Kapitalist modernitenin insana dayattığı ‘her şey ve hiçbir şey’ olma gerçeği, bireyi parçaladığı gibi, anı anına parçalanmayı da ‘zamanı-anı-olanı anlama hakikati’ olarak lanse etmektedir. Dahası, liberal kapitalizm, insanın bu parçalanmışlığı gönüllülük temelinde kendinde icra etmesini özgürlük olarak isimlendirmiş ve nihayetinde büyük bir kesime de kabul ettirmiştir
Dilzar Dîlok
Önder Apo 2025 yılına damgasını vurdu. Sadece Kürdistan’a ya da Ortadoğu’ya değil, tüm dünyaya, düşünce dünyasına ve sosyal mücadeleler dünyasına damgasını vurdu. Perspektif adıyla yayına giren giriş bölümü, manifestonun tüm bölümlerinin bir özeti mahiyetindeydi. Bu özet mevcut düşünsel krize karşı geliştirdiği yaratıcı düşünce vasıtasıyla bir çözüm olasılığını doğurdu, umudu yeniden inşa etti. Bugünlerde Önder Apo’ya umut hakkı deniyor. Doğrusu Önderlik dünya insanlığının umut hakkı oldu.
Barış ve Demokratik Toplum Manifestosu farklı kesimlerden okuyucuya ulaşmış görünüyor. Hem yürütülen tartışmalardan hem de gündemlerin kaynağına bakıldığında Önderlik manifestosunun okunduğunu anlamak zor değil. Her okuyucu kendi algıladığı-anladığı yerden ele almaktadır. Ancak Önder Abdullah Öcalan gibi kolektif bir irade olan, kendinde milyonlarca insanı ve binyılları yaşayan bir önder söz konusuysa, kendine göre anlamaları, herhangi bir saikle haklı çıkarmak haksızlık olacaktır. Bu durumda hakkını vermek, kendi algı sınırlarını sorgulayabilmekle, eski bilmelerden ve dogmalardan sıyrılırken yeni dogmalara düşmeden kolektif algıları oluşturmakla mümkün olacaktır.
Önderlik paradigması tarih ve toplum anlatısıyla beraber bu defa biraz daha arkeolojiye yönünü veren, toplumsal tarihi 30 bin yıl öncesine götürerek evrensel olanı tekil olana yakınlaştıran tarzda yenilenmiştir. Bu yenilenme gerçekleşirken değişen bakış açısı ortaya konularak önceki görüşlerde düzeltme yapılmıştır. Önceki savunmalarda dile gelen görüşlerin yetmediği, bu yetmeyişe kaynaklık eden paradigmatik bakış problemleri ve pozitivizmin yarattığı düşünce biçiminin ortaya çıkardıkları, bir bütün özeleştirel ele alış kapsamındadır. Özeleştiri, kendini yenileme ve tarihsel topluma yeni bir bakış yaratma hamlesidir ve Önder Apo’nun yaptığı budur. Tüm bunlar okuyucunun Barış ve Demokratik Toplum Manifestosunu okurken nasıl yaklaşacağına dair perspektifi de oluşturmaktadır. 27 yıldır İmralı mutlak hapishanesinde olan Önder Apo tüm imkânsızlıklara rağmen bunu yaratmış, ortaya koymuşsa, imkânları olanların daha özgür düşünceler ve eylemler yaratması, özeleştirisini tarihsel topluma bu temelde vererek yaşam inşasına yönelmesi gereken ve beklenendir.
Bir insanın günceldeki yanılgısı günceli etkiler, ancak bu düzeltilmezse ve kendisini aşan bir temsiliyeti söz konusuysa, sonraki zamanlarda o yanılgının etkisi gün-an ile sınırlı olmaktan çıkar. Geçmiş dönemlerde düşün öncülerinin yaşadığı yanılgılar ardıllarını fazlasıyla etkilemiş, akabinde de tüm toplumu ve toplumsal mücadeleleri yönlendirmiştir. Tarihçiler, sosyologlar, kişi ön ekli -izmler bunlardandır. Tıp ve benzer bilimleri saymaya gerek dahi yok. Tümünün ortak noktası evreni, evrensel düzeni, doğayı ele alırken ortaya konulan yasaların toplumsal doğaya da uyarlanması ve bununla ilintili olarak ortaya çıkan bakış sorunları, yanılgılı nazariyeler olmuştur.
