Komünal toplumlarda bireyin kendi kimliklerini ve toplumsal varlığını güvenceye alması, farklı din, etnik, toplumsal cinsiyet ve sınıfsal kimliklerin içerisinde bulunduğu, Demokratik eşitlikçi, özgürlükçü yapıların ve kurumların gelişmesi Demokratik komünnalleşme inşası ile gerçekleşebilir
Zübeyt Tugay
Demokrasi kavramı Yunanca kökenli olan demokratia terimi, demos (halk) ve kratos (iktidar) sözcüklerinin birleşiminden türetilmiş olup, doğrudan “halkın iktidarı” anlamına gelmektedir. Bu kavramsal çerçevede demokrasi, siyasi gücün halkın doğrudan katılımıyla kullanıldığı bir yönetim biçimi olarak tanımlanabilir. Bu yönetim biçimine Eski çağlardaki yunan şehir(kent)- devletlerine rastlamak mümkün olduğu tarih aktarımlarında görülmektedir. Doğrudan demokrasi örneği olan bu yöntem; halkın yönetime direkt katılabilmelerini sağlamaktadır. Yunan Kent devletlerinde bazı doğrudan katılım yöntemlerinde örnek olarak pratikleşen; Heliaia (Halk Mahkemesi), Boule (500’ler Meclisi), Ostrakismos (Sürgün Oylaması) Ekklesia (Halk Meclisi-Atina), Savaş, barış, yasa tekliflerini içeren konular, şeklinde katılım deneyimleri gözlemlenmektedir. Bookchin’ demokrasi için ; “Halk’ (demos) kavramı ortadan kalkmadığı gibi, ‘halk tarafından yönetim’ ideali de antik çağlardan günümüze dek varlığını sürdürmüştür. Görüşünü savunmaktadır. Henri FRANKFORT yaptığı demokrasi değerlendirmesinde ; “Eski Mezopotamya kentlerinde demokratik kurumlar olarak işlev gören halk meclislerinin varlığı, komünal, toplumsal örgütlenmede önemli bir dönüşümün habercisidir. Bu süreçte, geleneksel olarak aile bağlarına dayalı olan toplumsal ilişkilerin yerini, ortak yaşam alanına dayalı ve mekâna bağlı olarak kurulan kolektif bağlar almıştır”. Bu değerlendirmeler komünlerin ve yurttaşlık katılımının nüvelerinin ortaya çıktığı eski çağlardaki uygulanma pratiklerine vaka örneği niteliğindedir. Siyasal ve toplumsal katılım, kamusal alana girmek vasıtasıyla mümkün olmaktadır. Antik Yunan ve Mezopotamya kentlerine toplumlarının ölçeği ve uygarlık niteliği siyasal katılım konusunda doğrudan demokrasinin oluşmasına imkân tanımaktadır.
Neolitik çağdan başlayarak komün yaşamsallığını görmek mümkündür, klan-kabile toplumları bir araya gelerek komün oluşturmaktadırlar. Etimolojik olarak bakıldığında da “KOM” toparlanmak anlamı içerir. Toplumsallığın Aryen dilinden bu yana geldiğini göstermektedir. Kabile başı devlet olgusunu yani erki üretir. Buna karşın çıkarları zedelenen kabile üyeleri komünü oluşturmaktadır. Ayrım Sınıf olarak değil, direk kabilede kölelik ve sömürünün ortaya çıkışı üzerinden değerlendirilmelidir.
