• İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
13 Temmuz 2025 Pazar
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
ABONE OL!
GİRİŞ YAP
Yeni Yaşam Gazetesi
JIN
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Yeni Yaşam Gazetesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Ana Sayfa Gündem Güncel

Tarihe tanıklık: Carpe diem

13 Temmuz 2025 Pazar - 00:00
Kategori: Güncel, Manşet
Tarihe tanıklık: Carpe diem

Sınırın öte yanında atmosfer değişiyor; her şey daha resmi, her şey daha erkek. O kadar erkek bir atmosferden ötürü zaten, Şikefta Casenê’de merdivenlerden inen Besê Hozat ve kadın yoldaşları başka bir atmosfer yaratıyor

M. Ender Öndeş

Yıllar önce, çalıştığım sosyalist dergiye (Sosyalist Barikat) yaptığımız bir İrlanda çevirisiyle cebelleşirken, bir noktada tıkanıp kalmıştık. Yazıda, ısrarla “6 Kontluk – 26 Kontluk” deyimleri geçiyor ve biz bir türlü anlayamıyorduk. Nihayet Yar Yayınları’ndan Nadiye Abla’nın ocağına düştük, o da bize “Bilal’e anlatır gibi” tarihsel olarak İrlanda’nın toplam 32 ‘kontluk’tan oluştuğunu ve IRA’nın sömürgeciler tarafından yaratılan “İrlanda Cumhuriyeti” ve “Kuzey İrlanda” ayrımını kabul etmediği için 6 Kontluk (Kuzey İrlanda) ve 26 Kontluk (İrlanda Cumhuriyeti) kavramlarını kullandığını anlattı. Yaklaşık 10 yıl önce Federe Kürdistan topraklarına geçerken bunları anımsamıştım, bu defa da aynı şey oldu. Sınır kapıları, pasaportlar, bir ülkeden diğerine geçiyorsunuz, vs. ama aslında geçmiyorsunuz. Başka bir ülke değil geçtiğiniz yer, tek bir ülkenin Güney parçası. Bütün o mühürlerin, kayıt kuyutların bir Kürt açısından meşruiyeti yok.

Ama yine de tam öyle olmuyor işte. Sınırın öte yanında atmosfer değişiyor birden; her şey daha resmi, her şey daha erkek ve her şey daha takım elbiseli. O kader erkek bir atmosferden ötürü zaten, Şikefta Casenê’de merdivenlerden süzülüp gelen Besê Hozat ve kadın yoldaşları başka bir atmosfer yaratıyor.

Tanıklar yollarda

Tarihi bir ana tanıklık etmenin heyecanı daha Amed’den yola çıkmadan sarıyor herkesi. Daha doğrusu tuhaf bir duygu karmaşası var herkeste sanki. Annelerin de gazetecilerin de herkesin devletle ve mevcut iktidarla ilgili deneyimleri var, kaygılar, güvensizlikler kol geziyor, diğer yandan insanlar bu defa artık umutlu olmak istiyorlar.

Sayı gittikçe artıyor bu arada, güvenlik nedeniyle özgür basının katılımı (bence ciddi haksızlık yapılarak) azaltılıyor, sonuçta 4 otobüs dolusu bir liste oluşuyor. Yola çıkılıyor nihayet ve 3 gün boyunca herhalde bu toprakların çok nadir gördüğü bir manzara ortaya çıkıyor. Bu taraftaki askerler de diğer taraftaki asayiş de yıllık izne çıkmışlar! Her noktada varlar ama hiç müdahale, kontrol yok. Eskort eşliğinde her yerden yağ gibi kayıp geçiyoruz. Zaten sınır kapısında Duhok Valisi bizi karşılıyor. Pasaport kontrolleri otomatik yapılıyor. Ne KDP cenahı, ne de YNK bu işte pürüz olmak istemiyor; özellikle YNK bu işin içinde olmaktan özel bir gurur duyuyor gibi ve gayet iyi bir organizasyona imza atıyor. Tören sahasındaki eksiksiz organizasyonun ne kadarı onların eseri bilmiyorum ama ciddiye alarak bu işin bir parçası olmak istedikleri kesin.

Bedeller ödenerek

Hewlêr’de Tören sahasına gidişte KDP de YNK’de işi biraz abartıyorlar; onlarca siyah minibüs ve çakarlı araba art arda dizilince hafiften bir mafya dizisi atmosferi oluşuyor ama huyları böyle, iş yapma biçimleri böyle, katlanıyoruz. Yol uzadıkça zaten oralara takmayı bırakıp yakınlaşan buluşmanın havasına giriyoruz. Bu arada gazeteciler ‘kimin geleceği’ üzerine türlü rivayetleri tartışıyor, gazetecilere kalsa bütün PKK-KCK yönetimini aşağı indirecekler ama öyle olmuyor elbette.

