Barış ve Demokratik Toplum çağrısının kadınlara yansımasını KJK Üyesi Çiğdem Doğu ile konuştuk:
KJK bir kadın konfederal sistemidir, biz kendimizi öyle ifade ediyoruz. Sistemimiz içerisinde komünler, kadın meclisleri, kadın akademileri var. Toplumda kadının özsavunmasını oluşturması stratejisiyle hareket ediyoruz ve böyle bir örgütlenme içerisindeyiz
Nezahat Doğan
Kürt kadın hareketi yıllardır özgürlük için örgütlenerek mücadele ediyor. Değişimi her dönem kendinde esas alarak dönüşümü sağlıyor. Çünkü kadın ne kadar özgür olursa toplum da o kadar özgürleşir. Bilinçlenen kadın her şeyi değiştirebilir ve o bilinci aşılayabilir. İşte o nedenle kadınların kurduğu güçlü söz kalkanları yıkıyor, sistemleri zorluyor, erkek devlet şiddetinin kol gezdiği sokakları aşındırıyor.
Ve şimdi kadınlar bütün tecritleri kırmak için umutla özgürlüğe yürüyor.
Bunlar, erkek devlet sisteminin, erilliğin, eşitsizliğin karşısında; şiddete, tecavüzlere, köleliğe, kadın kırımına karşı isyanın ve direnişin adımları…
Peki, farklılıklarımızla yaşamımızı nasıl ortaklaştırabiliriz? Kadının özsavunmasını ve varlığını güçlendirme mücadelesi her mahalleye ulaştı mı? Türkiye’deki kadın hareketleri açısından mücadeledeki kazanımlar ve eksikler neler? Değişim ve dönüşüm, kadın dayanışması ve örgütlenmesi üzerinden nasıl ilerleyecek? “Dağdan ovaya” uzanan bu güç, nasıl bir ortak örgütlenmeye dönüşecek? Bütün bu soruları; kadınların özgürlük mücadelesini, Barış ve Demokratik Toplum çağrısının kadınlara yüklediği sorumluluğu, barışı, komünü, örgütlemeyi KJK Üyesi Çiğdem Doğu ile konuştuk.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın ‘Toplumun özgürleşmesi ancak kadının özgürleşmesiyle mümkün olabilir’ dediği yerde, kadın hareketinin yürüttüğü mücadele ve geldiği hatta baktığınızda ne görüyorsunuz?
Bu çok temel bir soru ve mücadelemiz de bunun bir cevabını teşkil etti. Kürdistan’da özgürlük mücadelesinin verilişi, aynı zamanda kadınların özgürlük mücadelesinin verilişi; bilimsel açıdan da ispatlı bir gerçeklik oldu.
- Bu nasıl oldu?
Gerçekten slogan gibi geliyor, fakat Jin, Jiyan, Azadî kadın ve yaşamdır. Yaşam; toplumsallığın ve komünal olarak birlikte yaşamanın ortaya çıkardığı bir gerçekliktir. Kadın demek, toplum demek; kadın demek, yaşam demektir. Bu mücadeleyi, Önderliğin tarzıyla; özgün ve özerk kadın örgütlenmelerini oluşturarak, toplum mücadelesini yürütmek, sosyalizm mücadelesini yürütmek, Kürt ulusal kurtuluş mücadelesini vermek; bunun için de kadının özgün ve özerk örgütlenmesini geliştirmek, toplum ve kadın diyalektiğini çok muazzam bir biçimde ortaya çıkardı. Çünkü toplumsallığı öldüren, erkek egemen zihniyettir. Egemen olan, tahakküm eden; şiddeti ortaya çıkaran, sömürgeci devletlerin zihniyetidir. Savaşları ve egemenlik mücadelelerini ortaya çıkaran da bu anlayıştır.
- Abdullah Öcalan bu nedenle mi reel sosyalizmin çöküşünü aslında kadın kırımı, kadına şiddet ve kadın köleliği üzerinden ele alıyor?
Önderlik reel sosyalizmi çok kapsamlı değerlendiriyor ve PKK’nin reel sosyalizmden etkilenen yanları itibarıyla da söylüyor. Önder Apo aslında 86 yılındaki kongreden itibaren mevcut reel sosyalizmden yolunu ayrıştıran bir çizgi izledi.
- Nasıl çiziyor o yeni hattı?
Üçüncü kongrede şöyle bir tespit var; “burada yargılanan an değil tarihtir, kişi değil toplumdur”. Çözümleme diyoruz biz buna. ‘86 kongresinden sonra çözümleme dediğimiz, Önder Apo’ya has bir tarz ortaya çıktı. Reel sosyalizmden gerçekten çok ayrışan bir yol bu. Ayrıca, 86 yılındaki üçüncü kongre sonrası 87 yılında kadın-aile çözümlemesi var. Oradaki yeni yol ayrımının temel sebeplerinden bir tanesinin de kadın örgütlenmesi olduğunu görüyoruz. Kadın iradesi olmadan sosyalizm olmaz, toplumculuk olmaz. Erkeğin hükmettiği bir yerde bırak sosyalizmi, nefes almaktan bile bahsedemeyiz.
- Abdullah Öcalan sosyalizmin temel ilkesini kadın özgürlüğüne; kadın ve erkeğin aynı zamanda eş bir mücadele yürütmesine dayandırıyor. O mücadele hattında kendi yoldaşlarınız içinde de o davranış biçimini ve o erkekliği hissetme durumu oldu mu?
