“Çözüm denilen şey, her durumda yapılacak doğru bir şeyin bulunma zorunluluğudur.”
J.V. Neumann
“Meşruiyet” kavramını daha çok Weber’in çalışmalarından biliyoruz. Weber, meşruiyeti, siyasi rejimlerin istikrarı ve sürekliliğinin temel dayanağı olarak görür. Kavram olarak meşruiyet, bir hareketin, hükümetin, rejimin, siyasal partinin, yönettiği halk tarafından kabul görmesidir. Meşru bir rejimde hukuka uygun hareket etmek yetmez, aynı zamanda rejimin varlığı ve pratiklerinin kamu tarafından onaylanması gerekir. Özetle meşruluğa kimlerin karar verdiği kritik önemdedir. “Meşruiyet krizi” ise kavramsal olarak Habermas’ın “Kapitalizmin Krizleri” olarak (ekonomik kriz, rasyonalite krizi ve motivasyon krizinin yanı sıra) ifade ettiği dört krizden biridir. Meşruiyet krizi politik yapıların çoklu sorunlara çözüm olamadığı eşiklerde ortaya çıkar.
Dünyada genel olarak bir meşruiyet krizi yaşanıyor olsa da bazı ülkelerde bu kriz daha derinden yaşanmaktadır. Yeni Suriye bu ülkelerin başında gelmektedir. Suriye’yi yöneten HTŞ, hegemonyanın desteğine rağmen halkın meşruiyetini kazanamıyor. Birçok devletin desteğini almasına rağmen hala Esad’ın ve Kürtlerin yakaladığı meşruiyetin çok gerisinde.
Güçlü bir meşruiyetin teminatı, adil bir hukuk ve sağlam bir güvenlik sistemidir. Yeni Suriye’de Sünni Arap kesiminin bir kısmı dışında yaşayan hiçbir topluluğun ne hukuku ne de güvenliği var. HTŞ halkın güvenliğini ve hukukunu sağlamlaştırmak bir yana tehdit edici bir pratik sergiliyor. Bu nedenle hegemonya destekli meşruiyetini giderek kaybediyor.
Mevcut kafayla HTŞ’nin yaşadığı meşruiyet krizi daha da derinleşecek gibi görünüyor. Hele de Kürtleri doğrudan karşılarına alırlarsa. Çünkü uluslarası toplum ve siyaset, hakeza Suriye’deki birçok dinamik, Suriye’nin en meşru gücü olarak HTŞ’yi değil, Kürtleri görüyor. Türkiye kendi Kürt meselesini çözmek için başlattığı süreçle birlikte bu hakikatin bir kısmını kabul etmiş olsa da fazlasıyla gelgit yaşıyor. Kürtlerin yükselen meşruiyetine yönelik rahatsızlığını güvenlik sorunuyla maniple ediyor. Yeni Suriye’de tüm dinamikleri kendi güvenlikçi lensleriyle meselelere bakmaya zorluyor.
Türkiye’nin Kürt meselesine yönelik güvenlikçi perspektifi başından beri sorunluydu. Bu sorunlu perspektif bir kez daha köpürtülüyor. Bu perspektifin bir parçası olarak, Kürt kırımı için yıllarca bölge ülkelerinin katılımıyla devrede olan “sömürge diplomasisi” Ankara-HTŞ mutabakatıyla güncellenmek isteniliyor. İran için şu an bu diplomasi öncelikli değil; Irak pasif ve başarısız, Suriye ise yıkıldı. Buna rağmen Türkiye yeni Suriye ile sömürge diplomasisini yeniden ayağa kaldırmak istiyor.
Diplomasinin temel başlığı elbette güvenlik. Türkiye Kürt meselesinde uyguladığı elli yıllık güvenlik teorisini, pratikleri ve retorikleriyle birlikte, Suriye Kürtlerine karşı bir kontra hareketine dönüşme ihtimali yüksek, meşruiyeti zayıf olan HTŞ’ye transfer etmeye çalışıyor. Ankara, Kürtleri başkalarına yem eden yöntemlerden vazgeçmiyor. Sudani’ye, Colani’ye Kürtleri nasıl bitireceklerini öğütlüyor. Kürtlere Sudani’nin, Colani’nin marabaları olarak kalmayı tavsiye ediyor. Kısacası Türkiye, Kürtlere hem güvenlik ve hukuk açısından hem de bölgesel denklemden dışlanan ölü bir konum öneriyor.
Türkiye’nin yeni Suriye Kürtlerine yönelik maksimalist beklenti ajandası içerdeki Kürtlerle yürüyen sürecin altını oyduğu gibi Türkiye’nin de içerde ve dışarda yaşadığı meşruiyet krizini derinleştiriyor. Hakeza güvenlikçi damarın Kürt meselesini farklı gerilimlerle sürdürme arzusu Ankara’nın dış politikada manevra alanını daraltıyor. Türkiye, mevcut denklemin gelişmelerini, gerilimlerini, risk ve fırsatlarını görmekte gecikiyor. Meşruiyeti zayıf olan rejime orantısız destek ve değer verirken, meseleye fazlasıyla taraflı bakıyor. Sünni Arapları Suriye’nin yeni efendileri, geriye kalan halkları da onlara itaat etmesi gereken köleler olarak görüyor. Aklı selim olan politika, Türkiye’nin Suriye’de barışçıl ve objektif bir rol oynamasıdır; Suriye’nin, sadece HTŞ’nin değil orada yaşayan tüm halklara ait bir yurt olduğunu görmesi, Suriye’yi HTŞ’ye patentleyen ve arkasına dizilen mezhepçi politikalardan vazgeçmesidir. Gelişmelere rasyonel bakan bir Türkiye’nin derdi Suriye Kürtleri olmamalı. Kürtler şu an Suriye’nin en istikrarlı, en çok güven veren dinamiğidir. Bilakis Türkiye HTŞ krizini Kürtlerle ortak hareket ederek aşabilir.
Suriye sahasında yaşanan krizlerin kaynağında Türkiye’nin kendi Kürt meselesine odaklanmaması yatıyor. Bu durum, içerde yürüyen sürecin yeterince anlaşılmadığını gösteriyor. Oysa PKK’nin silah bırakma kararı, bölgesel ve küresel ölçekte jeopolitik etkileri olan, Türkiye siyasi tarihi, Kürt-Türk ilişkilerinin geleceği ve bölgesel risklerle baş etme stratejileri için tarihi düzeyde bir gelişmedir. Bu tarihi gelişmeyi bilince çıkarmak gerekiyor. Bu tarihi gelişmenin doğru anlaşılması, değerinin bilinmesi ve güncel hesaplara kurban edilmemesi son derece hayatidir. Zira Kürt meselesi, zekice manevraları bile kaldıramayacak kadar yıpratılmış bir meseledir.