“Gerçeği söylemek devrimci bir eylemdir” (Alain Mabanckou)
Bir toplumsal formasyonun başarısı düne göre bugün neye sahip olduğuyla değil, fakat karşı karşıya olduğu sorunları çözebilme yeteneğiyle ölçülür” (Paradigmanın İflası s. 25.)
Neden bu kadar kolay yönetebiliyorlar, manipüle edebiliyorlar, aldatabiliyorlar? Cumhuriyetin ilanına giden süreç de dahil, geride kalan dönemde emekçi kitleler siyasi sürece etkili müdahale edemedi… Rejim ‘kazanılmış haklar’ temelinde değil, “verilmiş haklar” temeli üzerinde yol aldı… Bütün bu zaman zaman zarfında ‘kutsal devlet’ emekçi halk kitleleri tarafından gelen hiçbir demokratik talebe olumlu cevap vermedi… Herhalde ‘eğer o yol açılırsa, kimin geçeceği belli olmaz’ diye düşünüyorlardı…
Kaldı ki, geride kalan yüz yılın yarısında (1923-1950) ve (2002-2025) tek parti iktidarı söz konusuydu. Öteki yarısında da on yıllık aralıklarla darbeler rotayı belirledi, siyaseti dizayn etti… Bağnaz resmî tarih ve resmî ideoloji rejimin niteliğinin tartışılmasını, anlaşılmasını engelledi… Osmanlı’nın tebası, padişahın kulu, bir cumhuriyetin yurttaşı olamadı… Yöneten-yönetilen ilişkisinin mahiyetinde kayda değer bir değişiklik olmadı… Sahnelenen sahte ‘demokrasi oyununun’ da bir gerçekliği yoktu… Seçimler kitleleri aldatmanın, oyalamanın aracıydı… Siyasi partiler devlet partisiydi… Hiçbir zaman ‘seçilenler’ ‘seçenleri’ temsil etmedi… Emekçi sınıfın parti kurmasına ya izin verilmedi ya da bir şekilde önü kesildi… Siyaset profesyonel politikacıların işi olmaya devam ettikçe başka türlü olabilir miydi?.. Esasen bizde siyaset, bütçeyi hazineyi ve müşterekleri (herkesin olan, olması gereken doğal yaşam kaynakları ve alanları) yağmalanın, talan etmenin aracıdır… Lâkin, 23 yıllık iktidarında, İhvancı AKP bütün rekorları kırdı… Eğer bu yağma ve talan vakitlice durdurulamazsa, geriye kurtarılacak pek bir şey kalmaya bilir…
İnsanlar ‘ilerleme’, ‘kalkınma’, ‘büyüme’, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkma retoriğiyle aldatıldı, oyalandı… Oysa, kapitalizm dahilinde ekonomik büyüme eşittir kalkınma diye bir kesinlik yoktur… Aslında söz konusu olan sermayenin büyümesidir… Yüksek oranlı büyüme dahi çoğunluğun yaşam koşullarının “iyileşmesi” anlamına gelmez… Kapitalizm dahilinde ekonomik büyüme, ücretli emek sömürüsü, karşılığı ödenmeyen (bedava) kadın emeği sömürüsü, doğa yağma ve talanıyla yol alıyor… Ne demek istediğimi görmek için AKP iktidarı döneminde yapılanları hatırlamak yeter…
“Azgelişmişliğin Sürekliliği”, “Paradigmanın İflası” kitaplarımda, daha sonra yazdığım kitaplarda, makalelerde, bu yolun neden bir çıkmaz yol olduğunu, neden paradigmayı değiştirmek gerektiğini anlatmaya çalıştım… Neden kapitalizm dahilinde bir gelecek olmadığına odaklandım. Kapitalizm fıtraten insana, canlıya, topluma ve doğaya zarar vermeden yol alamayan netameli bir sistemdir… Dolayısıyla, kapitalizm dahilinde bir gelecek olmadığının bilinmesi ve gereğinin yapılması gerekiyor…“Muasır Medeniyet” denilen de kapitalizmdir, kolonyalizmdir (sömürgecilik), emperyalizmdir. Kapitalist dünya sistemi dahilinde “azgelişmiş” denilen bir ülkenin emperyalist ülkeler gibi olması, onları yakalaması asla mümkün değildir… Zira hiyerarşik, piramidal bir yapılanma olan Kapitalist dünya sisteminde aşağıdakilerle yukardakiler arasındaki ilişki sömürü, bağımlılık, hakimiyet, tabiyet ilişkisidir… Sürekli olarak, aşağıdakilerden yukardakilere, yoksul ülkelerden zengin ülkelere kaynak transferi söz konusudur… Başka türlü söylersek, Birilerinin zenginliği, “refahı”, başkalarının yoksullaşması, sefalet ortamına sürüklenmesiyle mümkündür… Aynı her bir kapitalist ülke dahilinde de olduğu gibi… Kapitalizm dahilinde birilerini yoksullaştırmadan başkalarını zenginleştirmek mümkün değildir… Birileri öyle olduğu için diğerleri böyledir… Aynı Bertholt Brecht tahterevalli şiirindeki gibi…
“Ve şimdi görüyorsun açıkça;
Bu bir tahterevalli tahtası
Bütün düzen bir tahterevalli aslında
İki ucu birbirine bağımlı
Yukardakiler durabiliyor orada,
Sırf ötekiler durduğunda aşağıda…”
Velhasıl birilerinin, bir sınıfın zenginliği, başkalarının (üretim ve yaşam araçlarından yoksun edilmiş geniş halk kitlelerinin) yoksullaşması, doğanın aşındırılmasıyla mümkün oluyor.