Birinci doğa, büyük oranda yasalarla ifade edilebilir. İnsan da birinci doğanın temel bir bileşeni, kendince önemli bir unsurudur. Ancak birinci doğanın yasaları ikinci doğanın eğilimleri karşısında değişkenlik göstermektedir. İnsan birinci doğa içinde oluşmuşken, ikinci doğayı yaratmakta ve içinde varolmaktadır. İkinci doğa yasalarla ifade edilemeyecek kadar esneklik barındırmaktadır. İnsan toplumsallığının ortaya çıkardığı ve eğilimlerin bir sonucu olan durumları yasa değerinde görmek, bunun ortaya koyduğu dönemsel kuralları evrensel yasa niteliğinde ele almak, insanın en güçlü yanını en zayıf yanına dönüştürmenin de vesilesi olmuştur. Eğilimin yasalaştırılması insanın özgürlüğünü elinden almıştır.
Mahrumiyetlerin en büyüğü ve en acı vereni özgürlük mahrumiyetidir. Tüm diğer mahrumiyetler telafi edilebilir ancak özgürlükten mahrum olan başka bir şeyle bunu telafi edemez. İnsan, doğadaki yasaları kendine-kendi toplumsallığına uyarlayarak özgürlükten mahrumiyeti yasalaştırmış, meşrulaştırmış ve bunun tutsağı olmuştur. Aslanın kral olması, kralın aslan kadar parçalayıcı olmasıdır, erkeğin aslanla özdeşleştirilmesi her erkeğin kendini evin reisi-kralı olarak konumlandırmasını, giderek kedinin zayıflatılmış bir aslan olarak şekillendirilmesini ve kadının kediyle özdeşleştirilmesini getirmiştir. Toplamda bir soyutlama ve kanun değerinde yargılar silsilesi ortaya çıkmıştır. Tanrı – kul ikileminin ortaya çıkışı, insanın mutlak kul olması ve kendi yarattığı tanrısallıkların kulluğunu büyük sorumlulukla üstlenmesi, insanın kendi kölelik zincirlerine yeni halkalar eklemiştir.
Eğilimlerin yasalaştırılması sosyal bilimlerin insan gerçeğini anlama konusundaki yanılgılarının kapısını aralarken mevcut sosyal bilimde derinleşme, yanılgıda derinleşme olarak yansımasını bulmuştur.
Çağımızın insanı bütünlükten uzaklaşmıştır. Toplumsal tarihin bir parçası olmaktan kopuş, insandaki bütünlük algısını kökten değiştirmiştir. Birey çok boyutlu bir parçalanmışlık içindedir. Bu parçalanmışlık bedeni ve ruhu etkisi altına almıştır. Kapitalist modernitenin insana dayattığı “her şey ve hiçbir şey” olma gerçeği, bireyi parçaladığı gibi, anı anına parçalanmayı da ‘zamanı-anı-olanı anlama hakikati’ olarak lanse etmektedir. Dahası, liberal kapitalizm, insanın bu parçalanmışlığı gönüllülük temelinde kendinde icra etmesini özgürlük olarak isimlendirmiş ve nihayetinde büyük bir kesime de kabul ettirmiştir. İnsan doğasındaki bozulma, insanın kendi doğasına bunca müdahale etmesi ve sıralanabilecek uzun insanlıktan çıkma emarelerinin serçeşmesi, kadın ve erkek arasında oluşan ayrışmanın toplumsal yarılmaya dönüşmesiyle sonuçlanan zihniyet problemidir.
