Türkiye’de muhalefete yönelik baskı ve hukuksuzluk, Çağlayan Adliyesi’nde görülen bir davada bir kez daha gün yüzüne çıktı. Halkların Demokratik Kongresi (HDK) ve bağlantılı kişi ve kurumlara yönelik yürütülen soruşturma kapsamında, 18 Şubat’ta gerçekleştirilen şafak operasyonuyla gözaltına alınanların yargılamaları sürüyor. HDK operasyonu ile gözaltına alınıp bir bölümü ev hapsi bir bölümü cezaeviyle susturulmak istenen sol ve sosyalist çevrelerden aydınlar, işçi ve emekçiler adil bir yargılama yerine siyasi bir hesaplaşmanın hedefi haline getirilmiş durumda.
25 Eylül’de 6 kişinin İlk duruşmasında ortaya çıkan skandallar, bu davanın hukuki değil, siyasi bir operasyon olduğunu bir kez daha açıkça ortaya koyuyor.
Mahkeme başkanının tartışmalı geçmişi ve reddi hakim talebi, davanın ilk duruşmasında, Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) kararnamesiyle mahkemeye atanan başkanın, daha önce İstanbul 5. Sulh Ceza Hâkimi olarak görev yaptığı öğrenildi. Ancak bu isim, duruşmaya “raporlu” olduğu gerekçesiyle katılmadı. Daha da çarpıcı olan, bu mahkeme başkanının, 22 Şubat’ta aynı soruşturma kapsamında gözaltına alınan 11 kişi hakkında doğrudan HDK’yi suçlayarak tutuklama kararları vermiş olması. Bu karar, hem davanın esasına ilişkin bir kanaat oluşturması hem de Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) açık hükmüne aykırı olarak, soruşturmada görev alan bir hâkimin kovuşturmada da görev yapması nedeniyle hukuka aykırıydı.
Daha ilk duruşmada çarpıcı bir hukuksuzluk söz konusuydu. Avukatlar, bu durumu mahkemeye taşıyarak, raporlu olduğu için duruşmaya katılmayan mahkeme başkanı hakkında reddi hâkim talebinde bulundu.
Bununla da sınırlı olmayan gelişmeler yaşandı. Ayrıca, geçici olarak mahkeme başkanı kürsüsünde oturan heyet üyesinin de 27 Mayıs tarihli hukuka aykırı ara kararları nedeniyle daha önce reddi hâkim talebine konu olduğu ve bu sürecin henüz sonuçlanmadığı belirtildi. Bu nedenle avukatlarımız tarafından yargılamanın devam edemeyeceği reddi hakim talebinde ısrarlı oldukları uyarısı yapıldı.
Önce bir şaşkınlık ve avukatların girişimi ve hukuka uygun karar verilmesi çabaları karşısında bir direnme hali görülse de verilen aradan sonra mahkeme, avukatların taleplerini haklı bularak hem izinli mahkeme başkanı hem de daha önce reddedilen hâkimle ilgili sürecin sonuçlanmasını bekleme kararı aldı. Bu karar, hukuksuzluğun mahkeme salonunda açıkça tescillenmesi anlamına geliyordu.
Siyasi operasyonun hedefi: HDK ve muhalifler
HDK’ye yönelik bu dava, yalnızca bir grup insanın yargılanmasından ibaret değil; aynı zamanda sol, sosyalist, demokrat ve halkçı güçlerin, Kürt demokratik hareketiyle ittifak politikalarının cezalandırılmak istendiği bir siyasi operasyonun parçası. 13-15 yıl önceki ittifak politikaları ve süren ortak mücadele bugün yeniden kriminalize edilerek muhaliflere gözdağı verilmeye çalışılıyor. Tüm çalışmaları açık olan ve hala açık ve aleni olan HDK, iktidar tarafından “terör örgütü” ithamıyla karalanırken, bu dava üzerinden Kürt halkının eşitlik ve özgürlük talepleri susturulmak, Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesi engellenmek isteniyor.
