Kadınlar mekânsızlaştıkça toplumsal ilişkilerden dışlanmakta; üretimden ve hafızadan mahrum bırakılmaktadır. Evin içine hapsedilen kadın, kendine ait zamanı da kaybetmekte; patriyarkanın görünmez sınırlarıyla çevrilen yeni bir kamusal dışlanma yaşamaktadır
Berivan Güneş
Zinnar Bahçeleri, Mardin’in Mezopotamya’ya açılan güney yamaçlarında uzanan; kadın emeğinin, doğayla kurulan kadim ittifakın ve kolektif hafızanın cisimleştiği bir yaşam alanıdır. Mardin Zinnar Bahçeleri (ya da yerel halk arasında bilinen adıyla sadece “Zinnar”), Mardin’in bağcılık kültürüyle öne çıkan, tarihi ve doğal bir bölgesidir. Bu alan; özellikle bağ evleri, üzüm bağları ve su kanallarıyla öne çıkan, yüzlerce yıldır Kürt ve Süryani halklarına ev sahipliği yapan doğa-kültür ortak alanıdır.
Bu alan sadece ekonomik değer taşıyan bir üretim sahası değil; aynı zamanda kadınların doğayla ve birbirleriyle kurduğu dört dörtlük bir dayanışmanın, mevsimlerle ritim tutan bir hayat bilgisinin mekânıydı. Ancak bugün Zinnar, neoliberal kent politikalarının, patriyarkal planlamanın ve sermaye odaklı rant projelerinin hedefinde; sessizliğe ve betona gömülmektedir. Bu yazı, Zinnar Bahçeleri’nde yaşanan doğa ve hafıza tahribatını, demokratik-ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigma perspektifiyle ele alarak kadının emeğinin, mekânının ve tarihsel öznesinin nasıl yok sayıldığını tartışmayı amaçlamaktadır.
Zinnar; kadınlar için bir yaşam alanı, bir hafıza damarıydı
Zinnar Bahçeleri, yüzyıllardır kadınların doğayla kurduğu örgütlü bir yaşam pratiğinin parçasıydı. Kadınlar bu bahçelerde sadece üretmedi; aynı zamanda anlattı, paylaştı, öğretti ve öğrendi. Pekmez kaynatma, dut silkme, sebze kurutma gibi etkinlikler sadece ev ekonomisine katkı değil; aynı zamanda toplumsal bellek inşasının birer aracıydı. Bu emek pratikleri, kadınların mevsimsel zamanla kurduğu ritmik ilişkinin, doğaya dört elle tutunuşunun göstergesiydi. Aynı zamanda bu işler, kuşaktan kuşağa aktarılan kadın bilgeliğinin ve kadınlar arası kültürel aktarımın bir zeminini oluşturuyordu. Zinnar, kadının sesiyle, bedeniyle, emeğiyle var olduğu ve özneleştiği bir dünyaydı.
Kentleşmenin kadınsızlaştırıcı yüzü
Zinnar’da yaşanan dönüşüm sadece doğal unsurların ortadan kalkmasıyla sınırlı değildir. Bu dönüşüm, kadının köklendiği toprakla ilişkisinin koparılması, onu kamusal alandaki üretici rolünden soyutlama sürecidir. Erkek egemen kent planlaması, Zinnar gibi doğayla kadın arasındaki bağı besleyen alanları hedef alarak kadının kamusal yaşamdaki görünürlüğünü azaltmaktadır. Bugün yerli halk, bağlarına sadece fiziksel olarak değil; duygusal ve sosyoekonomik olarak da yabancılaştırılmaktadır. Beton duvarlar yalnızca birer inşaat öğesi değil; kadınların yaşam alanlarına çekilmiş sınırlar, görünmez duvarlar haline gelmiştir.
Kültürel soykırımın sessiz yüzü
Zinnar Bahçeleri’nin yok edilmesi yalnızca bir ekolojik yıkım değil; aynı zamanda ekonomik çıkar uğruna gerçekleştirilen kültürel bir tasfiyedir. Son yıllarda bölgede yükselen villa projeleri, yüksek duvarlı özel mülkler ve imar değişiklikleriyle birlikte organize arsa manipülasyonları, Zinnar’ı yerli halktan ve özellikle kadınlardan koparmaktadır. Bu dönüşüm, ortak yaşam alanlarını gasp ederek onları dışlayan yeni bir mekânsal rejim yaratmıştır. Arsa spekülasyonlarıyla desteklenen bu süreç, mülkiyetin ve yaşam hakkının belirli zümrelere devredildiği bir sömürgecilik biçimidir.
