Kürt sorununu çözmek amacıyla oluşturulan “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” toplantılarına devam ediyor.
Son toplantıda Başkan Numan Kurtulmuş “Süreci zehirlemek isteyenler var, buna karşı geçmişte yaşadıklarımızı bir daha yaşamamak üzere ortak gelecek için kararlı olmaktan’’ söz etmiştir. Komisyon çalışmalarına böyle bir anlamın yüklenmesi değerlidir. Ancak mesele tutarlı bir politikayla ve somut bir çözüm perspektifiyle ele alınmadığında, “geçmişte yaşadıklarımızı bir daha yaşamamak” hedefi havada kalmakta, söylenenler inandırıcılığı olmayan bir propagandadan öteye gitmemektedir.
Çünkü cumhuriyetle birlikte Kürtler ve Kürtçe sistemli ve sürekli bir biçimde yok edilmek istenmiş, Kürtler ise bu saldırılara karşı direnerek varlıklarını korumuşlardır. En son 1978’de kurulan PKK, 1984 Eruh, Şırnak baskınlarıyla yeni bir örgütlü, silahlı başkaldırı geliştirmiştir. Bugüne kadar her başkaldırıyı bastırabilen Türk devleti, kırk yılı aşkın bir süredir devam eden PKK’nin başlattığı isyanı bastıramamıştır. Böylece devlet, en başından beri Kürtçenin yasaklanmasını da kapsayan Kürt sorununu yaratmıştır.
Söz konusu “yaşanan acılara” gelince; gerek tarihteki direnişlerde ve gerekse PKK’nin başlattığı silahlı direnişte esas olarak devletin şiddetinden dolayı on binlerce Kürt, Kürt özgürlük gerillası ölümsüzleşmiş ve birçok güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiştir.
Bu durumun yol açtığı telafisi imkânsız büyük acıların bir daha yaşanmaması için bu acılara yol açan Kürt sorununun demokratik tarzda çözülmesi ve Kürtçenin özgürleşmesi gereklidir. Kürt halk önderi Öcalan’ın bu amaçla birçok girişimde bulunduğu biliniyor.
Bundan bir süre önce MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin DEM Partililerin elini sıkması ile başlayan ve Önder Öcalan’ın inisiyatif alması ile ilerleyen yeni süreç, TBMM’de kurulan komisyonla önemli bir aşamaya gelmiştir.
Devlet yetkilileri buraya kadar, “terörsüz Türkiye”, “silahlarıyla gömeceğiz” gibi söylemlerle güven vermeyen bir tutum izlemişlerdir. Komisyonun Barış ve Cumartesi Anneleri yaptığı son toplantıda da bu olumsuz tutum bir kez daha ortaya çıkmıştır.
Kürt sorununu çözmek için oluşturulan komisyonda, Barış Annelerinin anadilleri olan Kürtçe konuşmalarına, “bir şeyleri yaparken bir şeyleri kırmayalım” diyerek izin vermemiştir. DEM Partililerin ve diğer partililerin çeviri yapma önerileri de kabul edilmemiştir. Buna karşı, komisyon başkanı Kürtçe yasağını savunmaya kalkışmıştır.
Yani komisyon başkanı önce “zehirlemek isteyenlere” karşı sözde sürece sahip çıkmış ve sürecin sağlıklı yürümesini ister görünmüştür. Aynı başkan biraz sonra Barış Analarının Kürtçe konuşulmasını yasaklamıştır. Peki, komisyon başkanının bu yasakçı tutumu, süreci zehirlemek değil midir? Yani süreci provoke edenler dışarıda değil, süreci yönetmesi gereken devletin görevlileridir.
Çelişki gibi görünen bu duruma şaşmamak gerekir. Çünkü yapılmayanlarla yapılanlar arasında diyalektik bir bağ vardır. Demokratik düzenlemelerin yapılmıyor olması, sürece “terörsüz Türkiye” denmesindendir. Kürtçe konuşmanın engellenmesi, CHP’ye ve demokratik kamuoyuna yönelik saldırılardan ayrı değildir.
Tarihi bir sorunun çözümünün tartışıldığı bir çalışmada Kürtçe yasağının abartılmaması gereken bir ayrıntı olduğu söylenebilir. Ancak, “şeytan ayrıntıda gizlidir” sözü boşuna söylenmemiştir. Bu uygulama da “şeytanın gizlendiği” güven sarsıcı, sürecin sağlıklı yürütülmesine engel olacak, önemli bir ayrıntıdır.
Barışı ve demokratik gelişmeleri sağlaması beklenen bir komisyonda Kürtçe konuşulmasının yasaklanması gibi önemli bir “ayrıntı” nasıl izah edilebilir? Birincisi, bu durumun komisyon başkanının kişisel tavrı değil, devletin resmi tavrı olduğu belirtilmelidir. İkincisi, komisyon başkanı “bir şey yaparken bir şeyi yıkmaktan” söz ettiğine göre bu tavır hesaplanmış ve önceden geliştirilmiştir. Üçüncüsü devletin Kürtlerin ulusal demokratik hakları olan anadil hakkını kabul etmediği ortaya çıkmaktadır.
Böyle değil de devlet gerçekten çözümden yana ise uygun koşullara rağmen neden Kürtçe konuşulmasını engelleyen yasağı kaldırmak için yasal bir düzenleme yapmıyor? Toplumun %98’nin temsil edildiği bu komisyonda böyle bir düzenlemeye yoğun biçimde karşı çıkan etkili bir sosyal yapının olduğu söylenebilir mi?
Yoksa bu engellemeyi Kürt halkı, Kürtçe yasağının devam edeceği şeklinde yorumlarsa yanlış mı değerlendirmiş olacaktır?
İşin esası şudur; barışın ve demokratik toplumun gerçekleştirilebileceği ciddi imkânlar ve fırsatlar taşıyan önemli bir süreç başlamıştır. Bu süreci Türkiye ve bölge halklarının kararlılıkla ve inançla destekledikleri de ortadadır.
Ancak süreç, Türk devletine ve Türk egemenlerine bırakılmamalıdır. Devleti yönetenler süreci riske etmektedirler. Çünkü barış ve demokratik toplum sürecini, bozarsa devlet bozar.
Halkların, örgütleri veya temsilcileri aracılığıyla inisiyatif geliştirmeleri ve sürece dahil olmaları sürecin başarısı için hayati değerdedir.