“Bunun için öldüler işte” diyor yolda konuştuğum Cihan Sincar. Karmaşık duygular içinde olduğunu gizlemiyor; eşi katledilmiş bir kadın olarak bugüne başka bir tarihsel anlam biçiyor. “Keşke daha önce olsaydı diyor musunuz” sorusunu yöneltiyorum; zorlanıyor biraz, “Olmazdı ki” diyor. “Bütün bunları bize hazırlamak için yaşadı onlar ve o yüzden öldürüldüler.” Törenden sonra herkes gözyaşlarına boğulmuş halde birbirine sarılırken bir amca da aynı şeyi söylüyor: “Çok bedeller ödedik ama bu da son ve en ağır bedel” diyor, silahların yakıldığı yere doğru bakarak.

‘Ağır bir vaka’

Anneler zaten bambaşka bir evren. Yeni o platforma çıkan 30 kişi aslında otuz kişi değil; oraya baktıklarında gazeteci olarak bizim gördüğümüzü değil kendi hayatlarını görüyor onlar, platformdaki her gerillanın yüzünde kendi yitirdikleri çocuklarından bir işaret var, her birini kendi çocuklarına benzetiyorlar, bunu anlamak da anlatmak da çok zor. Tören başlarken YNK görevlileri slogan ve alkış konusunda uyarıyorlar biraz ama onların zılgıtlarını kim tutabilir ki, kanyonun merdivenlerinde gerillalar görüldüğünde zılgıtlar, sloganlar kaplıyor ortalığı birden.

Gazeteci miyim neyim bilmiyorum ben. Mesleki bir yerden bakamıyorum hiç olaya. Duygular birbirine karışıyor daha doğrusu. Hayatımın hiçbir döneminde PKK’li olmadım, aynı düşüncelere de sahip değilim ama PKK sadece Türkiye’nin değil, benim gibi binlerce insanın da hayatının bir parçası oldu hep. O yüzden benim için de “ağır vaka” bu. İşin başından beri “analiz” yapmayı filan bir yana bırakıyorum. Carpe diem! Dilimde hep bu kelime var, bir türlü kopamıyorum bu sözcükten. Carpe diem, çeşitli yan anlamları olsa da, “anı yakala”, “anın tadını çıkar” gibi bir şey oluyor. Yani tamam, Erdoğan ne diyecek, AKP’ye ne kadar güvenilir, memleketin bir tarafında muhalefeti kırıp geçiren zihniyet öteki tarafta verdiği sözleri ne kadar tutar, ipleri tümden eline almış bir Erdoğan anlaşmaları ne kadar takar, hali hazırda devletin hangi çekmecesinde bir “İkinci Çökertme Planı” sırasını beklemektedir… Bütün bunlar herkesin zihninde olan şeyler. Kimle konuşsam aynı şey. İnsanlar bu iş olsun istiyor, umut ediyor ama bir yandan zihinlerin arka planında soru işaretleri kaynaşıyor.

Ama yine de carpe diem! Aç gözlerini ve ne görüyorsan onun tarihselliğini ve anlamını yakala diyorum kendime.

Yukarılardan geliş

Casane Mağarası denilen yer ilginç. Özel olarak teatral bir hava olsun denilmemiştir belki ama bu kendiliğinden var. Muazzam yükseklikteki yamaçların arasında bir kanyon aslında bu. Mağara yukarıda, bizim göremediğimiz bir yerde. Yanılıyor olabilirim ama sanki zaman zaman halkın gelip gittiği bir yermiş gibi görünüyor. Merdivenleri bir ara İtalyanlar yapmış ama birkaç ekleme de belki yeni yapılmıştır. Teatral hava, adeta kanyonun uç noktasına doğru uzanan bu merdivenlerden kaynaklanıyor. Öyle ki tek sıra olarak merdivenlerden inen gerillalar sanki meçhul bir evrenden geliyormuş gibi görünüyor.

Bir de tabii Ortadoğu semboller coğrafyası. Sembol olsun diye seçilmemiş, güvenlik esas alınmış olsa da mağaranın da özel bir anlamı var. 1923’te Şeyh Mahmud Berzenci’nin İngiliz ordusunun saldırı ve bombardımanına karşı Süleymaniye’yi terk ederek sığınak ve karargâh haline getirdiği mağara, gazetecilik açısından da mühim bir yer. Berzenci, buraya taşıdığı matbaa ile “Bangi Hak” adlı gazetenin ilk sayısını da çıkarıyor.

