Sellerden, orman yangınlarından, depremlerden etkilenen alanların ve canlıların sayısı her yıl artıyor. Prof. Dr. Utku Perktaş afetlerin yeni normaller haline geldiğini belirterek, ‘Afetler doğa olayı değil; doğa insan ilişkisinin çarpıklaşmasının ürünüdür’ dedi
Duygu Kıt
Orman Genel Müdürlüğü verilerine göre 2024 yılında Türkiye genelinde 3800 adet yangın çıktı. Yine Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı’nın 29 Haziran 2025’de yaptığı açıklama göre ise haziran ayında 569 orman yangını çıktı. Bu yangınlarda onlarca canlı ile üç orman işçisi hayatını kaybetmişti. 23 Temmuz günü Eskişehir’in Seyitgazi ilçesinde başlayan ve yayılan yangına müdahale çalışmaları sırasında da 10 orman işçisi güvenlik ekipmanlarının olmayışı sonuncunda hayatını kaybetti. Hem dünyada hem Türkiye’de gitgide artan bir felaketler gerçeğindeyken 2023 yılında da Türkiye tarihinin en büyük çevre felaketlerinden olan İliç maden katliamı, öncesinde ise 50 bini aşkın insanın hayatını kaybettiği 6 Şubat depremleri yaşanmıştı. Uzmanlar ise ranta dayalı politikaların, doğayı yok eden projelerin, betonlaşma ve çarpık kentleşmenin, iklim krizinin afet çağının esas nedenleri arasında yer aldığını belirtirken acilen önlem politikalarının uygulanmasını talep ediyor. Hacettepe Üniversitesi Biyoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Utku Perktaş, Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu ve Metalürji Mühendisi Cemalettin Küçük afet çağının nedenlerine ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gazetemize konuştu.
Doğaya yıkıcı müdahale
Hacettepe Üniversitesi Biyoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Utku Perktaş yaşadığımız çağın yalnızca bir iklim krizi ya da doğal afetler dönemi değil; insanın doğayla kurduğu ilişkinin köklü biçimde bozulmasının sonuçlarının yaşandığı bir zaman dilimi olduğunu ifade etti. Perktaş ‘önlenemeyen’ ve artan afet gerçeğine ilişkin şunları söyledi,
“Yangınlar, seller, kuraklıklar, ekosistem çöküşleri artık istisna değil, yeni normaller hâline geldi. Fakat bu normallik, doğanın değil, insanın tedbirsizliğinin, körlüğünün ve kibirli ilerleme arzusunun bir sonucudur. Afet çağının temel özelliği, insan faaliyetlerinin doğanın kendini yenileme kapasitesini aşacak şekilde hız kazanmasıdır. Ormanların yok edilmesi, kentlerin kontrolsüzce büyümesi, endüstriyel tarımın toprağın kadim döngüsünü bozması hep bu çarpıklığın tezahürleridir. Son yıllarda yaşadığımız felaketler, bu kopuşun yıkıcı sonuçlarını çıplak biçimde gözler önüne serdi.”
Bilim dikkate alınmıyor
“2021 yazında Türkiye’nin Akdeniz kıyılarında günlerce süren orman yangınları yalnızca ağaçları değil; köyleri, hayvanları, geçim kaynaklarını, hatta insanların belleğini de yaktı.” diye ekleyen Perktaş, “Aynı yıl Almanya’nın batısında ve Belçika’da yaşanan seller, dünyanın ‘gelişmiş’ bölgelerinde dahi altyapının doğanın öfkesine ne kadar hazırlıksız olduğunu gösterdi. Karadeniz kentlerinde birkaç saatlik sağanak yağışlar, taşkınlara ve can kayıplarına yol açtı; çünkü dereler çoktan betonla kaplanmış, vadiler yapılaşmaya açılmıştı. Ve geçtiğimiz hafta New York City’de bir saatte Central Park’a 2 inçten fazla yağmur düştü; bu, kayıtların tutulmaya başlandığı 1869’dan bu yana en yoğun yağışlardan biri oldu. New Jersey’de yağış miktarı 6 inçi aştı. Bilim insanları, okyanus yüzeyinin ısınmasıyla bu tür kısa ama yoğun yağışların artık çok daha sık yaşanacağını belirtiyor. Ne var ki bu bilimsel uyarılar, hâlâ önlem alma hızımıza yetişemiyor.” şeklinde konuştu.
Doğal afet ifadesi eksiktir
Afetin, çoğu zaman doğanın kendi ritminden değil, ritmin insan eliyle bozulmasından doğduğuna dikkat çeken Perktaş, “Bu çağda asıl yapılması gereken, sadece afetlere karşı dayanıklı yapılar inşa etmek değil; doğayla yeniden bir ilişki biçimi kurmaktır.” dedi. Perktaş alınabilecek tedbirlere ilişkin şu önerilerde bulundu,
“Asıl afet, insanın doğadan kopuşudur. Bugün alınması gereken önlemler, yalnızca teknolojik değil; aynı zamanda etik, kültürel ve tarihsel boyutlara da sahip olmalıdır. Erken uyarı sistemlerinden önce, geç kalmışlığımızı ve kaybettiklerimizi anlamak zorundayız. Betonun hafızası yoktur; ama toprağın vardır. Ve biz bu hafızayı kazıdıkça, doğa da bize hafızamızın silindiği yerlerden karşılık vermeye devam ediyor. Birlikte yaşamanın, uyumun ve sınır bilmenin bilgeliğini hatırlamaktır. Çünkü afet çağının panzehiri, doğayla yeniden dost olmaktan geçer. Bu dostluk, romantik bir tahayyül değil; hayatta kalmanın, birlikte var olmanın, türümüzün ve diğer tüm canlıların geleceğini gözetmenin tek yoludur. Ve belki de bu çağın en doğru yaklaşımı, doğanın her bileşeniyle empati kurabilmeyi öğrenmektir. Çünkü empati, yalnızca insanlar arasında değil, türler arasında da kurulabilir. Ve belki de kurtuluşumuz, bu empati yeteneğinde saklıdır.”
Rantın bir sonucu
Metalürji Mühendisi Cemalettin Küçük artan afet gerçekliğinin önemli bir kaynağının imar rantı ve kentleşme iklimi olduğunu kaydetti. Küçük şunlara değindi,
“Kentleşme iklimi son yıllarda çok hızlı değişti. Her yer arsa varsayıldı ve arsa üretimine geçildi. Kentlerimizde bulunan yüzeyler arsa kabul edilip her biri imar mevzuatı içerisine dahil edilerek yapılaşmaya açıldı. Buraların dere yatakları, rüzgârın ve hava akımlarının, yağışın hızla inebileceği bölgeler olduğunu belirtmek önemli. Bu yapılaşmalarla fiziksel mekânların göz önünde bulundurulmadan sadece arsa üretimi ve onun üzerinde bir yapı gözetilmesi, bu yapının da satış maliyetleri üzerinden hesaplanarak yapılmasına bağlı olarak bir kent iklimi yürütülüyor. Bunun dışında yol kenarlarına, su havzaları içerisine ya da dere yatakları içerisine yapılaşmalar oluyor. Bütün bunlardan kaynaklı olarak da bu bölgeler su altında kalmaya mahkûmdur. Ama ayrıca buralar son dönemlerde daha çok çamur ve sele maruz kalıyor. Çünkü dere yataklarına bağlı olan vadilerde çeşitli taş ocakları, madencilik faaliyetleri, yol çalışmaları, çeşitli hafriyat işlemleri sebebiyle çamurlu su sele dönüşerek erozyonlu geliyor. Sonuç olarak bütün bunları meteorolojik olaya bağlamak doğru değildir.”
Liyakatsizlik ciddi sorun
Her yıl giderek artan orman yangınlarını sıcaklığa bağlamanın doğru bir yaklaşım olmadığına dikkat çeken Küçük, “Sıcaklık yangının sonucunu değiştirir, etkisini arttırır ama yangının çıkış nedenini sadece sıcaklık olarak göstermek hatalıdır.” dedi. Küçük şöyle devam etti,
“Yangınlar eğer sıcaklığa bağlı olsaydı geçen günlerde yaşanan yangın sayısıyla birlikte karşılaştırdığımızda İspanya’da, Portekiz’de, Yunanistan’da, İtalya’da, Fransa’da, Türkiye’den daha yüksek sıcaklıklar yaşandı. Ama yangın sayısı bu kadar da olmadı. Yangının çıkışının sonucu bu kadar ağır felaketlere dönüşmedi. Orman mühendisleri bu konuya yıllardır dikkat çekiyor. Yangının ilk çıkışında direkt müdahale edilmesi gerekir. Bütün bunlar geçmişte gözetleme kulelerinde bulunan orman bekçileri, orman muhafaza memurları tarafından yapılıyordu. Bugünse bu çalışmalar söz konusu değil. Böyle olunca hem aynı anda yoğun miktarda yangın çıkışı hem de yangının geç fark edilmesi bir felakete dönüşüyor. Bu sebeple de yangınları hava sıcaklığına ve atmosferik olaylara bağlayamayız. Buradaki meselede orman alanlarına, ormancılığa bakışın ve ikliminin değişmesinden kaynaklıdır.”
Yönetim iklimi krizi
“Bugün Türkiye’nin dört bir yanı madencilik faaliyetleri İle birlikte delik deşik ediliyor.” diye devam eden Küçük madencilik tehdidin esas afet kaynaklarından olduğuna değindi. Küçük son olarak şunları dile getirdi,
“Bugün ülkenin her karışı sondajlarla, madencilik faaliyetleriyle birlikte delik deşik ediliyor. Su akiferlerinin yok edildiği, yeraltı sularının kirletildiği, akarsuların yönlerinin değiştirildiği, kurutulduğu bir yerde susuzluk kuraklığı getirir. Kuraklık susuzluktur ama susuzluğun nedeni sadece yağış olmaması değildir. Esas olarak var olan yağışın toplanabileceği havza yok. ‘Suni yağmur yapalım’ deniyor. Ama suni yağmurun düşeceği, yağış alanı ve su toplama havzaları yok. Su havzalarının olmadığı, su havzalarına gelen besleme alanlarının, su kaynaklarının ortadan kaldırıldığı bir yerde iklime bağlı kuraklıktan söz edilecekse burada önce siyasal iklimden, yönetim ikliminden kaynaklı bir sorundan söz etmek gerekir.”
Doğaya ve insana rağmen üretim
Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu afetlerin temel nedeninin; mülkiyet ilişkisi, kârın maksimizasyonu için emek gücü ve doğanın nesneleştirilmesiyle toplumsal gereksinimlerin değil, sömürü oranı ve tüketim artışının hedeflenmesinin olduğuna vurgu yaptı. Hamzaoğlu şunları dile getirdi,
“Yaklaşık son 40-45 yıldaki bütün gelişmeler, gıda, sağlık, eğitim, ulaşım, hayvansal ve bitkisel tarım, kentleşme, ulaşım, enerji ve benzeri alanlarda neredeyse eş zamanlı olarak kriz(ler)in ortaya çıkmasına neden oldu. Bu krizlerden geri dönüşümü çok zor hatta mümkün olmayanı ise iklim krizidir. Doğanın tahribatı pahasına devam ettirilen ucuz hammadde ve enerji sağlamanın yanı sıra, insanın refahı ve mutluluğu yerine doğrudan sermaye birikimine yönelik aşırı üretim devam ettikçe iklim krizi daha da derinleşmektedir. Derinleşen iklim krizi küresel sıcaklıklarda önemli artışlarla, mevsimler ve yağışlarda önemli değişikliklerle görünür olmaktadır. Söz konusu koşullar günümüzdeki dünyanın hemen her yerinde görülmeye başlanan büyük ve uzun süreli orman yangınları, kentlerin tahribatına hatta yıkımına neden olan selleri doğurmaktadır. Her ikisinde de tüm canlılar yaşamını kaybetmektedir. Sorunun temeline yönelik müdahale gerçekleştirilemediği sürece söz konusu afetler sıklaşarak ve daha da büyüyerek devam edecektir. Sorunun çözümü; doğaya ve insana rağmen üretimin en kısa sürede net bir biçimde azaltılması ve orta vade de sonlandırılmasından geçmektedir.”