasal katliam!’
Özbek, katliam için Meclis’te yasalar çıkarıldığını anlatıyor. Katliam bu yasalara dayanılarak yapılıyor. Bir nevi cezasızlık sağlanıyor katliamdan önce:
“Bu bereketli coğrafyada yaşayan insanların mal ve can güvenliklerini korumakla görevlendirilen Derviş Bey adındaki askeri görevli ne acıdır ki kötülük ateşi olup düştü Geliyê Zîlan sakinlerinin ocağına. Yaptığı bütün cinayet, toplu kıyım, kadın kaçırma ve tecavüz yetkisini de TBMM’nin 1931 yılında çıkardığı1850 sayılı kanuna dayandırıyordu. Bu kanun, “Erciş, Zilan ve Ağrı Dağı havalisinde vuku bulan isyanda, bunu müteakip Birinci Umum Müfettişlik Mıntıkası ve Erzincan, Pülümür kazası dahilinde yapılan, takip ve te’dip hareketleri münasebetiyle askeri kuvvetler ve devlet memurları ve bunlarla birlikte hareket eden bekçi, korucu, milis ve ahali tarafından isyanın ve bu isyanla alakadar vak’aların tenkili emrinde, gerek müstakilen ve gerek müştereken işlenmiş ef’al ve harekât suç sayılamaz,” şeklindeydi ve tam bir cezasızlık hakkı tanıyordu. E kanun böyle olursa kim tutar zalimi? Kumandan Derviş de Ağrı Dağı’nı karargâh tutmuş, İhsan Nuri Paşa’nın kumandanlık ettiği isyancılara lojistik destek verdiklerini öne sürdüğü mazlum Geliyê Zîlan sakinlerine her türlü kötülüğü, zulmü yapmaya hakkı olduğuna karar vermişti.”
Ağıtlara yansıyan katliam
Özbek araştırması sırasında katliamı anlatan ağıtlara da rastlamış, dengbêjlerin seslendirdiği. Bu ağıtlardan biri şöyle:
“Hêsîrên Geliyê Zîlanê dane ber topan
Dijenîyan bi mitralyozan
Mala te xirab be Derviş Beg, urta te biqele,”
(Geliyê Zîlan esirlerini topa tutmuşlar
Mitralyözlerle tarıyorlar
Evi yıkılsın Derviş Beg’in, soyu kurusun)
Özbek anlatıyor:
“Sadece insanları çoluk çocuk, kadın, yaşlı demeden katletmekten çekinmeyen bu adam, genç kız ve kadınlara yönelik saldırılarda bulunuyor, tecavüz ettiği kadınları öldürmekten de çekinmiyordu. Diğer bir dengbêj de kaçırılan kızlar ve gelinler için,
“Mala Dervêş Begê xirab be, urta ve biqele
Nizanim ji kêra bigirim
Se sed qîz, bûke Geliyê Zîlan hildan birin…”
(Evi yıkılsın Derviş Begin, soyu kurusun,
Kime ağlayayım bilmiyorum,
Üç yüz Geliyê Zîlan kızını, gelinini alıp götürdü…) diye sürüp giden ağıdı yakıyordu. Kısacası mal, can, namus, ar ve haya ortalığa saçılmıştı. Gasp edilen sürüler, talan edilen evler, yakılıp yıkılan köyler, katledilen masum insanlar, sırıklara takılıp köy köy gezdirilen insan kelleleri, kaçırıldıktan sonra tecavüze uğrayan ve ölüleri bir çukurda bulunan kadınlar sıradan hadiseler olmuştu.”
Yağan zulüm
Özbek, isyanın yayıldığını ama bir merkezde yürütülemediği için bütün bölgenin savunulmasının mümkün olmadığın belirtiyor. Bu durum şunlara yol açar:
“O bereketli Zîlan toprağına şiddeti her gün artan dehşetli zulümler yağmaya başlamıştı. Tam o günlerde Biroyê Heskî Telî’nin ilk isyan ateşini yaktığı Ağrı Dağı’ndaki karargâha Xoybun tarafından görevlendirilen İhsan Nuri Paşa, yaptığı son toplantılardan birinde yeni bir strateji sunmuş ve isyanın tüm bölgeye yayılmasını planlamış. Ancak yapılacak her hareketin başında bulunduğu ana karargâhın talimatları, bilgisi ve belirlediği yöntemlerle yapılmasını da ısrarla emretmiş. Ağrı Dağı’nda yanan isyan ateşini Geliyê Zîlan’a da taşımak isteyen Kör Hüseyin Paşa’nın iki oğlu Nadir ve Memo Begler, Seyid Resul ve Bekirê Qulîxan, beraberlerinde Ağrı Dağ’ından getirdikleri savaşçılarla birlikte Zîlan’da Bunizli köyünde toplanırlar. Erciş’in önde gelen isimlerinden, Hüseyin Paşa’nın dostu, Osmanlı’dan bu yana devlet hizmetinde olan Cevahir Ağa’yı da toplantıya davet ederler. Bu şahıs Ermeni tertelesinde İttihatçılarla da yakın temasta bulunmuş, Erciş ve civarındaki tüm Ermeni mallarına el koymuş, onların kendi yakınlarına ve adamlarına dağıtılmasında görev almış, dolayısıyla mazlumun mallarının tadını almıştı. Bu daveti kaçırmadı. Uzun zamandır göz koyduğu Geliyê Zîlan topraklarına sahip olma zamanının geldiğine karar vermişti. Cevahir Ağa, Bunizli köyündeki toplantıya oğullarını ve kendisine bağlı adamlarını göndermiş. Bunizli’de toplantı yapılırken Cevahir Ağa Erciş’teki hükümet yetkililerini haberdar etmiş ve takviye kuvvetlerin getirilmesi gerektiğini söylemiş.