Karanlıkla aydınlığın savaşından güneş doğabilir. Kişinin içinde kötüyle iyinin mücadelesinden güçlü bir karakter ortaya çıkabilir. Ancak amaçsız-doğrultusuz değişkenler halinde iyinin, kötünün ve tüm ara durumların eklektik toplamından oluşan insanın güneşi doğurması-doğurtması beklenemez. Parçalanmış benlik kapitalist modernitenin en büyük sermayesidir. Cehalet, zayıflık, fakirlik, yalnızlık, envai hastalıklar vs. dense de parçalanmış benlik, ne olursa olsun kapitalist modernitenin süreğenliğini mümkün kılan en temel araç olmaktan kaçamaz.
Parçalanmışlığın karşısına da bütünlük adına tekçi, katı, totalci ve yasacı bakış açılarını koymak da dogma inşa etmenin zihnî zeminini inşa edebilir. Bunlar olmadan dogma inşa edilemez. Bütünlük dediğimiz benzerlerin toplamı olmadığı gibi parçalılık da zenginlik-renklilik-farklılık değildir. Hücrelerin kendi içindeki organizasyonu nasıl bir bütünlük ifade ediyorsa, insanın kendi içindeki organizasyonu da öyle bir bütünlük ifade eder. Aynıların toplamı bütünlük olmaz, farklılıkların bir arada oluşu, bir arada olurken de birbirlerinin varlığını mümkün kılmaları, ortaya yeni bir bütüncül olgu koymaları, bütünlüğü ifade edebilir.
Böyle olmadığında, parçalarla izah etmeye çalışılan bir bütün anlayışı ortaya çıkar ki bu da yeterli olmaz. Ne için? Anlamak ve yaşamak için.
Önderliğe, Önderlik görüşlerine karşı parçalı yaklaşım, bütünlükten uzak olan yanılgılı bakış açısının sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Temelde bilimsel yaklaşım adı altında gelişen, kiminde hak veren, kiminde sorgulayan, kiminde tekzip etmeye çalışan yaklaşım, toplamında ve her birinde kendini yazılı tarihin (aynı anlama gelmek üzere, resmi paradigmanın) verilerine dayandıran bakış açısı ile Önderlik manifestosunu anlamak mümkün değildir. Toplamda bu bakış açısının doğunun din-inanç-ideoloji odaklı dogmalarına, metafiziğe karşı geliştiği iddia edilir. Ancak gözü kara bir yasacılık inşa etmenin, ortaya çıkan bilimciliğin insanlığa metafizikten daha büyük zarar verdiği açıktır.
Bugün en sorunlu yaklaşım sahipleri “Öcalan şu konularda doğru söylüyor” diyerek Önderliğin bir iki cümlesini söyleyenlerdir. Bunlar, bir iki cümleyle başlayan ancak devamında devlet eksenli fikirlerin sıralamasından öteye gitmeyen yaklaşımlardır. Oysa Önderliğin bugünde söyledikleri, Önderlik gerçeğinden ve mücadele gerçeğinden ayrı değildir, tersine bir tarihin ve toplumsallığın süzülüşüdür, 52 yıldır verilen mücadelenin sonucu olarak yaratılanlardır. Bu kesimlerin sözüne ve eylemine bakarak geçmiş mücadele yıllarını nasıl gördüklerini anlamak zor değil. Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesini, tarih ve toplum tezlerini anlamayan, Kadın Kurtuluş İdeolojisini, erkeğin öldürülmesini kavrayıp benimsemeyen ve demokratik ulus paradigması içinde kendini görmeyen kimse farklı pragmatik bir yaklaşım yoksa Önderliğin bugün söylediklerine hak vermez, bugünde söylenenleri doğru görmez.