Böyle bir tarih ve coğrafyanın huzurunda bekliyoruz işte gelecekleri. Kimsenin yakıcı güneş altında kalmamasını sağlayan güneşlikler, devasa klima cihazları, tuvaletlerden ikram masalarına kadar titizlikle düşünülmüş ayrıntılar, annelerin tülbentleri Ahmet Türk gibi, Eşber Yağmurdereli gibi sembol isimler, Öcalan’ın resminin yansıtıldığı platform… Ve ayrıca kenarda bir yerde özel olarak hazırlanmış, adeta olimpiyat meşalesini andıran ‘silah yakma’ çanağı… Bu yakma fikri de ilginç. Ben olimpiyat ateşi dediysem siz Newroz Ateşi olarak da anlayın. Bir yandan kararlılığı, geri dönüşsüzlüğü simgeliyor ama bir yandan de Kürt tarihine göndermeler yapıyor.

Ve nihayet yukarıdan, Besê Hozat’ın öncülüğünde ip gibi dizilerek aşağıya doğru inmeye başlayınca kıyamet kopuyor. Herkes ayaklanıyor, alkışlar zılgıtlar, sloganlar… Onlarda ise hafif bir gülümseme ve selamlamadan öte bir şey yok. Askeri nizamı hiç bozmadan platformda yerlerini alıyorlar. Hozat ve Nedim Sever, Kürtçe ve Türkçe olarak açıklama metnini okuyorlar. Pek uzun kalmak niyetinde değiller. Sadece güvenlik endişesinden değil, işin mantalitesi öyle: Kısa, açık ve net! Sadece bitirirken Hozat, bütün bunların anlam ifade etmesi için hukuksal düzenlemelerin şart olduğunun altını çiziyor.

Tazî Çûn!

Sonra tören başlıyor. Çok silah delisi bir insan değilim. Silahı sevmek sevmemekle ilgili bir şey değil. Yaşaması da anlatması da çok zor. Tek tek geliyorlar ve yine o disiplin içinde silahlarını o dev çanağın içine özenle yerleştiriyorlar ama asıl can yakıcı olan şey, her birinin palaskalarını da çıkarıp ateşe atması oluyor. Böyle düşünen tek ben değilmişim, sonradan fark ediyorum, herkesi o palaskalar bölümü çok fena çarpmış. Çünkü o da gidince adeta bir çıplaklık hissi çıkıyor ortaya. Filmlerde olur ya hani, bazen oyuncular ellerini ne yapacaklarını bilemezler; silahtan sonra palaska da gidince elleri boşlukta kalıyor sanki. Ali Duran Topuz aktardı daha sonra yaşlı bir amcanın söylediğini: Tazî Çûn! “Çıplak gittiler” demekmiş. Ağır, çok ağır bir söz. Çarpılıyorum adeta, içime oturup kalıyor öylece. Yani tamam, o amca da beyaz tülbentli anneler de bu işin olmasını, barış gelmesini istiyorlar, evet ama çocuklarının birdenbire öyle savunmasız kalması, hepsinde bir burukluk yaratıyor. Gerillalar da öyle aslında. Tabii ki bir disiplin ve düzen içinde kararları uyguluyorlar ama küçük mimikler, palaskalarını çıkarırken yüzlerindeki hüzün… Yıllarca beraber olduğunuz, adeta gövdenizin parçası olmuş bir nesneden ayrılıyorsunuz. O bir nesne değil çünkü yalnızca. Evet, tamam, neticede araçlardan, cansız varlıklardan söz ediyoruz ama bunlar insanların hayatlarını koydukları bir büyük maceranın da adeta can taşıyan organik parçaları olmuş zamanla.

Tören alanında gözyaşı dökmeyen neredeyse yok. Birbirine sarılanlar, kenarda gizli gizli ağlayanlar… Çok tuhaf ama çok anlaşılabilir bir şey. Herkes tarihsel nitelikteki bir şeye tanıklık etmenin heyecanını yaşıyor, herkes bu işin sonunun iyiye gitmesini, bu adımın da iyiliğe vesile olmasını istiyor, bekliyor. Ama öte yandan silahın onca yıldır ifade ettiği şey sadece mermi ve kovan gibi mekanik nesnelerle açıklanabilecek bir şey değil; onca yıldır PKK’yi hiç sevmeyenler için bile bir ‘güvenlik’ duygusuna denk düşüyor, simgesel bir ‘güç’ ve ‘onur’ ilişkisi kuruyor milyonlarca insanda. Yaşlı bir amca kolumdan tutuyor, “Kurdî nizanım” diyorum, tercüman bulup geliyor. “Bak” diyor bana, “o masada oturanlardan biri, daha geçenlerde Ranya’da ölümün kıyısından döndü.” Kendi çocuğu da yaşamını yitirmiş, yüzünde acı bir ifade var ama konuşuyor yine de.

