Yapılan saldırılara bakıldığında; Ermeni halkına yapılan katliamda kullanılan kışkırtıcı, paravanlaştırıcı taktiklerin bir tekrarından ibarettir. Bugün hedefte Dürzi halkı var. Aynı senaryo, farklı halklar ve değişmeyen failleri akla getiriyor…
Doğan Cihan
13 Temmuz tarihinde, Suriye Geçici Cumhurbaşkanı Ahmed El Şera’nın talimatları doğrultusunda, çeşitli silahlı gruplar (DAİŞ, HTŞ, SMO, El Kaide ve diğer radikal örgütler) Arap ve Bedevi aşiretler ile Suriye Savunma Bakanlığı çatısı altında Süveyda kentine yönelik saldırılar başlattı. Süveyda kenti Suriye’nin güneyinde ve Dürzi halkının anayurdu olarak biliniyor. Fakat yüzyıllardan bu güne Dürzi halkı, Müslüman ve Arap aşiretleriyle birlikte yaşıyor.
Kısa sürede Süveyda Askeri Meclisi savaşçıları ile saldırgan gruplar arasında yoğun çatışmalar yaşandı. Ahmed El Şera tarafından ülkede “seferberlik ve cihat” çağrısı yapıldı ve farklı kentlerden milis güçleri Süveyda’ya yönlendirildi. Bu yönlendirme ile Suriye’nin dört bir yanından on binlerce çete Süveyda’ya saldırıya geçti.
15 Temmuz’a gelindiğinde saldırgan gruplar kente nüfuz etmeyi başardı. Süveyda’da yaşanan olaylar sonucunda sivillere yönelik Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR) tarafından yayınlanan raporda en az 940 kişinin öldüğünü, 4’ü çocuk ve 4’ü kadın 406’sının Siweydalı olduğunu, Sehwa Belata beldesinde 19 kişinin katledildiğini vurguladı. Rapora göre Bedevi aşiretlerinin 18 üyesi, Suriye geçiş hükümetinin Savunma Bakanlığı ve Genel Güvenliği’nin 330 üyesi öldü. Raporda mezhep çatışması riskinin arttığı ve mülteci ailelerin yerlerinden edilebileceği yönünde uyarıda bulundu.
Dürzi halkına karşı geçmişte de yaşanmış ve toplumda travmatik etkiler yaratarak bazı onur kırıcı eylemlerin tekrarlandığına dair bilgilerin kamuoyuna yansıdığı görüldü. Yansıyan bu onur kırıcı eylemlerin daha önce Türkiye’de yaşanmış ve raporlanmış olması aslında Süveyda’da Türkiye’nin olabileceği ihtimallerini düşündürüyor. Böylelikle Dürzi halkına geliştirilen soykırımın nasıl, nerede planlandığını ve kimlerin destek verdiği gibi sorulara cevap bulmak zor olmuyor. Bu bağlamda bazı gözlemciler, bölgeye yönelik sistematik şiddetin arka planında çok aktörlü bir stratejinin bulunabileceğini ifade ediyor.
Bu temelde Süveyda kentinde çeteler tarafından Dürzi halkına karşı yaptığı somut iki onur kırıcı eylem vardı: Dürzi halkına yönelik yürütülen son saldırıların ardında yalnızca radikal örgütler değil; çok daha köklü ve sistematik bir zihniyetin yattığı kamuoyuna yansıyanlardan görüldü. 1980 askeri darbesi sırasında Türk ordusunun Alevi ve Kürt erkeklere uyguladığı “bıyık kesme” gibi aşağılayıcı durumlar, bugün Süveyda’da Dürzi halkına karşı yeniden sahneye konuluyor. Süveyda’da gerçekleşen katliamlar öncesi çetelerin Dürzi şeyhlerinin, Dürzi inancına mensup erkeklerin bıyıklarını kesen görüntüler ve fotoğraflar El Şera’ya yakın medya tarafından servis edildi.
Çeşitli kaynaklarca Süveyda’daki olayların özellikle Türkiye’de 1980 askeri darbesi döneminde Alevi ve Kürt vatandaşlara uygulanan aşağılayıcı yöntemlerle benzerlik kurularak, uluslararası düzlemde daha karmaşık aktörler tarafından yönlendirildiği iddiaları öne sürüldü.
“Arap kabileleri” adı altında faaliyet gösteren bazı grupların aslında DAİŞ, HTŞ ve Geçici Cumhurbaşkanı Ahmed El Şera ile bağlantılı olduğu yönündeki analizler, bu yapının koordinasyonuna dair kapsamlı soruları beraberinde getirmektedir.
Ahmed El Şera’nın bu gruplarla ilişkileri ve bazı bölgesel aktörlerle bağlantıları sıklıkla tartışılmaktadır. Öne çıkan değerlendirmelere göre, bu saldırıların planlanması ve uygulanma biçimi, psikolojik harp unsurlarını da içeren geniş ölçekli stratejilere işaret edebilir.
“Arap kabileleri” adı altında faaliyet gösteren bazı grupların aslında DAİŞ, HTŞ ve Ahmed El Şera ile doğrudan bağlantılı oldukları günlerdir yaşanan pratiklerden gözler önüne seriliyor.
Bölgedeki olayların planlanma süreci ve uygulama biçimi, çok aktörlü ve stratejik bir yapı izlenimi vermektedir.
Yapılan saldırılara bakıldığında; Ermeni halkına yapılan katliamda kullanılan kışkırtıcı, paravanlaştırıcı taktiklerin bir tekrarından ibarettir. Bugün hedefte Dürzi halkı var. Aynı senaryo, farklı halklar ve değişmeyen failleri akla getiriyor…
16 Temmuz’da İsrail Ordusu çetelerin Süveyda’dan çekilmemesi üzerine başta Süveyda ve Şam olmak üzere çetelere, konvoylara, ağır silahlara, askeri noktalara ve Savunma Bakanlığını hedef alan hava saldırıları gerçekleştirip, çetelerin Süveyda’dan çıkmasını sağladı. Bunun üzerine Suriye’nin her yerinde Dürzilere nefret söylemleri ile cihat çağrıları yapılıp, katledilmeleri gerektiği yönünde eylemler yapıldığı kamuoyundan takip edildi. Bu temelde çeteler tekrar saldırı için harekete geçti. Ve saldırılar tekrar başladı. Çeteler, saldırılarda sıkça Kuran-ı Kerimi esas alması üzerine şu belirtilebilir; Kur’an’ın “düşmanınızı ele geçirdiğinizde aşağılamayın” buyruğu, bu saldırgan zihniyetin din ve insanlıkla bağdaşmadığını gösteriyor. Bu yüzden yaşananlar bir iç çatışma değil; etnik ve inanç temelli yok etme politikasıdır.
Süveyda’da yaşananları tarihsel bağlamda değerlendirip, bu saldırıların arkasındaki asıl mimarları teşhir etmek herkesin sorumluluğudur. Aşağılama bir araç değil, suçtur. Bu suçun belgelenmesi, ifşa edilmesi, adaletle buluşturulması gerekir. Bu saldırılarla birlikte bir kez daha Suriye’deki durumun çok yönlü, çok aktörlü özellikle de Türkiye faktörünün önemli bir baskı ve etkisi olduğu ihtimalini kuvvetlendiriyor.