Bu tür ifadeler devlet nezdinde yer edinme çabalarıdır. Orta sınıfın egemen devletten kopmadan zararsız Kürtçülük yapma girişimleridir. Özgürlük mücadelesinin 52 yıllık değerleriyle bilinçlenen ve örgütlenen toplumumuza yönelik algı operasyonlarıdır. Dahası devrimsel değerleri çalma girişimleridir. Bu kesimler, yeterli bilinç olmadığında “bak işte, bu da doğru buluyor” denilebilecek olan ancak özünde egemenlikli, soykırımcı, inkâr ve imha zihniyetinin hiçbir zaman karşıtı olmayan zihniyet sahipleridir. Biraz yüzeysel milliyetçilik, daha fazla da derin kapitalist köleliktir. “Ağzı Ali söylüyor, ama gözü Muaviye bakıyor” derler ya, bu kesimler daha beterdir. Bunların ağzının bir yanı Ali söyler bir yanı Muaviye söyler, gözü hepten Muaviye bakar, aklı fikri zaten Muaviye zihniyetince yıkanmıştır. Böyle paramparçadırlar. Realisttirler çünkü kapitalist modernite zaten paramparça kılmıştır tüm hakikatleri. Kapitalist moderniteye göre olmak zaten realist olmak anlamındadır. Her durumda kazanmak isterler. Tüm “çözüm” ya da “süreç” kodlarında en aktif olanlar onlardır. Şu son günlerde de sıkça ortaya çıkmaları, seslerini çıkarmaları ve devlet nezdinde söz hakkına kavuşturulmaları da aynı amaçladır.
Bu örneği neden verdik? Bütüncül bakıştan uzak yaklaşıldığında bu kesimlerin amaçları görülmez. Parçalı bakıldığında makul bir tablo çizerler oysa yaşamları, yıllar içinde tarihin neresinde durdukları zaten onların kimliğini ele verir. Bundan dolayı da parçalı, kısa dönemsel ya da havanın etkisiyle yaklaşmanın sakıncalarını görmek ve ona göre yaklaşmak doğru olandır. Kuşkusuz bu örnekten daha masum olan parçalanmışlıklar da var ve nihayetinde hakikate ulaşmakta zorlanırlar. Daha geniş perspektifle bakıldığında aynı kapsama da girme potansiyeli barındırırlar. Bundan dolayı görüp bilmek ve aşmak özgür yaşamın gerekliliğidir.
Önder Apo gerçeği bir bütündür, o bütünlük içinde ele alınmadığında anlaşılması da zordur. Yarım anlamalar, yanlış anlamalardan daha tehlikeli sonuçlar yaratacak düzeyde sosyal bilimi, toplumsallık algısını, dolayısıyla toplumsal mücadeleleri etkileme potansiyeli barındırır. Mümince yaklaşılmaz ancak bilimsellik söylemi ardında durarak resmi paradigmanın artık dikiş tutmayan fikirimsileriyle de yaklaşılamaz. Aynı şekilde bağlamından kopararak, bir cümleyi öncekinden ve sonrakinden kopararak da anlaşılmaz. Hatta bir paragrafı öncesi ve sonrasından koparmak da bütünlüğü kavramaya yetmez. Daha ileriye götürmek belki durumu anlaşılır kılar. Ekmek yeme olgusu, hamuru ve ateşi yemek olamaz, buğdayı-suyu ve ateşi yemek hiç olamaz. Kimi zaman parçalı, bağlamından koparılan anlama biçimleri bana bir insanın ekmek yemekten ziyade öğütülmemiş kuru buğdayı ya da hamuru yemeye çalışmasını anımsatır. Bu durumda da ekmeğin tadına ulaşılamaz, hamur yiyerek ekmek yendiği de iddia edilemez.
Birey kendinden, edindiği bilmelerden, toplumsal yargılardan ya da başka zihniyet etkilerinden tümden sıyrılarak bakamaz. En basitinden kadın ve erkeğin okuması aynı olamaz. Ancak ortak noktalarda buluşma, kolektif anlamalar yaratma niyetini ortaya koyma anlamında önemlidir. Bu anlamıyla erkek egemenlikli bilimcilikten, erkek egemenliğini inşa eden ve güçlendiren anlayışlardan sıyrılmak, bunun iradesini, çabasını ve iddialı eylemini ortaya koyarak anlama eyleminin alt yapısını örmek gerekir.