Orta çağda yaygın olan komün gelenekleri 11.yüzyıl da başlamıştır. Kastik devlet karşısında ticaret ve üretim halinde olan kabileler ve kente dışarıdan gelen göçmenlerin topluluk olarak oluşturduğu örgütleme ve yönetim biçimi olarak görülmektedir. “Kent barışı” kanunu ile bütünlükçü bir hukuk anlayışı kente giren herkes için eşit bir şekilde işletilmektedir. Yurttaşlık kavramının da dinamik olduğu komünler; Demokrasi idealinin hücreleri olarak yansımış dönemin monarşik ve mutlak iktidarlarına karşı katılımın, özgürlüğün, eşitliğin ve öz yönetimlerin örnekleri olmuşlardır. Komünlerde gelişen rekabet ve içeriden iş birlikleri neticesinde 16.yüzyılda kastik devletlerin bir parçası olmaya başlamışlardır.
Demokrasi kavramanın sonraki yüz yıllardaki ata(eril) ve erkçi kastik toplumlarda aristokrasinin mutlak egemenliği, monarşik ve daha feodal doğmaların toplumlara etkili olduğu yaşamsal alanlarda, yurttaşlık ve katlım kavramının hiçbir şekilde etkili olmadığı görülmektedir. Savaşların ve sömürgelerin toplumların yaşamlarının her alanına sirayet ettiği mutlak yönetim biçimlerinde demokrasi kısıtlı ve imkânsız bir olgu olarak görülmektedir.
Önceki çağlara göre modern devletlerin giderek büyüyen monarşileri ve Teritoryal yapıları artan nüfuslar ile beraber, doğrudan demokrasinin ve kamusal alana doğrudan katılımın uygulanmasına izin vermeyen merkezileşme sorununu doğurmuştur. Bu Demokrasi formunun 18. ile 19. yüzyıllara denk düşmektedir. 19.yüzyıla gelinceye kadar idealize bir söylem olan Demokrasi kavramı, kentlerin ortaya çıkışı ile köleci toplum üzerinde egemen olan feodal sisteme karşı etkili olmuştur. Kentsoylu sınıf, oluşan burjuvazi ile ticaret ve zanaatın
yürütülmesi ve refah açısından karlı kılacak bir yasal çerçeve ve yönetim talebi ile güvenlik ve özgürlük talebi konusunda hükümdardan yana tavır alınca feodal sitem mutlak monarşi karşısında yenilgiye uğramıştır. Bununla beraber güçlenen kentsoylu sınıf, çıkarlarını mutlak monarklar aracılığıyla yönetilen bir düzen yerine, kendi temsilcileri eliyle yönetebilen bir sitem arayışı ile parlamenter demokrasi uygulamasını desteklemiştirler bu temsili demokrasi örneği olarak görülmektedir.
Bu zaman dilimi aynı zamanda demokrasinin de içerik olarak farklılaştığı zaman kesitini oluşturmuştur. Nüfusun artması, yurttaşlık niteliğinin genişlemesi ve yerleşme mekânlarının büyümesiyle doğrudan katılım imkânı zorlaşmıştır, bu nedenle vatandaşlar temsilcileri vasıtasıyla yönetime katılmaya başlamışlardır. Yurttaşlığın tarih içerisindeki güncellenmesi ve öneminin artması sebebiyle Garcia; “ yurttaşlık kavramı dinamiktir, sivil ve siyasal mobilizasyonun bir sonucu olarak tarihsel haklar olarak elde edilmiştir” söylemi ile değerlendirmiştir. Eğitim, sağlık ve güvenlik gibi sosyal refah payının gelişmesi yönünden yurttaşlık kavramı kendini güçlendirmiştir. Fakat Temelleri kastik çağlardan beri ortaya çıkan devlet -komün çelişkisi nitelik ve yeterlilik bakımından toplumun ihtiyaçları ve politik aktör sorunsalını ortaya çıkarmıştır.
Lefebvre’ ye göre devlete vergi ödemek, askerlik ve bekayı korumak gibi yurttaşlık ödevlerini yerine getirmek vatandaş olmanın şartlarının belirlediği vurgulansa bile yurttaşın temsiliyetinin ve üretilen kararlar üzerindeki etkisi sınırlıdır. Devlet –Yurttaş, Devlet-Komün ilişkisi bakımından da değerlendirdiğinde yurttaşlığın yukarıdan ve edilgen olarak sunulan bir olgu olmadığı. Görevler, ödevler ve zorunlu normlar ile tanımlanamayacağı hakikati ortaya çıkmaktadır.
Günümüz kastik yapıları, temsili demokrasilerin erk devlet sitemi etkileri ve siyaset yapma pratiklerinin yarattığı sonuçlar göz önünde bulundurulunca. 20. yüzyılın son dönemlerinden itibaren, Merkeziyetçi, üniter-ulus temelli yapıların temsili demokrasi biçimleri özellikle katılımın salt seçimle sınırlı olması ve toplumsal ihtiyaçların yeterince karşılanmadığı gerekçesiyle Dünyanın birçok yerinde sorgulanmaya ve tartışılmaya başlanmıştır.
Bu etkiler ve ortaya çıkan tartışmalar statüko’nun nüveleri olarak modern kapitalist toplumların yarattığı liberal öğretiler, Küreselleşme, hegemonya kavramı ve Neo-liberalizmin her geçen gün artan etkisi. Devlet- yurttaş, devlet –sermaye(piyasa), Emek –sermaye,
Devlet –komün diyalektiklerinin yarattığı tartışmalar ile toplumsal ve politik krizlere sebebiyet vermektedir.
Kamusal alan düşünürleri Ernosto Laclau ve Chantal Mouffe “Hegemonya ve Sosyalist Strateji, Radikal Demokratik Bir Politikaya Doğru adlı eserlerinde:
Mouffe; “komünizmin çöküşü ile birlikte demokrasi şaha kalkmamıştır. Bu süreçte liberalizm okumalarını özellikle belirginleştirilen birçok durumdan bahsedilebilir. Bunlardan bazılarını; egemen kimlik dışındaki farklı kimliklerin yok sayılması, milliyetçiliğin yükselmesi, etnik çatışmaların artması üzerinden ifade etmektedir”. Bu bakış açısı liberal demokrasinin geliştirilmesinin yarattığı sorunları ve kastik hegemonyanın etkinliğini göstermektedir. Demokrasi üzerinden inşa edilecek, farklı kimliklerin yönetme eyleminde söz sahibi olabildikleri, eşitlikçi bir anlayışla toplumsal ilişkilerin örgütlendiği yeni bir kuramın Marksizm’in aşılmasında önemli rol oynayacağını vurgulamaktadırlar. Sol siyasetin reel sosyalist eksene sıkışmış geleneksel formlarının ötesine geçerek yeniden yapılandırılması gerektiğini savunurlar. Bu bağlamda, Marksist sosyalizm ile sosyal demokrasi arasında kalan çizgiden bir kopuşu temsil eden aynı zamanda, Sınıfsal yaklaşım farklı grupların eşitlik ve özgürlük kavramlarını farklı yorumlamaları sonucu, bir müzakere ortamı oluşamaz. Eşitlik ve özgürlük anlayışları farklı kimlikler için farklı anlamlar içerebilir. Bu da beraberinde kavramlara yüklenilen anlamların değersizleşmesi sonucunu doğurabilir. Bu sorunu ortadan kaldırabilmek ve demokrasinin geliştirilebilmesi adına radikal ve yerel demokrasi kuramı, tüm kişi ve grupların bütün farklı kimliklerinin eş değer görüldüğü bir sistemin inşa edilmesi gerekliliği üzerinden oluşturulmalıdır. Radikal, yerel ve çoğulcu demokrasi kavramsallaştırmaları, söz konusu dönüşüm arayışına teorik bir zemin sunmaktadır” diye değerlendirmişlerdir.
Reflektif olarak tarihsel materyalizmin sınıf savaşı yerine demokratik toplum komünleri inşa önerisi hakikat niteliğindedir. Marksizm’in sınıf savaşı ve çelişkileri reel sosyalizmin tıkanmasını ve sonuca erişmemesinin temel sebeplerindendir. Tarihsel okuma, eşitlik ve özgürlük üzerinden değerlendirildiğinde devlet –komünalite ilişkilerini düzenleyen ve alternatif önerme getiren Demokratik Komünler Birliği yöntemi ile aşılabilecektir
Yerel demokrasi, “yerel ve dar ölçekte kendi kendini yönetme hakkı” olarak ilk kez komünlerde ortaya çıkmaktadır. Bu özellikler göz önünde bulundurulduğunda toplumun demokratikleşmesinde en fazla etkisi olan kurumlardır. Yerel Demokrasi bilinci, toplumsal farklılıkların ve çeşitliliklerin, örgütlü toplum ve siyasal alana dâhil edilmesine olanak tanıyan; bu yönüyle toplumsal sorunların çözümünde meşru zemin oluşturabilen bir yönetim biçimi olarak tanımlanabilir. Görüldüğü üzere; literatürde, demokrasinin temel ilkeleri olan özgürlük ve eşitlik kavramlarının referansları ile âdem-i merkeziyetçilik, sosyo-ekonomik eşitlik, yönetimde şeffaflık, çok aktörlü karar alma yapılarının önem kazanması, sivil toplumun ve halkın doğrudan katılım arayışları. Toplumsal odağı ve dikkatleri yerel demokrasinin daha etkili olduğu modellere yöneltmiştir, Demokratik yönetim ve örgütlü Komün toplumunun oluşmasına olan ilgiyi de önemli ölçüde artırmıştır. Bu bağlamda Devlet olgusunun Demokratik nitelikler kazanması ile yerel demokrasi kültürü arasında dengeleyen bir mekanizma ilişkisi vardır. Bu etkiler ve amaçlar neticesinde, Devlet-Komün tartışmalarını belirler niteliktedir.
Çağdaş demokrasilerin en temel bileşenlerinden biri olarak katılım ve bireyin özne olduğu komünal yerel demokrasi sistemi; kimlik tanımlamasını öz ve öteki arasındaki ilişkiyi değerler standarttı üzerinden işlemektedir. Yöneten- Yönetilen çelişkisini kimlik inşası ile yurttaşların süreçlere dâhil olmalarını mümkün kılan süreç elzemlik taşımaktadır. Katılım ve toplumsal inşa süreçlerini sınıf temelli yaklaşımlardan daha etkili ve değerli bir olgu ile ele alarak hegemonya ve bürokrasi kavramını minimal hale getirmeyi amaçlayan. Demokratik komünlerin inşa edilmesi yurttaşlığın kamusal alan etkilerini arttıracak ve dünya literatüründe kapitalist modernite ile reel sosyalizm arasına sıkışmış toplumları üçüncü doğa odağına çekerek demokratik Anayasal yurttaşlığın yeniden tanımlandığı, her bakımdan eşit ve adil bir yöneten –yönetilen ilişkisini de yeniden tanımlama hedefindedir.
Bu çerçevede yerel demokrasi, komünnaleşme pratiği; Demokratik sosyalizmin inşası ile Sömürüye ve kastik otoriter iktidarlara karşı Güvenli kamusal alanların oluşması, kolektif ve demokratik sistemin en alt düzeyden öznesel örgütlenerek merkeze doğru gelişim gösterdiği, doğrudan katılım ve karar organlarının daha işlevsel ve kapsayıcı bir nitelik kazanabileceğini öne sürülebilmektedir. Komünal toplumlarda bireyin kendi kimliklerini ve toplumsal varlığını güvenceye alması, farklı din, etnik, toplumsal cinsiyet ve sınıfsal kimliklerin içerisinde bulunduğu, Demokratik eşitlikçi, özgürlükçü yapıların ve kurumların gelişmesi Demokratik komünnalleşme inşası ile gerçekleşebilir.