Buradaki en rasyonel pozisyonu İmralı almış durumda. İmralı 93’ten bu yana farklı dönemlerde de ifade ettiği üzere hem felsefi hem ideolojik hem siyasi hem de pratik bir okuma yaparak silahlı mücadelenin sonuna gelindiğini ifade ediyor. Dikkat ediniz, bunu 27 Şubat bildirisinde ve kongreye gönderdiği perspektifte devlete bir ödev yüklemeden izah ediyor
Nezahat Doğan \ Pazar Söyleşisi
Türkiye’nin içinden geçtiği eşik barışma… Barış ve Demokratik Toplum çağrısı ve taraflar arasındaki paradigma sonrası Meclis’te kurulan komisyon 5. toplantısını gerçekleştirdi. Ancak demokrasi ve demokratik toplum için gerekli yasal düzenlemeler ve kamuoyu oluşturma açısından henüz bir perspektif sunabilmiş gözükmüyor. Bir tarafta sadece silahsızlanmaya odaklanılmışken öte tarafta komisyonun çalışmalarında Kürtçe’nin konuşulmasına izin verilmemesi de bir güvensizliğe ve tartışmalara neden oldu. Anadilde kendini ifade etmeye olanak tanınmazken nasıl bir ortaklaşma olabilir? Diğer yandan iktidarın CHP belediyelerine yönelik operasyonları da devam ediyor. Suriye ve Ortadoğu’da sular durulmuyor ve şiddet tırmanıyor. Türkiye’nin Suriye politikası nedir? Bu ortamda Kürt sorununun çözümü, barış ve demokrasi Türkiye’de ortak bir gelecek için ivedi bir unsur olarak daha da belirginleşiyor. Mesele sadece komisyonla bitmiyor. Devletin ve Hükümetin atacağı somut adımlar önem kazanıyor.
Peki, komisyon Abdullah Öcalan ile görüşecek mi? Öte taraftan Kürt sorununun çözümü nasıl sağlanacak? Partilere ve siyasilere düşen sorumluluklar neler? Toplumun komisyondan beklentisi nedir? Tüm bu soruları DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Komisyon Üyesi Mehmet Emin Ekmen ile konuştuk.
- Kürt sorununun çözümü, barış ve demokratik toplumun inşası için iki aylık çalışma sonunda kurulan komisyonun çalışmaları hangi aşamaya geldi?
2013’te olduğu gibi komisyonun kuruluşunun süreç açısından anlamlı bir eşik olarak kodlandığını düşünüyorum. Tarafların ve ağırlıklı olarak devletin komisyondan beklentisi ise komisyon eliyle bir Eve Dönüş Yasası’nın yapılması… Hem siyasi ve demokratik riskin azaltılması hem de toplumsal desteğin arttırılması noktasında bunu önemli görüyorlar. Ama toplumun beklentisi daha farklı.
- Toplumun beklentisi nedir?
Devlet sürecin ihtiyaç duyduğu yasayı, toplum ise sürecin ruhuna uygun daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük, daha fazla adalet istiyor. Sürecin toplumsal tarafları dünya örneklerinden de ilham alarak, bu komisyon aracılığıyla sürecin toplumsallaşmasını, sürecin ihtiyaç duyduğu adalet ve hafıza, hukuk mekanizmaları gibi alanlarda özel çalışmalar yapılmasını istiyor. Eğer devlet ve iktidar bir tür acı reçete olarak kodladığı “Eve Dönüş Yasası’nı” muhalefetin katılımıyla daha geniş bir meşruluk zeminine taşımak istiyorsa, o zaman muhalefetin toplum adına seslendirdiği bazı taleplere daha duyarlı olmalı. Böyle bir hassas süreç herhangi bir başka tartışmanın gölgesinde kalmamalı.
- Başka tartışmadan kastınız nedir?
Kayyımlar, sivil topluma soruşturmalar, CHP’li belediyelere yönelik operasyonlar… O operasyonlardaki gözaltı ve tutuklama pratiği, tutuklananların cezaevi nakilleri, Murat Çalık’tan Ayşe Barım’a kadar hasta tutukluların durumu. On yıllık otoriter milliyetçi bir iktidara güvensizlik varken, süreçten ne umduğu yönünde bir güvensizlik varken, kayyım atayarak, hasta hükümlü tutuklulara özenli davranmayarak, hukuk güvenliği ve savunma hakkını hiçe sayarak, tutuklamaları bir cezalandırma aracına dönüştürmesi gibi uygulamalara baktığımızda bu güvensizliğin arttığını görüyoruz. Yani topluma “iktidar bir analiz yaptı ve bir pozisyon yeniledi” dedirtemedik.
- Neden olmadı bu toplum nezdinde?
İstanbul merkezli operasyonlar nedeniyle olmadı. Sürecin hemen ardından kayyım atamaları olmamış, kent uzlaşısı dosyası açılmamış olsaydı, CHP’li belediyelere yönelik soruşturmalar, hukuk güvenliği ve ceza usul hukuku açısından bu kadar pervasızlığa maruz kalmamış olsaydı, toplum “İktidar güçleri ölçtü biçti, bölgenin yeni bir siyasi altüst oluşun eşiğinde olduğunu düşündü, Ortadoğu’da yeni bir denklem yaratmak istedi,” diyebilirdi.
- Bu durumda komisyonun pozisyonu ve işlevi nedir?
İktidara yönelik güvensizlik katlanarak büyümesine rağmen CHP başta olmak üzere siyasi liderler, işte Sayın Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu, Mahmut Arıkan ve komisyona üye veren diğer siyasi partiler, Hüda Par, DSP, Demokrat Parti, Yeniden Refah Partisi ve benzeri bütün aktörler olan biten bütün bu tatsız tabloya rağmen “Biz dosyaları ayrıştıralım. Yüz yıllık bir meselenin çözümüyle ilgili bir süreci zorlaştıracak işler yapmayalım. Süreç yarın bir sıkıntıya girerse, bizden kaynaklanmasın” dedi. Bizler güven artırıcı bazı adımlar beklerken Beyoğlu Belediye Başkanı tutuklandı. Oysa Beyoğlu Belediye Başkanını bırakın tutuklamayı, gözaltına almadan dahi soruşturma ve yargılama konusu olabilirdi.
- Anti-demokratik uygulamalar devam ediyor. O zaman devlet, iktidar, siyaset ve toplum açısından süreç nasıl bir yola gidiyor? Zaten bu bir tarafıyla da ağır aksak giden bir süreç mi? Ya da bir yapılanma, planlama mı? Arkasında ne tür planlamalar ve strateji var? Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şimdi çok boyutlu bir soru sordunuz. Bence süreci önce başlangıç aşamasından itibaren doğru okuyarak gidelim. Ben biraz bizim Kürt cenahının da duygusal olarak rasyonel okumadan uzak düştüğünü düşünüyorum.
- Kürt toplumu rasyonel okumadan nasıl uzak düşüyor?
Buradaki en rasyonel pozisyonu İmralı almış durumda. İmralı 93’ten bu yana farklı dönemlerde de ifade ettiği üzere hem felsefi hem ideolojik hem siyasi hem de pratik bir okuma yaparak silahlı mücadelenin sonuna gelindiğini ifade ediyor. Dikkat ediniz, bunu 27 Şubat bildirisinde ve kongreye gönderdiği perspektifte devlete bir ödev yüklemeden izah ediyor. Yani “devlet ne derse desin ne yaparsa yapsın bizim yapmamız gereken budur” diyor. Şimdi böyle baktığımızda biraz önce eleştirdiğimiz diğer konuların bu süreç üzerinde bir gölge oluşturmaması, zaten zor ve kırılgan bir süreçte başka alanlardaki yanlış uygulamalardan dolayı bir stres yaratılmaması gerekir. Meselenin rasyonelitisine dair eleştirim ise geniş anlamda Kürt sosyolojisi dar anlamda örgütün kendini dayadığı dinamikler ve networkü içindir.
- Bu perspektif doğrultusunda tüm kesimlerin süreci nasıl okuması gerekiyor?
İlk Ömer Öcalan İmralı’ya gittiğinde İmralı’dan kamuoyuna açık tek cümlelik bir açıklamayla geldi. “Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim” diyor. Bir çözüm paketinden bahsetmiyor, bir çözüm vaadinden bahsetmiyor, devletten aldığı birtakım sözlerden bahsetmiyor ve yasal anayasal reformlardan ve dönüşümlerden de bahsetmiyor. Bu bir metodoloji değişikliği olarak sunuluyor.
- Metodoloji dediniz, peki nasıl realize edilmeli? Siyasete ve siyasetçilere düşen sorumluluklar neler?
Ortada nihai bir çözüm iddiası değil, yöntem değişikliğine dair bir tutum var. Öyle anlaşılıyor ki MİT ile de bir iletişim modeli üzerinde mutabakat var. Süreci tarafların anlaştığı haliyle kabul etmek, süreci zorlaştıracak tutumlardan uzak durmak gerekiyor. Mesela dünya örneklerinden ilhamla mükemmeliyetçi mekanizmalar arayışı içinde olmamalıyız. Çünkü bu atipik, kendi kendini üreten ve inşa eden; İmralı, MİT, kısmen de Kandil arasında ilerleyen bir süreç. İkincisi, geçmişte başarısızlıkla sonuçlanan 13 girişimin güvensizlik hissini bu süreç üzerinde bir yüke dönüştürmemek lazım. Üçüncüsü ise bir barış sürecinin mutlaka üretmesi gereken, yasal, anayasal reform ve dönüşüm beklentimizi sürecin önüne bir şart olarak koymamamız lazım. Biz iktidara “size yasa, topluma hukuk, demokrasi, adalet lazım. Biz hukuk, demokrasi ve adaleti bütün toplumsal kesimler için istiyoruz. Sadece Kürtler için değil, ülkenin toplam demokratik altyapısının yükselmesi için istiyoruz” diyoruz.
- Peki iktidar yasal-anayasal demokratik siyaset zemini de dahil pratik ve yapısal adımları atmazsa ne olur?
Diyelim ki hiçbir adım atılmadı. Ne olacak? Biz o zaman dönüp PKK’ye “Bu iş olmayacak, sen savaşmaya devam et” mi diyeceğiz? Bizim tarihsel sorumluluğumuz bu mudur? Bizim sorumluluğumuz rahmetli Sırrı Süreyya Önder’in kodladığı şekliyle söylüyorum. Barışın sağlanmasına yardımcı olmak, sonra da çözüm için mücadele etmektir. Barışın sağlanması fesih ve silahsızlanmadır. Çözüm ise uzun erimli, Türkiye’nin yüzyıllık problemlerin çözümüne dair bir siyasi mücadeledir.
- Türkiye’de yüz yıllık Kürt sorununun çözümünde PKK’nin silah bırakması konuşuluyor. Abdullah Öcalan’ın ortaya koyduğu paradigmanın özündeki demokratikleşme ve demokratik toplumun inşası süreci nerede duruyor? İlerletilen, genişletilen, o yelpazenin göründüğü bir ortamın olmaması hem bir eleştiriyi hem de yapılan işin nereye varacağını görememe duygusunu daha da perçinliyor. Siyaseten ne yapmak gerekiyor?
Bu soruya bu sürece dair okumalarım üzerinden cevap vermek istiyorum. Türkiye’nin denediği 13 silahsızlandırma girişiminin üçünü, dördünü bizzat yaşadım ve bir kısmının içinde irili ufaklı rolüm oldu. Dünya örneklerinin tamamını inceledim. Doktora tezim için örgüt temsilcisi, müzakereci ve arabulucu, devlet temsilcisi olarak süreçlerde yer alan 17 ayrı kişiyle mülakat yaptım. Bu birikimlere dayanarak şunu söyleyebilirim;
Bizim sorumluluğumuz mükemmeli talep edip işleyişi zorlaştırmak değil, taraflar arasında kararlaştırılan atipik model ve iletişim sürecini kolaylaştırmaktır. Mesele pedal çevirme metaforunda olduğu gibi bu masayı ayakta tutmak ve buradan bir hedefe ulaşmak. İmralı, “demokratik toplum ve barış” demedi, “barış ve demokratik toplum,” dedi. Böyle anlaşmışlar. Ben niye bunu bozayım ki? “Devlet kandırıyor mu?” diye sorabilirler. Diyelim ki kandırıyor olsun. Bence bu kötü bir kandırma değil!
- Kandırılmakla neyi kastediyorsunuz?
Şunu kastediyorum: Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler’in bize verdiği bilgiye göre 2013 süreci bozulduktan sonra 10 bine yakın insan yaşamını kaybetmiş. Bir sürecin başarısızlıkla sonuçlanmasının maliyetine bakar mısınız? Korkunç! Hiçbir yeni kazanım elde edilmese dahi silahlı mücadelenin sonlandırılması en büyük kazanımımızdır. Ve biz bu mücadeleyi insanlarımız yaşıyorken de verebiliriz. Komisyonda dinlenen bir Barış Annesi’nin “Vatan sağ olsun ama çocuklarımız da sağ olsun” sözünü unutmayalım. Bu sözün başka bir versiyonu da “parti sağ olsun ama çocuklarımız da sağ olsun’dur.”
- Kardeşlikten, demokratik toplumun inşasından; halkların oluşturulacak anayasal, yasal, hukuksal bir zeminde kendi kültürleriyle bir arada yaşayacakları bir demokratik sistemden söz edilirken, komisyonda asker ve barış anneleri dinlenirken Nezahat Teke’bin anadilinde Kürtçe konuşmasına izin verilmemesine ne diyeceksiniz? Komisyonun işlevi kardeşlikse bir anne anadilde nasıl konuşamaz?
Yanlış. Tercüme hizmeti verilmemesi yanlış. Peki ne yapsaydık? Komisyonu mu terk etseydik? Bu yanlışlığı tespit ediyoruz. Orada itiraz ettik, söyledik. Sayın Numan Kurtulmuş kuruluş öncesi yürüttüğü diplomasi ve toplantılarda inanılmaz bir esneklik içerisinde ve muhalefetin taleplerini karşılamaya çaba gösterdi. Keşke bir tercüme imkânı sağlansaydı. Meclis pratiği açısından da kıymetli olurdu. Ama olay öyle gelişti.
- Yanılış olduğunu tespit etmek yeterli mi?
Süreç içerisindeki hataları tespit etmemiz ve eleştirmemiz bizi sürecin tamamını sorgulayan bir yere savurmamalı. Hataları normalleştirmeden eleştirmekle “bunu bile beceremeyen insanlar süreci nasıl yönetecek?” iki farklı cümle. İtirazımızı kayda geçiriyoruz. Bunun doğru olmadığını söylüyoruz ama yine de süreci ayakta tutmaya çalışıyoruz. Cumartesi Anneleri’ne şöyle dedim. “İnşallah bir daha Meclis’e gelip derdinizi anlatmak zorunda kalmazsınız. Bu süreç derdimize deva olur. Bu amaçla yürütülen son süreç olur.” Neticede sürecin hataları da ciddi bir tecrübedir.
- Cumartesi Anneleri dertlerini anlatmak için oraya geldiği gün özellikle 90’lı yıllarda faili meçhullerin, gözaltında kayıpların sembolü Beyaz Toros’un Meclis’in önünde yakılması kime verilen bir mesajdı?
Ben bunun bir tesadüf olduğunu düşünmüyorum. Ama bizim bu ve benzeri işlerle geri adım atacağımız düşünülemez. Bir arkadaşım çok hoşuma giden bir espri yaptı. “Örgüt silahları yaktığına göre devlet de Torosları yakıyor” dedi. Yani böyle metaforik anlamlar yükleyebiliriz. Belki biraz espri ihtiyacımıza, biraz da umut ihtiyacımıza karşılık gelsin diye bunu aktardım. Ama bu mülakatı okuyan arkadaşlar da beni böyle bir jargonla çok pragmatist olarak etiketlemesinler diye şunu da kayda geçirmek isterim: DEVA Partisi’nin parti programı hukuk, özgürlükler ve demokrasi ile başlar. Kendi parti programında güçlü bir Ademi merkeziyetçi ve güçlü yerel yönetimleri savunur. Anadilde eğitimin önündeki engelin kaldırılmasını, Anayasal vatandaşlığı, kamu hizmetlerinin kullanımında Kürtçe’nin ve diğer dillerin özgürleştirilmesi gerektiğini savunur.
- Komisyon tutanaklarına Kürtçe dili üç nokta olarak konulmuş. Önceki dönemlerde de bilinmeyen dil olarak ifade ediliyordu. Süreç ile ilgili adımlar atılmaya çalışılıyorken, hele de komisyonda halen bunlar nasıl olabiliyor?
Bu konuda Genel Başkanımızın Meclis’te X ya da bilinmeyen dil diye her bir tutanak oluştuğunda vermiş olduğu tepkiler vardır. Bu süreçte katı ilkesel tutumlar yerine süreci ayakta tutacak ve bir adım ileriye taşıyacak perspektiflere ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. O nedenle komisyonda tercüme meselesini krize çevirmedik. Bahsettiğiniz demokratik toplumun inşasına dair beklentiler noktasında Erdoğan’ın ve Bahçeli’nin konuşmaları, yazılarına baktığımızda önemli detaylar da görüyoruz.
- Nedir bu önemli detaylar?
Sayın Cumhurbaşkanı AK Parti Büyük Kongresi’nde beş ayaklı reform paketinden söz ediyor. Sosyal haklar, temel haklar, devletin ideali ve siyasi düzen düzenlemeleri diye ifade edilen üç başlık içerisinde Kürt meselesini ilgilendiren önemli hususlar olduğunu düşünüyorum. Efkan Ala başkanlığında bir heyet bir buçuk yıldır bunu çalışıyor. Sayın Devlet Bahçeli ile Sayın Feti Yıldız’ın açıklamalarının izini sürmek de çok kıymetli. Bu konuda bir yazı da yayınladım. Mümkünse röportaj içinde o yazıya link de verilebilirse sevinirim.*
Bugün siyaset, toplum, uluslararası akış, tarih, Türkiye’ye bir muhasebe dayatmışsa ve görünürde Sayın Devlet Bahçeli ile Sayın Recep Tayyip Erdoğan bu muhasebenin gereğini yapmaya cesur bir şekilde adım atmışsa, on yıllık otoriter milliyetçi bir dilden sonra tekrar İmralı’nın kapısını çalmanın normalleştiği bir döneme geçtiysek, biz de çok maksimalist olmadan, temel hedeflerini kaybetmeyen ama sürece esnek bir şekilde destek veren bir yerden olaya bakmalıyız.
- Geçmişte Susurluk Komisyonu, İnsan Hakları Komisyonu gibi birçok komisyon kuruldu. Raporlar yayınladı ama somut çözüm ortaya konamadı. Komisyon demokrasi ve demokratikleşme konusunda nerede duruyor? Nasıl bir dönemin tetikleyici gücü olabilir?
Bu komisyonu 100 yıllık bütün problemlerin yükünü çözme sorumluluğu altına alırsak, korkarım ki eve dönüş yasasını bile çıkartamayız. Önceliğimiz eve dönüş yasası olmak zorundadır. Sonra da bir perspektif ortaya koymaktır. Mesela karşısında Meclis Başkanı, 11 partinin temsilcisi varken ve birçoğu bu görüşlere katılmıyorken Cumartesi Anneleri’nin komisyon nezdinde yaptığı konuşmaların eksiksiz ve sansürsüz olarak tutanağa geçmesini, bu söylemin eleştirel olarak tartışmaya açılmadan toplantının kapatılmış olmasını Numan Kurtulmuş’un süreç yönetimine dair bir hassasiyeti olarak kayda geçirmemiz gerekir.
- Bunu komisyonun işlevi ve işleyişiyle ilgili olarak nereye bağlıyorsunuz?
İktidara “sürece yasa, topluma hukuk, demokrasi, adalet lazım. Hukuk, demokrasi ve adaleti bütün toplumsal kesimler için istiyoruz. Sadece Kürtler için değil, ülkenin toplam demokratik altyapısının yükselmesi gerekir” diyoruz.
Bu komisyon her şeyi çözemez. KHK’larla ilgili, devam eden yargılamalarla ilgili, hasta hükümlü tutuklularla ilgili, gözaltı, tutuklama furyasıyla ilgili rahatlamalara vesile olabilir. Kendi raporunda yüzyıllık meselelere iz bırakarak bir perspektif sunabilir. Mesela geçtiğimiz oturumda İHD, Mazlum-DER, İHH ve Tahir Elçi Vakfı’nın önerileri kayda geçti. Farklı gelenekleri temsil eden bu derneklerin sözlerinde birbirleriyle çelişen bir cümle olmadığı gibi yüzde doksan sekizi ortak ifadeler içeriyordu. İnsanlar bunu görüyor ve izliyor. Bu ortaklaşmanın siyaset üzerinde yarattığı bir değer ve etki vardır muhakkak.
- Herkes bunun sorumluluğunun bilincinde mi?
Komisyonun işleyişi ve esnekliği umut veriyor. Ancak neticede eve dönüş yasası, yargı uygulamalarında dönemsel rahatlamalar ve nihai raporda büyük bir perspektifin siyasal ve felsefi izleri dışında bir şey beklenirse korkarım ki hayal kırıklığı olur. Komisyon Türkiye’nin yüzyıllık meselelerini 31 Aralık 2025’e kadar çözebilecek kudrette bir ekip değil. Böyle bir beklenti gerçekçi de değil.
- Bu keskin bir söylem oldu. Neye göre bunu söylüyorsunuz?
Rasyonel olarak mevcut durumu anlatmaya çalışıyorum. Başka bir röportajda size çatışma çözümü bilimi ve tecrübesinin ışığında ideal bir silahsızlandırma sürecinin nasıl olması gerektiğini ayrıca anlatabilirim. Ama şu an olanı ve olabilecek olanı konuşuyoruz. Sorumluluğumuz okuyucuya makul olanı sunmak. Bu tip süreçlere desteği artırmanın bir yolu da beklenti yönetimidir. Başta da söylediğim gibi ideal ya da mükemmeliyetçi yaklaşımlarla beklentiyi yükseltip hayal kırıklığı yaratmamak gerekir
- 2013- 2015 süreci Suriye ve Rojava eksenli olarak tıkandı ve masa devrildi. Bugün sürecin yine ağır ilerliyor olması Ortadoğu’da Türkiye’nin zaman kazanma politikasından mı kaynaklanıyor? Her koşulda Kürt sorununun çözümü bir zorunluluk değil mi?
Bahçeli çağrısını yapınca bir devlet yetkilisine “Bir önceki süreç Suriye nedeniyle bozulmuştu, eğer Suriye’nin nasıl çözüleceğine dair bir ön kabulle bu süreci başlatmamışsanız çok büyük bir hata içerisindesiniz” dedim. Devlet, maksimalist tutumlardan uzak bir şekilde Suriye ile ilgili bir çözüm perspektifine sahip olmak zorundadır. Suriye’deki Kürtlerin de kendi içlerindeki çoğulculuğu arttırmak ve Şam’la optimum bir noktada buluşmak gibi bir esnekliğe ihtiyacı var. Uluslararası sistem 2020’den bu yana Ortadoğu’da bir yeniden politikasına yöneldi. Bu yeni yaklaşım, İsrail’in güvenliğinin göreceli arttırılmasını, İran’ın etki alanının küçültülmesi ve vekalet güçlerinin ortadan kaldırılmasını, kalkınma yolunun güvenliğe kavuşturularak Ortadoğu’nun bakir petrol ve doğalgaz yataklarının Avrupa’ya naklini, Ortadoğu’nun stabil hale getirilerek Çin’le siyasi ve ticari kapışılmasına hazırlık yapılmasını içeriyor.
- Türkiye bu dizayn içerisinde kendini nereye oturtuyor?
Bütün bunlar yeni bir konsept ve yeni bir düzene işaret ederken Türkiye de süngüsünü düşürdü. Yani İhvancı, Osmanlıcı, yayılmacı çizgiden NATO aklı ve güvenliğiyle uyumlu bir çizgiye döneceğinin sözünü verdi. “Ortadoğu’nun yeniden dizaynında İran’dan boşalan yere ben talibim. Sizi rahatsız eden eski alışkanlıklarından vazgeçtim” dedi. Ama böyle bir rolün kaçınılmaz ihtiyacı da Kürtlerin önce kendi içinde sonra da Irak’la, Şam’la, Türkiye ile belki de Tahran ile yeni düzleme geçmesidir. Bence Suriye’deki ve Irak’taki gelişmeler de bunu teyit ediyor. Böyle bir ortamda Türkiye’nin Kürtlerle kavga etme lüksü yok. Kendi menfaati için de böyle bir kavgaya yer yok. Uluslararası denklemde de yok. O yüzden maksimalist talepler, söylem ve retoriğe rağmen Suriye’de taraflarla optimal bir noktada buluşulacağını düşünüyorum.
- Siyasetin toplumda barış umudunu güçlendirmesi gerekmiyor mu sizce? Burada bir eksiklik yok mu?
Doğru ama biz elimizden geleni yapıyoruz. Türkiye 13 kere denedi, niye olmadı? Bu sefer olması için neye dikkat etmek gerekiyor? İronik ama gerçek bir durum var. 2013 sürecini kimse bitirmedi. Süreç hala buzdolabında. 2013 çözüm süreci o kadar doğru ve değerliydi ki hiç kimse ben süreci bitiriyorum deme cesaretine sahip değildi. Herkes buzdolabında dedi. Ne Kandil’den, ne Ankara’dan süreç bitmiştir cümlesini duyan yok. Ama o kadar yanlış yönetildi ki ne Ankara, ne Kandil bugün oraya sahip çıkamıyor. Bunun da muhasebesini yapsınlar.
- Ne Ankara ne Kandil sahip çıkamıyor dediğiniz yerden neye dikkat çekiyorsunuz?
Sürecin bozulmasının bedeli o kadar ağır oldu ki kimse sürecin başarısızlığında kendine pay çıkartmadı. Geçmişi şu aşamada yargılamayalım ama bu süreci öyle yürütelim ki, yarın pişman olmayalım. Yarın keşke gençlerimiz Cizre’de, Nusaybin’de ölmeseydi demeyelim. Yarın Ankara’da, Diyarbakır’da keşke bombalar patlamasaydı demeyelim. Herkesin kendi duruşunu, rengini kaybetmeden daha yumuşak bir pozisyona geçişi gerekir. Herkesin bu süreci başarıyla tamamlanma ve bu sürecin bir bozanı olmama sorumluluğu var.
- Komisyonun önünde nasıl bir çalışma programı var?
Önümüzdeki hafta iki gün çalışılacak. Sağlığı elverişli olan 10 eski meclis başkanı gelip konuşacak ve bu da önemli bir tecrübe aktarımı olacaktır. Ertesi gün de muhtemelen Türkiye Barolar Birliği, İstanbul, Ankara, Diyarbakır baroları dinlenilecek ve önerileri alınacak. Ekim ayının başına kadar bu dinlemeler devam edecek. Dünya örneklerini de akademisyenler gelip anlatacak ve fesih, silahsızlandırma, entegrasyon konuşulacak. Ekim ayının başında muhtemelen bir Eve Dönüş Yasası komisyonun tartışmasına açılacak.
- Komisyon bir sonraki evrede Abdullah Öcalan’la bir araya gelir mi?
Böyle bir talep olduğunu duyuyoruz ama henüz komisyonun gündemine gelmişti.
- Mehmet Emin Ekmen’in derdi nedir?
Bizim yaşadıklarımızı çocuklarımız yaşamasın. Türkiye bütün renkleri, kesimleriyle hak ettiği refahta, özgürlükte ve mutlulukta yaşanılabilir bir ülke olsun.
www.perspektif.online/bahcelinin-tutumu-ikinci-yuzyilin-anahtari-olabilir-mi/