“Turizm” adı altında meşrulaştırılan bu müdahaleler, kadınların toplumsal hafızasını ve üretim alanlarını yok saymakta; bu topraklara yalnızca sermaye gözlüğüyle bakan erkek egemen bir anlayışı yeniden üretmektedir. Yerel kültür, ziyaretçiye pazarlanacak bir folklora indirgenirken; yaşayan hafıza ve üretici kadın kimliği görünmez kılınmaktadır.
Kolektif hafızanın susturulması: Anlatıların beton altında kalması
Zinnar sadece üretim değil; aynı zamanda anlatının da mekânıydı. Ninelerin, annelerin ve komşuların sözleri bu topraklarda yaşardı. Dut ağacı altında anlatılan masallar, şıra kaynarken paylaşılan yaşam tecrübeleri, hafızanın kuşaktan kuşağa aktarıldığı yegâne alanlardı. Ancak bugün, kalkınma ve turizm adı altında yapılan girişimler bu kolektif hafızayı silmeye, kadının anlatısal varlığını susturmaya yöneliktir. Toprağın belleği, kadınların sesiyle bütünleşmişken bu ses artık susturulmakta, hafıza silinmeye çalışılmaktadır. Yerel bilgi, ataerkil sermaye düzeninin dayattığı projelerde yer bulamamakta; kadınların ürettiği anlam değersizleştirilmektedir.
Zinnar’da kadınlar mekânsızlaştırılıyor
Kadınlar için Zinnar sadece emek verdikleri bir alan değil; aynı zamanda sosyalleşme, deneyim aktarımı ve dayanışma alanıydı. Bu alanların yok edilmesi:
Kadının zaman ve mekân üzerindeki tasarrufunun kaybına,
Kamusal varlığının silinmesine,
Bilgi ve deneyimin kuşaktan kuşağa aktarılamamasına neden olmaktadır.
Kadınlar mekânsızlaştıkça toplumsal ilişkilerden dışlanmakta; üretimden ve hafızadan mahrum bırakılmaktadır. Evin içine hapsedilen kadın, kendine ait zamanı da kaybetmekte; patriyarkanın görünmez sınırlarıyla çevrilen yeni bir kamusal dışlanma yaşamaktadır.
Demokratik ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigmadan bir bakış
Kadın özgürlükçü ve demokratik-ekolojik paradigma doğayı ve toplumu birbirinden ayrı değil; iç içe geçmiş, karşılıklı ilişki içinde var olan yapılar olarak görür. Bu anlayışa göre doğanın tahribatı ile kadının tahakküm altına alınması aynı zihniyetin ürünüdür. Zinnar’da yaşanan yıkım, hem ekolojik yaşamın hem de kadın emeğinin hedef alınmasıdır. Direniş sadece bir çevre savunusu değil; aynı zamanda kadınların kendini yeniden var etme mücadelesidir.
Demokratik-ekolojik yaklaşım, karar alma süreçlerine halkın ve kadınların katılımını esas alır. Zinnar gibi alanların geleceği, sermaye çevrelerinin değil; bu topraklarda yaşayan, üreten, koruyan insanların ve kadınların söz hakkı temelinde belirlenmelidir. Kadın özgürlükçü bakış açısı ise bu mücadelenin öznesi olarak kadının bilgisini, deneyimini ve doğayla kurduğu yaşam biçimini merkeze alır.
Bu bir ağıt değil, yaşamı savunma çağrısıdır
Zinnar’da yıkılan yalnızca doğa değil; kadınların yaşamla kurduğu ilişkiler bütüncül bir şekilde hedef alınmıştır. Bu yazı bir ağıt değil; Zinnar’ın yeniden bir yaşam alanı, bir hafıza mecrası, bir dayanışma çatısı hâline getirilmesi için bir çağrıdır. Bu çağrı, toprağın sesine, kadının bilgisine, hafızanın izine kulak veren herkes için hâlen geçerlidir. Zinnar yaşarsa biz de yaşarız. Çünkü biz, toprağın diliyle konuşan, hafızayı elleriyle yoğuran kadınlarız.