İHD Adana Şubesi’nin düzenlediği panelde, ekokırım, barış süreci ve demokratik çözüm tartışıldı; konuşmacılar güçlü bir mücadele çağrısı yaptı
İnsan Hakları Derneği (İHD) Adana Şubesi tarafından “Barış ve Ekoloji” konulu panel Selman-ı Pak Kültür ve Sanat Merkezi’nde gerçekleştirildi. Panele İHD Eş Genel Başkanı Avukat Eren Keskin, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Ekoloji Komisyonu Eş Sözcüsü ve Milletvekili İbrahim Akın ile İklim Adaleti Koalisyonu’ndan Çiğdem Özbaş konuşmacı olarak katıldı. Panelin moderatörlüğünü İHD Adana Şube Başkanı Avukat Yasemin Dora Şeker yaptı.
Panelin açılış konuşmasını yapan İHD Adana Şubesi Ekoloji Komisyonu Sözcüsü Hamit Karaoğullarından, kendi ülkelerinde tutsak yaşamak istemediklerini belirterek,”Yaşasın barış, yaşasın ekolojik yaşam” dedi.
Çiğdem Özbaş, ülkedeki ekokırıma değindi. Çiğdem Özbaş, geçtiğimiz hafta kamuoyuyla paylaşılan “Doğayla da Barış” raporunu aktararak, ekoloji mücadelesinin barış sürecine nasıl katkı sunabileceğini anlattı. Çiğdem Özbaş, 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde Adana Ekoloji Platformu tarafından duyurulan ve 86 ekoloji örgütünün imzasıyla hazırlanan raporu panelde paylaştı. “Bu çalışma bir ilk oldu” diyen Çiğdem Özbaş, batıdaki ekoloji örgütleri ile Kürdistan’daki mücadeleler arasında köprü kurulmasının önemine dikkat çekerek, “Kürdistan’da mücadelemiz, acımız, çığlığımız çoğu zaman duyulmadı. Bu raporla ortak bir söylem ve dayanışma geliştirebildiğimiz için onur duyuyoruz” ifadelerini kullandı. Kürdistan’daki ekokırıma dikkat çeken Çiğdem Özbaş, “Ekokırım hakikatleri bu ne demek, köy boşaltmaları demek. Bu ne demek meraların yasaklanması demek. Barajların Dicle’yi Fırat’ı kurutması demek” dedi.
‘Barış talebinin merkezine koyalım’
Hayatını kaybeden DEM Parti İmralı Heyeti üyesi Sırrı Süreyya Önder’in doğanın hak öznesi olarak tanınmasına dair önerisini hatırlatan Çiğdem Özbaş, bu çağrının takipçisi olacaklarını, doğanın hak öznesi sayılmasının ve ekokırımın (ekocid) iç hukuka suç olarak geçirilmesinin temel talepleri olduğunu vurguladı. Çiğdem Özdeş, “Silahları bıraksak, çatışma bitse bile barışçıl bir hayat için doğanın korunması gerekiyor. Oysa nesiller boyu süren tahribatlar yaşanıyor. Bu nedenle ekokırım kavramını sahipleniyoruz. 28 bin imzayla Meclis’e yasa teklifi götürdük, ancak biliyoruz ki vekiller üzerinden ilerliyor. Mücadelemiz devam edecek. Dayanışma ağlarını büyütelim, ekoloji mücadelesini barış talebinin merkezine koyalım” sözleriyle konuşmasını tamamladı.
‘Somut adımlar atılmalı’
İbrahim Akın da iktidarın doğayı talanını ve ekoloji mücadelesini anlattı. Akın, Muğla’da yarın “Temel Haklarımızdan Vazgeçmiyoruz, Toprağımızı Vermiyoruz” konulu mitinge değindi. İktidarın yaptığı enerji anlaşmalarına işaret eden Akın, “Bizim yer altı ve yer üstü varlıklarımızın hepsini uluslararası sermayeli iş birliği içerisinde peşkeş çekmeye çalışıyorlar. Açık bir sömürgeciliği politikasını yapıyorlar” diye konuşarak, buna karşı ortak mücadeleyi yükseltme çağrısı yaptı. Kürt meselesinin çözümüne yönelik kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’na değinen Akın, “Bu sürecin uzaması, provokasyonlara ve sabote girişimlerine kapı aralar. 2013-2015’te yaşanan masa devrilme sürecinin tekrar etmemesi için somut adımlar atılmalı” diye konuştu.
‘Güçlü bir mücadeleye ihtiyacımız var’
“Mücadele etmeden müzakerenin başarılı olması mümkün değil. Barış için daha aktif ve güçlü bir siyasal duruş gerekiyor” diyen Akın, 1 Ekim’de başlayan görüşmelerin Devlet Bahçeli üzerinden yürütülmesini “iktidarın toplumsal kutuplaşmayı azaltma stratejisi” olarak değerlendirdi. Bahçeli’nin temsil ettiği siyaset çizgisinin milliyetçilik ve ırkçılık üzerinden şekillendiğini belirten Akın, “Bu tercihle toplumsal kutuplaşmayı yönetmeyi amaçladılar. Politik analiz olarak bakıldığında bu adım stratejik olarak doğruydu” ifadelerini kullandı. Sürecin en kritik ayağının İmralı görüşmeleri olduğunu vurgulayan Akın, “Devlet, Kürt halkının en önemli siyasal temsilcisi Sayın Öcalan’la görüşmeden bu meselenin çözülemeyeceğini biliyordu. Bu nedenle başvurular yapıldı ve görüşmeler başladı” dedi. Abdullah Öcalan’ın bu süreci “Türkiye’de yeni bir demokratik cumhuriyetin kurulması için tarihi bir fırsat” olarak gördüğünü anımsattı. Akın, çatışmaların durmasını “negatif barış” olarak adlandırırken, kalıcı çözüm için “pozitif barışa” ihtiyaç olduğunu vurguladı. Bunun için infaz yasasının değiştirilmesi, kayyum politikasına son verilmesi, anadil ve kültürel hakların güvenceye alınması, ekonomik eşitsizliklerin giderilmesi gerektiğini belirtti.