O halde bir ‘huruç hareketine’ ihtiyaç var. Başka türlü söylersek kapitalizmden kopuş (déconnection) olmadan bir gelecek yok… Ve bu da insan iradesini aşan bir şey değil… Eğer soruyu sorabilecek yüksekliğe çıkarsanız, cevaba yaklaşmanız da potansiyel bir olasılık haline gelir…
Kapitalizmin her ileri aşaması, sadece daha çok şeyleşme, nesneleşme, paralılaşma değildir… Aynı zamanda etik yozlaşma, ahlâkî çürüme de demektir. Etik değerlere, ahlâkî değerlere yabancılaşmadır… Etik sınır demektir, potansiyel olarak yapılabilir olandan sakınmaktır… Oysa kapitalizm, aşrılıkla, ölçüsüzlükle malüldür… Sınırsız büyüme, genişleme, yayılma eğilimine ve dinamiğine sahiptir…
Şimdilerde kapitalist dünya sistemi yeni değer, fazla değer, artı-değer yaratmakta zorlanıyor. Doğa yağma ve talanını derinleştirerek yol alabiliyor. Açlıkla, yoksullukla, sefaletle bir şekilde başa çıkılabilir ama doğa tahribatı belirli sınırı geçtiğinde, doğanın dengeleri bozulduğunda, canlı yaşam tehlikeye girdiğinde artık geri dönüşü olmayan eşik de aşılmış demektir…
Siyasetin gündemi toplumun temel sorunlarına külliyen yabancılaştı… Ekolojik sorunu ıskalayan bir anlayış intihara hoş geldin-safa geldin demek anlamına geliyor… AKP iktidarı vakitlice defedilemezse geri dönüşü olmayan eşiğe daha çok yaklaşmak kaçınılmaz olacak… Velhasıl eski anlayışla, bildik yöntem ve araçlarla, verili siyaset tarzıyla bu çöküş tablosundan çıkmak mümkün değil… Boşuna ne ile cebelleştiğini bilmek önemlidir denmemiştir…
Geçtiğimiz günlerde, bütün haklı itirazlara rağmen, tam bir felaket, demek olan zeytinlik, ormanlık ve tarım alanlarını madencilik faaliyetine açan, “süper talan yasasının” kabulü, neyin amaçlandığının kanıtı…
Tatlı sular kesildiğinde, nehirler, göller kuruduğunda, ormanlar yok olduğunda, arılar, kırlangıçlar, leylekler öldüğünde, “kuraklık yerli bir kral gibi toprağımızdan geçtiğinde…” hala “kalkınma”, “büyüme”, “ilerleme”, “muasır medeniyeti yakalayıp üstüne çıkma, nurlu ufuklar… şarkısını söylemeye devam edilebilecek mi?
Artık vakitlice siyaset yapma tarzını değiştirmek gerekiyor… Zira, siyasetin gündemi toplum sorunlarına teğet geçiyor… Sadece sürücüyü değil, aracı da değiştirmek gerekiyor… Eğer geç kalınırsa, geriye kurtarılacak pek bir şey kalmayabilir…