Anı yaşamak

Sonunda, bitiyor her şey. Ya da başka bir biçimde yeniden başlıyor. Tamam, çok net ve açık bir adım bu ama endişeler dönüş yolunda da sabit. Sonuçta, bir önceki ‘süreç’te “masa mı ne masası, benim haberim yok” diyebilmiş bir zihniyet var karşı tarafta. Demokrasi ve hukukun bütünsel bir diyalektiği var ve Erdoğan’da genel olarak bir demokratlaşma eğilimi gözlenmediği gibi, neredeyse seçimsiz bir rejimi özlediği, bu anlamda “Terörsüz Türkiye”den, “Muhalefetsiz Türkiye”yi anladığı açık. Öte yandan Rojava’da Şam hükümetinin acizliği koşullarda inşa edilen demokrasi hamlelerinin ‘şafak operasyonları’ koşullarında nasıl yaşanacağı, genel olarak demokratikleşmemiş bir Türkiye’nin bu oksijen alanını ne kadar genişleteceği; bunun aşağıdan hareketle yaratılmasının koşulları, olanakları, hepsi tartışma konusu.

Sonuçta, bütün bu işlerin nereye varacağı, Kürt hareketinin attığı adımların karşılığının ne kadar gerçekleşeceği hareketin kadrolarından sokaktaki Kürt amcalara kadar herkesin kafasında soru işaretleri olarak duruyor. Ama bu arada PKK’nin örgütsel varlığının feshi, politik / sosyal / kültürel varlığının ortadan kalkması anlamına gelmiyor; yani her ihtimale hazırlıklı olmak da bu işin doğasında var. Silah dediğin de Ortadoğu toprağında çok kolayca yetişebilen bir tarımsal ürün.

Carpe diem! Daha birçok şey konuşulabilir, binlerce endişe ve karşıt fikirler de dile getirilebilir. Ama şimdi ateş var; ateşin içinde yananlar var, kanyondan gelip yine ip gibi dizilerek kayalıkların ardında kaybolanların geride bıraktığı duygular var. Carpe diem, sadece bir eğlence mevzusu değil yani. Anı görmek, onu yaşamak, endişeleri ve kötü olasılıkları da içinde barındıran bir şey. Ne varsa o yani.

İlknur Birol geliyor yanıma alandan ayrılırken, başlık tüyosu veriyor: “Üç beş kilo hafiflediler ama tonla yük aldılar omuzlarına!”

Yaşayıp göreceğiz. Hep birlikte…

PaylaşTweetGönderPaylaşGönder
Önceki Haber

Jin Dergi’nin yeni sayısı yayında

Sonraki Haber

Özbek: Zîlan’da binlerce çocuk ve kadın katledildi!

Sonraki Haber
Özbek: Zîlan’da binlerce çocuk ve kadın katledildi!

Özbek: Zîlan’da binlerce çocuk ve kadın katledildi!

SON HABERLER

Êlih’te 139 halk toplantısında 25 bin kişiye süreç anlatıldı

Êlih’te 139 halk toplantısında 25 bin kişiye süreç anlatıldı

Yazar: Yeni Yaşam
13 Temmuz 2025

ÖHD Eş Genel Başkanı: Tören ve sürece ilişkin rapor hazırlayacağız

ÖHD Eş Genel Başkanı: Tören ve sürece ilişkin rapor hazırlayacağız

Yazar: Yeni Yaşam
13 Temmuz 2025

Orman kıyımının görüntüleri tahribatı gözler önüne seriyor

Orman kıyımının görüntüleri tahribatı gözler önüne seriyor

Yazar: Yeni Yaşam
13 Temmuz 2025

İHD Eş Genel Başkanı: Devletin bahanesi kalmadı, adım atmalı

İHD Eş Genel Başkanı: Devletin bahanesi kalmadı, adım atmalı

Yazar: Yeni Yaşam
13 Temmuz 2025

Tetwan Festivali coşkuyla sona erdi

Tetwan Festivali coşkuyla sona erdi

Yazar: Yeni Yaşam
13 Temmuz 2025

Şirnex’te 13 yaşındaki çocuğa cinsel taciz

Şirnex’te 13 yaşındaki çocuğa cinsel taciz

Yazar: Yeni Yaşam
13 Temmuz 2025

TJA’dan Xelfetî’de Türkmen kadınlarla süreç toplantısı

TJA’dan Xelfetî’de Türkmen kadınlarla süreç toplantısı

Yazar: Yeni Yaşam
13 Temmuz 2025

  • İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
yeniyasamgazetesi@gmail.com

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

E-gazete aboneliği için tıklayınız.

Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Tümü
  • Güncel
  • Yaşam
  • Söyleşi
  • Forum
  • Politika
  • Kadın
  • Dünya
  • Ortadoğu
  • Kültür
  • Emek-Ekonomi
  • Ekoloji
  • Emek-Ekonomi
  • Yazarlar
  • Editörün Seçtikleri
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Karikatür
  • Günün Manşeti

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır