Dersim’in toplumuna, doğasına, inancına, kültürüne, değer yargılarına ağır ve derin bir saldırıdır. Ağır bedellerle dilini, değerlerini, inancını koruyan bu Hardê Derwêş’de, dağların anahtarını elinde tutanlar, bu anahtarı topluma emanet ettiler. Egemenlerin sanat ve spor gibi argümanlarla kamufle edilmiş postallarının altında tekrar ezdirmemeliyiz. Dağlarımızı ve inancımızı, değerlerimizi korumalıyız
Sevda Can
Festivaller coğrafya ve o coğrafyadaki toplumun dokusuna uygun şekilde organize edilir. Bir amacı, mesajı vardır. Üretimden gelen, paylaşımı, emeği, değeri ve birliği temsil eder. O nedenledir ki, hangi coğrafyada yapılıyor ise o coğrafyanın dokusuna, özgünlüğüne atfedilir. Ve o coğrafyanın inancına, diline, kültürüne, üretimine, doğasına (ki kutsallıklar diyarıdır) denk bir içerikle hazırlanır. Dersim’de yıllardır yapıla gelen, artık bir gelenek halini alan Munzur Doğa ve Kültür Festivali bu öz ve içeriğe sahip bir festivaldir. Belirtilen içeriklerde yetmez, eksik ve eleştirilere maruz kalan tarafları olsa da amaç tamamen doğa, inanç, kültür, dil ve birliği yaşatmaya dönüktür. Organizasyonunda da çok düşünceli, bakış açılı bir komite ile yürütülür. Ve festivaller belediye ve yerel yönetimler, oluşumlar desteği ile yapılır. Ancak bu yıl kayyumdan dolayı, hiçbir destek alamadan, öz güce ve gönüllülüğe dayalı inatla yapılan Munzur Festivali’nin hemen ertesinde, Mamekifest ismi ile devlet kaynakları ile finanse edilerek yapılması manidardır. Festivalin özü ne kadar yerelin dokusuna uygun ve hassasiyetleri göz önüne alınarak organize edilmiştir? Dersim’in Rea Haq Alevi süreğine ne kadar aşinalığı vardır, saygısı vardır? İsmi dışında, içeriği bu inancın kutsallarını, doğasını yaşatmaya, korumaya hizmet ediyor mu? Yoksa tamamen asimilasyon, dejenerasyon, özünden boşaltıp, yabancılaştırmaya mı hizmet ediyor? Sporsal ve sanatsal etkinliklerin ağırlıkta olduğu Mamekifest’e bir bakalım. Barışın, demokrasinin, eşitliğin konuşulduğu, Meclis çatısında komisyonların kurulduğu böylesi bir dönemde, toplumsal sahanın kalbine neden zehirli hançer saplanıyor? Bu coğrafyaya huzur getirilecek ise, o coğrafyanın özü ve kimliği ile barışık bir devlet yaklaşımı ve anlayışı ile yaklaşılması gerekmez mi? Coğrafyanın ruhuna ters, yabancı, tamamen asimilasyoncu yabancılaştırmalarla birlik inşa edilmez, ancak tuzla buz edilip, buharlaştırılabilir. Dersim, kutsallar, evliyalar, ocaklar ve ziyaretler diyarıdır. Dağı, taşı, ağacı ile kutsaldır. Bu dağlara, ovalara, sulara, spor adı altında türlü yabancılaştırmalarla dışardan insan taşırma, tüketici kapitalist zihniyetin zehrini saçmaktan öte bir rol oynamıyor. Motor yarışlarının bu coğrafyaya katabilecek ne gibi bir değeri olabilir? Oysa, motor sesleri ile bu dağlardaki melaikeler, kutsalımız olan dağ keçileri ürkütülüp, kaçırılır, o diyarlar terk ettirilir. Yarattığı egzoz ve ses kirliliği ile de doğaya ve topluma hizmet değil, zarar verir. Mamekifest doğa ve inanca yarar değil, zarar veren bir yerde.
Birlik festivali deniyor! Birlik ancak o coğrafyadaki özgünlükleri kabul edip sahneye taşırsan gerçekleşir. ‘Tuncelili’ olan bazı piyasa sanatçılarına konser verdirmek birliği sağlamaz. O coğrafyada hakim olan dili, kültürü sahneye taşımaz isen, salt kendi egemen dil ve zihniyetini hakim kılmaya çalışırsan, burada yine yasak, inkar ve bilinçli saptırma açığa çıkar. Ki bu festivalde olan tam da bu. Festivalin adı dışında bölgeyle bir bağ ve alakası yok. Kısacası; Adı Kürtçe, içi tamamen TürkÇE! Kardeşlik, birlik, barış ruhu nerede?
Tertele’nin devamı
Bu festival, Dersim 37-38 ve sonrası günümüze kadar uzanan Tertele’nin vücut bulmuş halidir. Bu Tertele festivaline katılan da destekleyen de tarihi ve toplumsal değerlerine ters düşmüştür. Toptan redçi olmaktan öte, programına ve içeriğine bakınca insanın içi ve Munzur bir daha kan ağlıyor. Emperyal yayılmacı kapitalist sistemin toplumları kadükleştirip, içini boşaltmasının yöntemi olan 3 S ya da 3 F: Sanat Spor Seks- Festival Futbol Fuhuş mahşerin üçlü sac ayağı, tam da #Mamekifest’de kullanılmıştır. Bu politikanın aracı olmayın! #Mamekifest’in içeriği tamamen bu 3 F ayağıdır. Dersim’in toplumuna, doğasına, inancına, kültürüne, değer yargılarına ağır ve derin bir saldırıdır. Ağır bedellerle dilini, değerlerini, inancını koruyan bu Hardê Derwêş’de, dağların anahtarını elinde tutanlar, bu anahtarı topluma emanet ettiler. Egemenlerin sanat ve spor gibi argümanlarla kamufle edilmiş postallarının altında tekrar ezdirmemeliyiz. Dağlarımızı ve inancımızı, değerlerimizi korumalıyız. Sinsi pusularına düşmemeliyiz. Pirimiz Seyit Rıza’nın diyarında, onlara diz çökmeyelim, bu onlara dert olmaya devam etsin.
Dağların anahtarını elinde tutanlar, bilmeliyiz ki, bu barış sürecinde, anahtarları bize emanet ettiler. Onlar ki, asimilasyoncu, redçi tek devlet zihniyetinin bu kutsal Alevi rea haq coğrafyasında istedikleri gibi at koşturmalarına engel oldular. Dağları, ovaları, suları, bir bütün kutsalların nöbetini tuttular. Yok olmaktan, tanınmamaktan, muhatap alınmamaktan bugüne getirdiler. Kürdün, Alevinin bir cümle tüm demokrasi eşitlik özgürlük değerlerini güncellediler. Öyle bir zemin oluşturdular ki, bugün onurlu barışa giden yolu açtılar. Silahları bıraktılar ancak, en büyük silah olan toplumsal örgütlülüğü yarattılar. Bu örgütlülüğe güvenelim, kendimizde sahip çıkalım, nefsimize hakim olalım. Kapitalizmin şatafatlı ışıltıları ile göz boyamalarına aldanmayalım. Bize emanet edilen dağların anahtarına en önemlisi ihanet etmeyelim, ters düşmeyelim. Bu büyük bir onur, irade, değer ve gururdur.
Dağların anahtarı bizde
Unutulmamalıdır ki, en tehlikeli süreçler barışın gölgesinde yürütülür. Her türlü maddi imkanı elinde bulunduran iktidar, halkın değerlerini bir bir masumane etkinlikler ile boşa düşürmeye ve yozlaştırmaya çalışır. En büyük darbeler böylesi süreçlerde vurulur. İyi niyetinden, gafil avlanırsın. Bugün Hacı Bektaş’ta ve Dersim’de yapılmak istenen işte tam da budur. Yine iktidarın dalkavukluğunu yapan, Kürt halkının kültürel değerlerini Türkçeleştirerek sisteme peşkeş çeken İbrahim Tatlıses gibi figürlerle de toplumun acılarından süzülen, devletin zulmünü sembolleştiren sözlü anlatımdan damıtılarak anonimleşen eserleri Türkçeleştirdiler. Asimile etmenin, hakikati ters yüz etmenin adını da ‘barış sürecine destek’ koyarlar. Oysa, barış sürecine yapılacak en büyük katkı, Kürtlerin değerlerini Türkçeleştirmek değildir. Kürtçe değerleri Türkiye’de orijinal hali ile paylaşmak, yaymaktır. Hala Kürtçe müziği, sanatı, edebiyatı, güncel hali ile öteki ve yasak iken, zulme faşizme maruz kalıyorken bu yaklaşımlar devlet ve iktidarın sürece karşı samimiyetsizliğini göstermektedir. Bu tür yaklaşımlar karşısında kıyamet koparmalı, her mecrada tutum sahibi olmalıyız.
En çok barışa, huzura, birliğe, eşitliğe ihtiyaç duyan, bunun için bedeller ödeyen bir halk olarak, sürecin sarhoşluğuna düşmeden, yapılan her şeyde, sorgulayacak kıstaslarımız olmalı. Bu kıstaslar hatta kırmızı çizgiler; dilimize, inancımıza, doğamıza, kutsallarımıza yaklaşımlardır. Böyle olursa, yüzümüz yere değmez. Bizi bu tür festlerle fethedeceklerini sananlar da Alevilerin ve Kürtlerin kandırılamayacağını görürler. Sürece denk adım atmak zorunda kalırlar. Hayatımızın her alanı bir mücadeledir. Unutmayalım, dağların anahtarını bugüne getirenlere layık olmak, ancak böyle olabilir.