Nadir Beg, Memo Beg, Seyid Resul ve Bekirê Qulîxan ikinci toplantının Hesenevdal köyünde yapılmasına karar verirler. Bu toplantıya milis olmaya karar veren Cevahir Ağa’nın oğulları ve adamları katılmazlar.
Kısa zamanda Erciş’e İngilizlerin hükumete verdiği uçakların geldiği ve askerlerin yığınak yaptığı haberi üzerine Memo Beg ve Seyid Resul yanındaki adamlarıyla önce Zîlan bölgesinin en stratejik yerinde olan Çakırbey köyü karakolunu basarlar, karakol komutanını ve askerleri esir alırlar.
Çakırbey baskınından sonra Hecikes köyünde toplanan isyancılar Erciş üzerine yürümeden civar karakolların etkisiz hale getirilmesini kararlaştırırlar ve Seyid Resul emrindeki destekle Hesenevdal, Bekirê Qulîxan Norşat karakolundan başlayarak bütün karakolları etkisiz hale getirirler.”
Özbek, devamında şunları diyor:
“Erciş’te büyük bir direnişle karşılaşan isyancılar istediklerini elde edemeden Patnos üzerine yürürler. Bu teşebbüsleri de başarısız olur. Bu arada gelen destek kuvvetlerle birlikte topyekûn bir saldırıya geçen ordu güçleri karşısında tutunamayan isyancılar gerisin geri Ağrı Dağı’na çekilirler. Ağrı Dağı’ndaki isyancıların ana karargâhından habersiz, plansız, hazırlıksız yapılan bu hareket sonrasında Geliyê Zîlan’da tam bir kıyım başladı. İsyandan haberi olmayan yaylalardaki onbinlerce kadın, çocuk ve köylerde kalan yaşlılar uçaklardan atılan bombalarla, top, makinalı tüfek, tüfek ve süngülerle katledildi. Köylerinden alınan zavallılar dere yataklarında topluca katledildi. Bu derelere halk, ‘Nevala Fedî- Utanç Deresi, Nevala Xeybe-Kayıplar Deresi’ gibi isimler verdi. Sağ kurtulabilenler sürgüne gönderildi.”
Köyler yakıldı, yıkıldı
İsyancılar kendilerinden kat be kat güçlü ordu karşısında geri çekilince katliam katmerlenir. Özbek, bu durumu şöyle anlatıyor:
“Zîlan bölgesine gelen isyancılar geri çekildikleri ve Zîlan bölgesi halkı isyana katılmadığı, hatta birçoğunun Ağrı Dağı’ndaki isyandan haberi olmadığı halde acımasız bir kıyım yapıldı. Kıyımın hazırlıkları da yukarıda anlattığım gibi önceden başlamıştı. Bu kıyımda kırkın üzerinde köy yakılıp yıkıldı, 15 binin üzerinde suçsuz, günahsız, masum ve mazlum çoğu çocuk, kadın, yaşlı insan öldürüldü. Yukarıda söylediğim gibi devlet kara kuvvetleri yanında İngiliz hükümetinin verdiği uçakları da kullandı.”
Cumhuriyet gazetesi, bu katliamda sonra ‘muhayyel kürdistan burada metfundur‘ diye bir çizim yayınladı. Geri kalan tümü de aynı idi. Özbek, Türk basınının tutumu hakkında şunları söylüyor: “Türk basınının o günkü haliyle bugünkü hali birebir aynı. Bugün ne yapıyorlarsa, nasıl davranıyorlarsa o gün de aynısını yapmışlar. ‘Asilere hadleri bildirildi’, ‘Devletin demir pençesi balyoz gibi başlarına indi’ gibi başlıklar gazete manşetleriydi.”
Bir mezar bile çok görüldü
A. Sırrı Özbek, romanın yazarken, katliamın gerçekleştiği bölgede geniş bir araştırma yaptı. Özbek, yaptığı bu araştırma sırasında kendisine anlatılan bir olayı unutmamış. Tıpkı Seyit Rıza, tıpkı Şeyh Said gibi mezar yerlerinin belli olmaması için halkın yaptığı bir duvarı askerler yıkmış. Özbek, o olayı şöyle anlatıyor:
“Hiç unutamadığım çok dramatik bir manzarayla karşılaştım. 12 Eylül Rejimi Afganistan’dan getirdiği bir kısım insanları, insandan arındırılmış ve yıllarca ‘Mıntıka-i memnu’ yani insanların girip çıkmasının, yaylalarına gitmesinin, sürülerini otlatmalarının dahi yasak olduğu Geliyê Zîlan bölgesinin en verimli arazileri onlara verilerek iskân edilmişler. Van gölüne dökülen bir ırmak kenarında büyük bir yerleşkeleri vardı. Irmağın bir yakasında kıyım günlerinde yüzlerce kişinin katledildiği küçük bir alanı gösterdiler. Yıllar sonra lehlerine verilen yargı kararlarıyla topraklarına dönen Zîlan halkından bazıları birçok yakınının, akraba ve köylüsünün katledildiği bu alanın etrafını bir metre yüksekliğinde biriket duvarla çevirmişler. Öldükleri yer belli olsun diye. Siz misiniz bunu yapan. Ertesi gün askerler cemselerle gelmiş, duvarı yerle bir etmiş, molozlarını da çuvallara koyup götürmüşler, izleri kalmasın diye. 15 binin üzerinde katledilmiş bu insanların cesetleri kurda kuşa yem olmuş. Bir mezarları bile yok. Yaşayan yakınlarının onların öldükleri yerleri hatırlamalarını bile istemiyor devlet. Belleklerinde geçmişe dair ne varsa silinsin istiyor.”