CHP’ye yönelik operasyonlara da değinen Akın, bu girişimleri “süreci sabote etme çabası” olarak nitelendirerek, “CHP’nin devre dışı bırakılması sorunun çözülmesinin engellenmesi anlamına gelir” diye belirtti. Tüm demokrasi güçlerine çağrıda bulunan Akın, “Barıştan yana olmak konusunda ikircikli tavırlar elimizi kolumuzu bağlıyor. Daha aktif bir siyasal duruşa, daha güçlü bir mücadeleye ihtiyacımız var. Mücadele ve müzakere eşgüdüm içinde yürütülürse başarı mümkündür” sözleriyle konuşmasını tamamladı.
‘Meselenin adı Kürdistan meselesidir’
Eren Keskin ise 1915 sonrası kurulan ve İttihatçı ideolojiyle bağlantılı bir devlet geleneğinin bugün ülkedeki pek çok temel sorunun kaynağı olduğunu belirterek, “Adana Ermeni ve diğer Hristiyan halklara yönelik 1915 soykırımının ardından onun ideolojisiyle kurulan İttihatçı milliter bir cumhuriyetten söz ediyoruz. Sorunumuzun temel nedeni zaten bu.” Eren Keskin, iktidar-muhalefet tartışmasının yüzeysel kaldığını; esas kırmızı çizgilerin aynı kaynaktan beslendiğini vurguladı. Meselenin adlandırılmasının önemine değinen Eren Keskin, “Altını çizerek söylüyorum meselenin ismi Kürt meselesi değil Kürdistan meselesidir ve uluslararası bir meseledir” diyerek, çözümün kolay olmadığını, meselenin Cumhuriyet öncesinden günümüze uzanan köklü bir mesele olduğuna işaret etti.
‘Umut hakkı zorunludur’
Eren Keskin, “umut hakkı” üzerinden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) içtihadına atıf yaparak, Türkiye’nin bu hakka uymak zorunda olduğunu; bunun lütuf değil bağlayıcı bir yükümlülük olduğunu sözlerine ekledi. Siyasetçilere yönelik eleştirisinde, daha serbest bir dille konuşmayı tercih ettiğini belirten Eren Keskin, iktidar ve muhalefetin resmi ideolojiden kopuşta yetersiz kaldığını savundu. Eren Keskin, bu yeni sürecin iç dinamiklerden çok dış dinamiklerin zorlamasıyla ortaya çıktığını vurguladı. Rojava örneğine değinerek oradaki Kürt hareketinin Batı için “göz bebeği” olarak görüldüğünü, bunun Türkiye’deki kaygıların temelinde yattığını ifade eden Eren Keskin, ayrıca Türkiye’nin Suriye’deki varlığı, karakolları, kaymakamları, cezaevleri ve desteklediği “cihatçı unsurlar” üzerinden eleştiride bulundu. Ülke genelinde barış talebini yükseltecek geniş bir iç dinamikten söz edilemediğini söyleyen Eren Keskin, “Biatsız bir yüzde 20’yiz biz” diyerek hak, özgürlük ve demokratik mücadeleyi yürüten grupların sınırlı olduğunu savundu. İsrail örneğinden hareketle sivil toplumu harekete geçirme çağrısı yapan Eren Keskin, “Biz her gün sokaklara çıkıp eylemler yapsak barış istiyoruz diye eylemler yapsak böyle olur mu? İsrail’de bile Yahudiler bizden daha çok eylem yapıyorlar” diye konuştu.
‘Sürece yeterince sahip çıkmadı’
Muhalefetin barış sürecine yeterince sahip çıkmadığını söyleyen Eren Keskin, CHP içerisindeki farklı liderlik çabalarını takdir etmekle birlikte partinin genel yapısının ulusalcı bir karakter taşıdığını ve resmi ideolojiden kopuşta yetersiz kaldığını söyleyerek, “Muhalefeti sadece Erdoğan karşıtlığı üzerinden tanımlamak yanlış” diye ekledi. Devletin geçmiş hatalarıyla yüzleşmesi gerektiğini vurgulayan Eren Keskin, Beyaz Toroslar dönemi örneğine gönderme yaparak, bu tür uygulamaların tanıklığa ve resmi itirafa dayalı bir süreçle açığa çıkarılması gerektiğini söyledi. Mehmet Ağır’ın duruşmalarda tanıklık ettiğine değinen Eren Keskin, Meclis komisyonlarının bu tip tanıklıkları değerlendirmesinin önemli olduğunu aktardı. Eren Keskin, PKK’nin silah bırakma adımını kendi tercihiyle yaptığı için olumlu bulduğunu; “Ben artık barış istiyorum. Ben artık silah istemiyorum” diyen tarafın bu kararının önemine dikkat çekti ve tarafların barış için cesaretlendirilmesi gerektiğini vurguladı. Eren Keskin, tarihsel travmalar, devlet politikalarının etkileri ve bugünün dış-dinamik ilişkileri üzerinden kapsamlı bir değerlendirme yaparken, barış sürecine sivil toplumu da kapsayan güçlü bir iç desteğin şart olduğunu belirtti.
Panel soru cevap bölümü ile sona erdi.
Kaynak: MA