Kürt halkının kolektif iradesini, parçalı değil, bütüncül bir stratejiyle yansıtabilmesi gerekmektedir. Böylesi bir yaklaşım, yalnızca Kürt sorununa çözüm değil, aynı zamanda Ortadoğu’da kalıcı barış ve demokratik dönüşümün de önünü açacaktır. Demokratik Ulus paradigması, bu yolda hem iç dinamikleri hem de dış diplomatik süreçleri yeniden şekillendiren anahtar bir kavram olarak ortaya çıkmaktadır
Sinan Cudi
Yeni jeostratejik düzenin temel karakteri, aslında eskinin sömürgeci paylaşım mekanizmalarını daha esnek ama bir o kadar da “merkezsiz” bir tahakkümle ikame etmesidir.
ABD’nin “ağ merkezli hegemonya”sı, İsrail’in istikrarsızlık stratejileri, Körfez sermayesinin lojistik-politik yatırımları ve Çin’in uzun vadeli ekonomik nüfuzu Ortadoğu’nun her alanını bir tür yeni tür politik mühendisliğe tabi tutmaktadır.
Bu yeniden yapılandırma sürecinde Kürtler hem belirleyici bir aktör hem de denetim altına alınması gereken bir güç olarak görülmektedir. Bu çelişkili durum, Kürt sorununu klasik milliyetçilik paradigmasının ötesine taşıyan ve demokratik çözüm perspektifini daha güncel kılan bir kırılma noktası yaratmaktadır.
Kürtlerin yaşadığı dört ülkede (Türkiye, İran, Irak, Suriye) yaşanan siyasal krizler, Kürt halkının jeopolitik bir çözüm anahtarı haline gelmesini beraberinde getirmiştir:
Irak Kürdistanı, ABD ve Körfez blokunun İran’a karşı denge unsuru olarak değerlendirilmektedir. Ancak iç siyasi bölünmüşlük ve KDP’nin merkezi ittifaklara eklemlenme eğilimi, bu potansiyeli kısıtlamaktadır.
Rojava, hem Türkiye’nin güvenlik stratejisinin merkezinde hem de ABD’nin Suriye’ye dair angajmanının en güçlü zemini olarak öne çıkmaktadır. Özerk Yönetim’in istikrarı, hem Kürt sorununun demokratik çözümüne dair pratik imkanlar sunmakta hem de bölgedeki çok aktörlü çekişmenin odak noktası haline gelmektedir.
İran Kürdistanı (Rojhilat), Jin, Jîyan, Azadî eylemleriyle merkezileşen bir halk muhalefetinin simgelerinden biri olmuş, bu da İran rejiminin hem baskı dozajını artırmasına hem de dış güçlerin Kürtler üzerinden İran’ı sıkıştırma potansiyelini gündeme getirmesine neden olmuştur.
Türkiye Kürdistanı ise Önder Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat 2025 tarihli Barış ve Demokratik Toplum çağrısıyla birlikte yeniden iç siyasetin temel belirleyeni haline gelmiştir. Kürt meselesinde paradigmatik dönüşüm yaratma potansiyeli taşıyan bu çağrı, aynı zamanda bölgedeki yeni güç mimarisinde Kürtlerin demokratik özne olarak var olma imkanlarını genişletmektedir.
Yeni jeostratejik dönemde Kürt sorunu için beliren en önemli fırsatlardan biri, bölgesel çözümsüzlüğün uluslararası alanda kabul görmemesi ve Kürt aktörlerin kendi aralarında ulusal bir uzlaşmaya yönelme zorunluluğudur.
Bu bağlamda:
ABD ve Avrupa nezdinde Kürtlerin askeri olduğu kadar siyasal olarak da bir aktör olarak kabul görmeye başlaması; Demokratik Ulus paradigmasının, kimlik temelli ayrışmalar yerine çoğulcu ve kapsayıcı bir toplumsal inşa önerisiyle küresel destek bulma ihtimali; Kürt gençliği ve kadın hareketinin yaygınlaşan sivil dinamizmi, demokratikleşmenin taşıyıcısı olarak yeni bir toplumsal zemin kurma potansiyeli yaratmaktadır.
Buna karşın, bu potansiyelin açığa çıkabilmesi için bölgesel Kürt hareketlerinin birbirine karşı değil, birbirini tamamlayan stratejiler geliştirmesi ve dış müdahalelere karşı kolektif siyasal öz savunma mekanizmaları kurması gereklidir.
Çünkü her ne kadar demokratikleşme için fırsatlar doğmuş olsa da, yeni jeostratejik düzen aynı zamanda Kürtler açısından çeşitli tehditleri de bünyesinde barındırmaktadır:
Güvenlik-ticaret eksenli bölgesel projeler (I2U2, MESA, IMEC, Negev Forumu gibi), Kürt meselesini ya görmezden gelmekte ya da Kürtleri araçsallaştırılabilir bir konumda tutmaktadır.
İsrail ve Körfez ekseninin İran karşıtı stratejileri, Rojhilatlı Kürtleri bir tür vekalet savaşının parçası haline getirme riski taşımaktadır.
Türkiye’nin “terörle mücadele” adı altında yürüttüğü askeri/istihbarati operasyonlar ve cihadist yapılanmalara verdiği destek, demokratik çözüm ihtimalini baltalamakta ve Kürtlerin özerk yapılarını doğrudan hedef almaktadır.
Irak’ta KDP ve YNK gibi geleneksel güçlerin statükocu tutumları, Kürt ulusal birliğinin önünde engel teşkil etmektedir.
Bu bağlamda, Kürtlerin “bir ulus olarak tanınma” hedefiyle birlikte bölgesel yeniden yapılandırma sürecinin öznesi olma hedefiyle hareket etmesi bir zorunluluk haline gelmektedir. Kürt sorununun yeni jeostratejik bağlamda çözümü için en olası güzergâh, Demokratik Ulus paradigması temelinde bölgesel bir inşa sürecidir.
Bu sürecin başarılı olabilmesi için ise Kürt hareketlerinin, uluslararası angajmanlarını demokratik ilkelere dayalı olarak kurgulaması;
Toplum temelli örgütlenmelerin ve özerk yönetim yapılarının güçlendirilmesi;
Kadın özgürlükçü ve ekolojik ilkelerin kurumsal temsiliyet kazanması;
Kürt halkının kolektif iradesini, parçalı değil, bütüncül bir stratejiyle yansıtabilmesi gerekmektedir.
Böylesi bir yaklaşım, yalnızca Kürt sorununa çözüm değil, aynı zamanda Ortadoğu’da kalıcı barış ve demokratik dönüşümün de önünü açacaktır. Demokratik Ulus paradigması, bu yolda hem iç dinamikleri hem de dış diplomatik süreçleri yeniden şekillendiren anahtar bir kavram olarak ortaya çıkmaktadır.
Belki de ilgili karar vericilerin ve siyaset yürütücülerin en önemli özeleştiri konusu bu perspektifi yeterince anlamamaları ve maalesef bunun yöntem, tempo ve üslubunu tutturamamış olmasıdır.