Bu operasyonun en somut hedeflerinden biri de gazeteci-yazar Ercüment Akdeniz oldu. 18 Şubat’tan bu yana cezaevinde tutulan Akdeniz, özgürlüğünden yoksun bırakılarak, ifade özgürlüğüne ve basın özgürlüğüne vurulan bir darbenin göstergelerinden biri haline geldi. Bu dava, bireyler üzerinden, bir bütün olarak muhalif hareketleri hedef alıyor. Sol ve sosyalist güçlerin, Kürt demokratik hareketiyle dayanışması ve demokratik bir Türkiye için yürüttükleri mücadele, bu tür operasyonlarla bastırılmak isteniyor.
Hukuksuzluğa karşı kararlı duruş
Perşembe günü Çağlayan Adliyesi’nde görülen duruşmamız, hukuksuzluğa karşı kararlı bir duruşun sergilendiği bir arena oldu. Avukatların hukuki itirazları, mahkeme heyetinin skandal kararlarını bir bir ortaya döktü. Reddi hâkim talepleri ve yargılamanın devamına ilişkin uyarılar, adalet arayışının ne kadar güçlü olduğunu gösterdi. Böylece aynı zamanda bu dava, yalnızca ‘sanıkların’ değil, Türkiye’de demokrasi ve özgürlük mücadelesi veren herkesin davası haline geldi.
İktidarın muhaliflere yönelik baskı politikaları, ne yazık ki yeni değil. CHP, aydınlar ve muhalifler üzerinden süren hukuksuzluk aralıksız sürüyor. Ancak bu dava, hukuksuzluğun ve siyasi operasyonların vardığı noktayı çarpıcı olarak gözler önüne seriyor. Bir yanda demokratik toplum mutabakatı ve çözüm arayışları için çaba sarf edilirken, diğer yanda HDK’nin kriminalize edilmesi, sosyalist ve devrimci çevrelerin bu kapsamda susturulmaya çalışılması, çelişkili bir tabloyu ortaya koyuyor. Bu çelişki, iktidarın muhalefeti ezme stratejisinin bir parçası olarak değerlendirilebilir.
Mücadele devam ediyor
Türkiye’de muhaliflere yönelik baskılar, şafak operasyonları, gözaltılar ve hukuksuz yargılamalar, ne kadar yoğun olursa olsun, kararlı bir direnişle karşılaşıyor. Çağlayan Adliyesi’ndeki duruşma, bu direnişin bir sembollerinden biri oldu. HDK davası, sadece bir grup insanın yargılanması değil; aynı zamanda Türkiye’nin demokratik geleceği için verilen mücadelenin bir parçası. Kürt halkının eşitlik ve özgürlük taleplerini savunanlar, sosyalist ve demokratik güçler, bu tür operasyonlarla susturulamaz. Ev hapsi, hapishane ve yurt dışına çıkma yasağı gibi engellerle karşı karşıya kalan devrimciler bu mücadelenin bedelini ödeyenler arasında yer alıyor. Ancak tarih, baskılara karşı mücadele edenlerin her zaman haklı çıktığını gösteriyor.
Ancak şunu eklemek gerekir ki; adalet, yalnızca mahkeme salonlarında değil, sokaklarda, yazılan yazılarda, söylenen sözlerde ve dayanışmada inşa ediliyor. HDK davası, bu dayanışmanın ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha kanıtladı. İktidarın hukuksuzlukla muhalifleri ezme hesabı, ne kadar sistematik olursa olsun, başarıya ulaşamayacak. Çünkü bu mücadele, bir avuç insanın değil, eşitlik, özgürlük ve demokrasi isteyen milyonların mücadelesi. Çağlayan Adliyesi’nde görülen bu dava, sadece bir gösterge. Hukuksuzluk her alanda sürüyor. Ancak adalet arayışı, her zamankinden daha güçlü bir şekilde devam edecek.
