Suça sürüklenen çocuklar Mattia Ahmet Minguzzi cinayetiyle birlikte oldukça alevlenmiş bir konu haline geldi. Şiddet sonucu vahşice öldürülen bir çocuğun failleri de çocuk ve olay oldukça karmaşık bir hal almaya başladı. Suça sürüklenen çocuklar olgusunun asıl nedenlerine, kökenlerine dikkat çeken ve kapsamlı bir çözüm önerisi dile getiren hemen herkes linçe uğruyor ve ilk bakışta anlam verilemeyen bir öfkenin dile gelişine tanık oluyoruz.
Öfkenin dile geliş biçimi büyük oranda, toplumun şiddetten arındırılması ya da suçların asıl kaynaklarının önlenmesi ile ilgili özgürleştirici bir pratiğe işaret etmiyor. Daha çok hınç, kin ve daha otoriter bir yasal düzene işaret eden bir çağrıyla yapılıyor. Daha da vahimi şiddet ırksallaştırılıyor. Buna göre suça sürüklenen çocuklar ekseriyetle Kürt, Afgan ya da Suriyeli göçmen. Bu ırkların/milletlerin zaten eğitimsiz ve suça meyilli olmaları bu olgunun asıl nedeniymiş.
Ceza infaz yasasında değişiklik yapılmasına yönelik çağrılar Adalet Bakanlığı tarafından da memnuniyetle karşılanıyor ve bu konuda bir çalışma yapıldığı bizzat bakanlık tarafından ifade ediliyor. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, 18 yaş altındaki çocukların karıştığı şiddet olaylarının arttığına dikkat çekiyor! ve bu konunun üzerinde titizlikle durulması gereken bir konu olduğunu da ifade ediyor. Bizzat bakan tarafından yapılan bu açıklamayla beraber oldukça tartışma getirecek bir yasa tasarısının gündeme geleceğini öngörmek zor değil.
Bir istatistik kurumu gibi suç oranlarının artışını bizlerle paylaşan Adalet Bakanı’nın argümanlarını çürütmeye elbette çalışmayacağız. Eğer salt olgularla ya da ampirik verileri yorumlayıp hareket eden gözlemciler olsaydık bu tartışmayı ırksallaştırarak yürütenlere de hak verirdik. Ancak konu bizzat ülkedeki rejimle ilgili ve rejim tartışması yapmadan bu tartışmayı agresif bir şekilde sürdürmenin sanıldığı kadar masum olmadığı da ortada.
Kürt sorunu ve mültecilerin yüz yüze kaldıkları insanlık dışı koşulların yanı sıra ülkenin her tarafında neoliberal çürümeyle birlikte giderek büyüyen devasa işsiz yığınlar var. Okul ya da işyerinde olmayan 2 milyon genç, yoksul emekçi mahallelerinde hegemonya kuran ve nedense istedikleri gibi at koşturmalarına müsaade edilen suç çeteleri var. Yine yoksul mahallelere yığılmış ve ucuz emek deposu işlevinin yanı sıra batı ile pazarlık kozu olarak kullanılan göçmenler var. Hiç alternatifleri olmayan, yoksullukla yoksunluğun iç içe geçtiği bu devasa yoksul yığınları içerisinde şüphesiz ki lümpenleşme kaçınılmazdır.
Suça sürüklenen çocuk tartışmalarına geri dönecek olursak, ABD başkentini militarize etmek için Washington DC’ye ulusal muhafızları yığan Trump’ın agresif söylemleriyle ülkemizdeki faşistleştirilmiş kıtaların söylemlerinin örtüşmesi tesadüf olmasa gerek. Washington’un göbeğindeki bir gasp girişimine adları karışan 15 yaşındaki iki çocuğun tutuklanmasının ardından çocukların da yetişkinler gibi yargılanmaları için bir yasa değişikliği yapılması gerektiğini belirten Trump şu sözleri sarf etmiş: “Belki de bu çok uzun zaman önce yapılmalıydı, o zaman bu inanılmaz genç adam ve diğer pek çok kişi şiddet suçunun dehşetini yaşamak zorunda kalmazdı.”
Dünya genelinde yükselişte olan 21.yy faşizmi birçok veçhesiyle hegemonya kurmaya çalışıyor. Çocuk suçlarının ortaya çıkış koşullarından bağımsız bir şekilde çocukların itaate ve disiplin altına alınmaya zorlanma çabası da bu veçhelerden bir tanesi. Minguzzi cinayeti sonrası yükselen tartışmalara Adalet Bakanlığı’nın müdahil olması tepkilere daha fazla kayıtsız kalamamasından ya da çözüm odaklı bir yaklaşım geliştirmek istemesinden kaynaklı değil. Rejim dönüşürken şimdi, gözlerini suç ortamında açmış çocukların disipline edilmeleriyle sınırlı bir tartışmada buluyoruz kendimizi. Bu tartışmalarda ise “suça meyilli ırkların” çocuklarının cezalandırılması istemi suçu önlemek yerine daha sıkı yasal düzen, daha fazla baskı, daha fazla cezaevi talep etmekten başka bir şey önermiyor.
Sürekli güvenlik alarmı faşizmin işlevsel bir silahıdır. Sokak hayvanlarına yönelik vahşi önlemler içeren yasa değişikliği beraberinde daha karmaşık sorunlar getirdi. Yasadan aldıkları güçle sadistleştirilmiş bir kitle daha vahşi katliamlar yapmaya ve bunu daha aleni yapmaya başladı. Güvenlik kaygıları adıyla geçirilen bu yasa kitlesel psikopatolojinin yayılmasını hızlandırıcı bir etki yarattı. Bu iktidar tarafından suça sürüklenmiş çocuklarla ilgili yapılacak herhangi bir yasal düzenlemenin de ufku sadece rejimin bekası ve hegemonyasıyla ilgili olacağından sorunu daha da derinleştirmekten ve toplumu daha fazla çürütmekten başka bir işlevi olmayacaktır.
Yaşananlar aslında kapitalizmin yaşadığı tıkanıklığın yarattığı sorunlar. Bu sorunlar çözülmek bir yana giderek daha da yayılım gösterecek, daha fazla derinleşecek. İşsizlik ve yoksulluğu ortadan kaldırmak bir yana daha fazla körükleyen politikalar hayata geçiriliyor. Ortaya çıkan bu “atık nüfus”u ise kontrol altına almak amacıyla yeni ceza yasaları çıkarmak, atık nüfusu şehirlerin taşralarında depolarcasına doldurmak ve bu nüfusu gerektiğinde cezaevlerine doldurmaktan başka bir çare kalmıyor geriye. Dolayısıyla her türlü şiddet, piskopatoloji ve sadizmin daha fazla boy vermesi için gerekli koşullar da bir yandan oluşuyor.
Diğer yandan da temiz/steril kentler, yani yoksullardan, suça meyilli unsurlardan temizlenmiş ve üst gelir gruplarının barındığı yüksek güvenlikli, ajan ağları ve ileri izleme/dinleme teknolojileriyle çevrilmiş kent merkezleri… Distopya gibi görünse de gidişat bu yöne doğru olmuyor mu?