Bugün her zamankinden daha çok ihtiyacımız olan şey şudur: Hem düşünen hem hisseden, hem sorgulayan hem de umut eden bir yaşam anlayışı. Ve biz bu yaşamı sadece istemiyoruz, onu inşa ediyoruz. Her adımda, her cümlede, her kalp atışında
Sevcan Kadiroğlu \ Jineolojî’nin Sözü
Bir halkın duygusu ve yönelimi çoğu zaman fikirlerle değil, o fikirleri taşıyan kişilerle anlam bulur. Bu nedenle bir liderin toplumu etkileyen yönü yalnızca teorik düşüncelerle sınırlı kalmaz; aynı zamanda halkın kalbine, duygularına, yaşantısına değmesiyle güç kazanır. Abdullah Öcalan’la Kürt halkı arasında kurulan bağ, tam da bu noktada dikkat çekicidir: Bu bağ yalnızca politik bir ortaklık değil, aynı zamanda bir duygudaşlıktır, bir yaşam ortaklığıdır.
Geçmişte Öcalan’ın düşünsel yönelimi ulus-devlet fikrine yakındı. 20. yüzyılın hâkim siyasal aklı, bağımsızlığın ve özgürlüğün ancak kendi devletini kurmakla mümkün olabileceğine inanıyordu. Bu bağlamda Kürt halkı da tarihsel olarak bastırılmışlığın karşısında bir ulus-devlet hayaliyle duygusal bir bağ kurdu. Ancak zaman içerisinde bu paradigmanın hem Kürt halkı için hem de bölgedeki diğer halklar için yeni bir çözüm üretmediği görüldü. Devletleşme daha fazla parçalanma, otoriterleşme ve çatışma doğurdu.
İşte bu noktada Abdullah Öcalan’ın düşünsel evrimi tarihsel bir kırılmayı da beraberinde getirdi. Ulus-devletçi çizgiden kopuşu, yalnızca teorik bir geri çekilme değil, aynı zamanda halkın duygu dünyasını da dönüştüren bir çağrı haline geldi. Kapitalist modernitenin ve ulus-devlet sisteminin sunduğu “iktidar”, “güç”, “sınır” gibi kavramlar yerine; “demokrasi”, “toplumsallık”, “ekolojik denge” , “komünal yaşam” ve “kadın özgürlüğü” gibi toplumsal ihtiyaçları karşılayan kavramlarla, tarihin son sistemi sanılan kapitalist modernitenin tam karşısına demokratik moderniteyi koymuştur .
Bu dönüşüm Kürt halkının sadece aklında değil, yüreğinde de büyük bir yankı buldu. Bugün halk, Abdullah Öcalan’ın ortaya koyduğu paradigmayı sadece bir düşünce olarak değil, bir yaşam biçimi olarak içselleştiriyor. Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği yaşam paradigmasına halk da ortaklık ve yoldaşlık ediyor. Onun özgürlük çizgisi, savaşların, yıkımların, göçlerin ortasında savaşsız ,sömürüsüz yeni bir yaşamın mümkün olduğunu gösteriyor
Öcalan’ın İmralı’daki 26 yıllık ağır tecrit koşullarına rağmen hâlâ milyonlarca insanın duygu dünyasında bu kadar güçlü yer edinmesi tesadüfi değildir. Onun yalnızca bir politik aktör değil, aynı zamanda bir halk filozofu olarak algılanmasının nedeni de budur. Orta Doğu gibi büyük acıların, tarihsel kırılmaların ve parçalanmışlığın hüküm sürdüğü bir coğrafyada barışı, kadın özgürlüğünü ve demokratik ortak yaşamı savunmak büyük bir cesaret ve inanç gerektirir.
Bugün Kürt gençlerinin ezici çoğunluğu Öcalan’ın düşüncelerinde kendini buluyor. Kadınlar, onun kadın özgürlüğüne verdiği önemi kendi yaşam mücadelelerinin merkezine koyuyor. Ekoloji hareketleri, doğayla uyumlu yaşam çağrısını sahipleniyor. Ve bu sahiplenme yalnızca düşünsel bir kabul değil, bir duygu biçimi, bir yaşam alışkanlığı haline geliyor. Halkın kendini bir bütün olarak bu paradigma ile tanımlaması, onun dönüştürücü gücünün en açık göstergesidir.
Öcalan’ın liderliği, klasik anlamda emir veren, yöneten bir figür olmaktan çok uzaktır. O, halkla birlikte düşünen, birlikte hisseden, birlikte yaşayan bir önderlik tarzı ortaya koymuştur. Bu yüzden halkın ona bağlılığı, kör bir sadakat değil; bilinçli, duygusal ve tarihsel bir ortaklıktır.
Bugün Orta Doğu’da yaşanan krizlere baktığımızda -Filistin’de süren işgal, Suriye’deki parçalanma, Irak’taki istikrarsızlık, İran’da halkın bastırılması- tüm bunlara karşı güçlü bir alternatif modelin inşasına şahit oluyoruz. Bu model, Abdullah Öcalan’ın savunduğu demokratik konfederalizm düşüncesiyle ete kemiğe bürünüyor. Bu model ile halklar kendi yerellerinde özgürce örgütleniyor, kadınlar öncülük ediyor, ekolojik yaşam esas alınıyor, güç merkezileşmek yerine toplumun tümüne yayılıyor.
Kürt halkı için bu yeni yaşam biçimi, sadece bir politik duruş değil, aynı zamanda duygusal bir iyileşme, tarihsel bir onarma sürecidir. Öcalan’ın fikirleri etrafında oluşan bu duygusal birliktelik, halkın geçmiş yaralarını onarmasını, geleceğe umutla bakmasını sağlıyor. Kin, öfke ve intikam gibi duygular yerini barışa, birlikte yaşama iradesine ve onurlu bir geleceğe bırakıyor.
Tam 52 yıldır bu halk zulme karşı yalnızca direnmedi, aynı zamanda hayal etti, umut etti, yarattı. Direnişini bir demokrasi şölenine, bir özgürlük baharına dönüştürdü. Ve bu sürecin tam kalbinde, halkının acısını hisseden, onunla birlikte düşünen, onunla birlikte hisseden bir önderlik vardı: Abdullah Öcalan. O’nun halkla kurduğu bağ, sadece düşünsel bir bağ değil, yürekten kurulan, gözyaşıyla yoğrulmuş, emekle büyütülmüş bir bağdır.
Ben bu yürüyüşe yüreğiyle katılmış bir Kürt kadını olarak şunu biliyorum: Bu çağrı, yalnızca bir siyasal tercih değildir. Bu, vicdanın çağrısıdır. Onurlu bir yaşamın, eşit bir geleceğin, özgür bir kimliğin çağrısıdır. Bu çağrı, sadece aklı değil, kalbi de ikna eder. Çünkü halkına inanmış bir önderliğin ve önderliğine güvenmiş bir halkın yarattığı bu bağ, insan olmanın en derin haliyle ilgilidir.
Bugün her zamankinden daha çok ihtiyacımız olan şey şudur: Hem düşünen hem hisseden, hem sorgulayan hem de umut eden bir yaşam anlayışı. Ve biz bu yaşamı sadece istemiyoruz, onu inşa ediyoruz. Her adımda, her cümlede, her kalp atışında.
Ve biz şunu hep söyledik, şimdi bir kez daha söylüyoruz: Yolu açan sensin, yürüten sensin. Halkın yüreğine cesaret veren, karanlığın içinden umudu büyüten sensin.
Kudretine şükürler olsun.