MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, 1 Ekim 2024’te TBMM’de DEM Parti grubu ile tokalaşmasıyla başlayan ve yine 22 Ekim 2024’te MHP’nin meclisteki grup toplantısındaki açıklamalarıyla kamuoyuna yansıyan Kürt ulusal sorunu merkezli gelişmelerin yaşandığına tanık oluyoruz. Kamuoyuna yönelik doğrudan bir bilgilendirme yapılmadığı ve dahası konuya dair gelişmelerin yaşandıktan sonra duyurulması nedeniyle yorum yapmanın zorlukları ortadadır.
Bu tür süreçlerin daha önceden de yaşandığını ve hem TC devleti hem de Kürt ulusal hareketinin pratiğine tanık olduğumuzdan var olan ancak adı konmayan bu sürece dair genel bir değerlendirme yapmak mümkündür. TC devleti tarafından “Terörsüz Türkiye” olarak propaganda edilen; Kürt ulusal hareketi tarafından ise “Barış ve Demokratik Toplum” mücadelesi olarak adlandırılan bir süreçle karşı karşıya olduğumuz anlaşılmaktadır.
Gelinen aşamada TC devletinin bu politikasının, yeni bir emperyalist paylaşım savaşının işaretlerinin arttığı ve özellikle Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerden bağımsız olmadığı açıktır. TC devletinin içerde ve dışarda yaşadığı sıkışmışlık hali, 26 yıl boyunca İmralı’da tecrit altında tuttuğu Abdullah Öcalan’la görüşme yapmasını zorunlu kılmıştır. Kısaca TC devleti açısından ortada Kürt meselesini çözme amacı (ki böyle bir sorunun varlığı kabul edilmemektedir!) ve dahası bir “demokrasi” sorunundan çok uluslararası ve bölgesel düzeyde yaşanan gelişmelerin zorlamasıyla atılan bir adımdan söz etmek gerekir. Bütün o “bin yıllık kardeşlik”, “kucaklaşma”, “barış” söylemlerinin TC devleti açısından bir kıymeti harbiyesi bulunmamaktadır.
Nitekim bütün o hamasi nutuklara rağmen TC devleti tarafından meselenin çözümüne dair bir adım atılmamıştır. Öte yandan A.Öcalan’ın ifadeleriyle “kendisi ve devlet yetkilileriyle” yapılan görüşmelere paralel olarak, A.Öcalan’ın 27 Şubat 2025 tarihli “Barış ve Demokratik Toplum” başlıklı çağrısının ardından PKK, 5-7 Mayıs 2025 gerçekleştirdiği Olağanüstü 12. Kongre ile kendini feshettiğini ve silahlı mücadeleyi sonlandırdığını ilan etti. 9 Temmuz 2025 tarihinde İmralı Hapishanesi’nden bir video mesajı yayınlandı. Ardından kendini “Barış ve Demokratik Toplum Grubu” olarak tanımlayan bir grup PKK gerillası, 11 Temmuz 2025 tarihinde Irak Kürdistanı’nda silahlarını yakarak imha etti. Bu anlamıyla Kürt ulusal hareketi cephesinden verdiği sözlerin yerine getirildiği söylenebilir.
Kısaca Kürt ulusal hareketi, liderliğinin inisiyatifiyle paradigmasını bir kez daha değiştirerek “demokratik toplum mücadelesi” vereceğini ilan etmiş ve vermiş olduğu sözlerin arkasında durmuştur. Kürt ulusal hareketi sözcüleri tarafından yapılan açıklamalarda, atılan adımların karşılık bulabilmesi için yasal düzenlemeler yapılması gerektiği defalarca ifade edilmiştir.
TC devleti ise bırakalım yasal düzenleme yapmayı, herhangi bir yasal düzenleme yapmaksızın atabileceği adımları dahi atmamıştır. Örneğin infaz düzenlemesi adı altında binlerce adli tutsağı tahliye ederken, hapishane koşullarında ağır sağlık sorunları yaşayan tutsakları serbest bırakmamıştır. Yine AİHM ve kendi Anayasa Mahkemesi kararlarına rağmen rehin tuttuğu siyasetçileri rehin tutmaya devam etmektedir. Önümüzdeki günlerde yasal düzenleme gerektirmeyen, halihazırda kendi yasalarının uygulamakla çözülebilecek kimi adımların atılması muhtemel olmakla birlikte, bu tür adımların meselenin çözümü için yeterli olmayacağı açıktır.
TC devleti meseleye kendilerinin deyimiyle “bir devlet ciddiyetiyle” yaklaşmamaktadır. Sorun gerçekten çözülmek istenseydi, hızlıca yasal düzenlemeler yapılabilirdi. Nitekim Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan uzunca bir süre süreci dair mesafeli durduktan sonra yaptığı açıklamada; “İlk adım olarak TBMM’de bir komisyon kuracak, sürecin yasal ihtiyaçlarını konuşmaya başlayacağız” ifadelerini kullanmıştır. Türkiye siyasetinde “bir işi komisyona havale etmek” demek o işi sürüncemede bırakmak ve sonucunu geciktirmek anlamında kullanılmaktadır. Bunun sayısız örneği vardır.
Meseleyi gerçekten çözmek isteyenin elini tutan yoktur. Dahası A.Öcalan bir komployla tutuklandığında da sorunu çözmek için muhatap aramış ancak bir karşılık bulamamıştır. Aradan geçen yarım asır sonra TC devletinin Kürt ulusal sorununun çözümünde dair bir adım atacağı beklentisi içinde olmak, devletin üzerinde yükseldiği zemin ve niteliği gereği gerçekçi değildir. O bilinen ifadeyle hayatın olağan akışına terstir.
Ancak yine de TC tarihinde yarı sömürge yapısına uygun olarak dış koşulların zorlamasıyla atılan çeşitli adımlar vardır. Örneğin uzak tarih olarak “çok partili sisteme geçiş”, yakın tarih olarak AB üyeliği meselesi nedeniyle yapılan yasal düzenlemeler vb. gibi. Bu anlamıyla kimi adımların atılması söz konusu olabilir ancak bu adımların Türkiye toplumuna bir demokrasi getirmediği ve getirmeyeceği açıktır.
Coğrafyamızda demokratik hakların kazanımı ancak ve ancak kitlelerin mücadeleleriyle kazanılmıştır. İlk fırsatta da hâkim sınıflar bu kazanımları ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Demokrasi ancak ve ancak kitlelerin mücadelesiyle sağlanabilir. Demokratik haklar için mücadele etmeden bir kazanım olacağını düşünmek gerçekçi değildir.