Biz de sosyalist özgürlük mücadelesi sürdüren bir gücüz. Yoldaşlar olarak tabii ki birbirimize sonsuz saygımız, sevgimiz var. Bunları bir tarafa koyalım. Fakat şüphesiz, binlerce yılın yaratmış olduğu bir kültür de var. Bu kadın açısından da erkek açısından da öyledir. Ortadoğu’da, Kürdistan gerçekliği içerisinde bir erkek çocuğunun büyütülme biçimi vardır. Bir de kız çocuğunun büyütülme biçimi vardır. Bunun üzerine kapitalizmin yaratmış olduğu etkileri de eklediğimizde gerçekten çok derin bir cinsiyetçi durum ortaya çıkıyor. Bu, kadın açısından itaatkâr demeyelim ama tabi olan, erkeğe güç veren; yani gücü erkekleşmekte, erkek gibi olmakta gören veya ona öykünen ya da onun himayesinde olmak isteyen bir anlayış şeklinde şekillenmiştir. Erkekte de bu kadına sahip olma üzerinden şekillenmiştir. Hep bir sahiplik olacak. Baba olacak, koca olacak, abi olacak… Patronluk da desek, “devlet baba” da desek hepsi aslında, eril erkek egemenliği ifade eder. Ortadoğu’da kökleri çok derin ve böyle şekillenmiş bir gerçeklik var ve bunların bize yansımaması mümkün değil.
- Bu yansımalara karşı nasıl bir yapı ortaya koydunuz?
Örgütsel mekanizmalarımızda bunun tedbirini alma; örgüt içerisinde kadının özgün ve özerk örgütleniyor olması durumu var. Genel ordumuz vardır, ama bir de kadın ordumuz vardır. Genel partimiz vardır, ama bir de kadın partimiz vardır. Genel konfederal sistemimiz vardır, ama bir de kadın konfederal sistemimiz vardır. Bunların hepsi eşit, özgür bir ilişki sistematiği içerisinde yapılandırılmıştır. Dolayısıyla burada kadın da örgütlü bir güç olarak var. Örgüt içerisine belli ilkeleri, amaçları, hedefleri olan insanlar olarak geliyoruz. Evet, yetersizliklerimiz var ama nihayetinde bir cins mücadelesi diyebileceğimiz zeminde çatışıyoruz ve birbirimizi eleştiriyoruz.
- Kadın varlığı da başka bir güç iradesiyle ortaya çıkıyor tabii ki. Yani o varlık mücadelesi, kadının kendisini keşfetmesi ve tabularını yıkması, zincirlerini kırması o feodaliteye ve toplum kodlarına karşı ne zaman şekilleniyor? Aslında ne zaman farkındalık oluşuyor sizce?
Ben özgün ve özerk biçimde örgütlenmiş olmayı çok kıymetli bir değer olarak görüyorum. Mesela kadın birey olarak güçlü, çok yetenekli olabilir ve sistem içerisinde de böyle yaman kadınların varlığı reddedilemez gerçekliklerdir. Fakat bu varoluş erkek egemenliğini değiştirmeye yetmez. Örgütlü bir kadın gücü var olmadığı zaman erkek sistemi karşısında bir güç olamıyorsun ve onu değiştirip dönüştüremiyorsun. Mesela örgüt içerisinde, özgün ve özerk kadın hareketi olarak kendi kararlarımızı kendimiz veririz kadına dair. Erkek arkadaşlar bize dair karar alamazlar. Dönemsel politikalarımız için de kendi toplantılarımızı yaparız ve kararlarımızı kendimiz belirleyerek karşılıklı bilgilendirme yaparız. Önderliğimiz “kendine ait bir oda, kendine ait dağları var” demişti. Bizim de kendimize ait bir örgütümüz var ve o da kendine ait oda gibidir. Kadınların komünal, özgün ve özerk bir biçimde bir arada yaşıyor olması çok önemlidir.
- Abdullah Öcalan’ın ‘kendi varlığımı kadın özgürlüğüne adadım,’ dediği yerde eril sisteme karşı öznesi kadın olan nasıl bir farkındalık ve çıkış olmalı?
Önderlik son manifestoda Buda’nın “sırtıma saplanmış böyle bir hançer varken başka neyi düşünebilirsin ki” sözünden bahsediyor. Manifesto içerisinde birçok yerde bunu değerlendiriyor ve bunun üzerinden de toplum çözümlemesi yapıyor. Bizim sırtımızda çok ağır bir hançer var. O hançerle her gün kan dökülüyor. Bu ruhsal olabilir, tecavüz ve cinsellik boyutu olabilir. Bu bir evli kadının her gün yaşadığı çile ya da psikolojik şiddet anlamında olabilir. Kadın ne kadar kullanılıyorsa toplum da o kadar kanıyor. Bir kadının eksilmesi aslında toplum yaşamında, insan yaşamında neleri yok ediyor, neleri kirletiyor aynı zamanda? Bunlar çok ciddi tartışılması ve değerlendirilmesi gereken şeyler. Savaş buradan başlıyor. Tarihi açısından kadına karşı şiddet militarizmin dayandığı temel konumundadır.
- İstanbul Sözleşmesi kaldırıldı. 6284 sayılı kanun orada duruyor. Kadına şiddet artmış durumda. Buna karşılık kadın örgütleri ve hareketlerinin ortaklaştırılmasının ivmesi geçmiş dönemlere göre azaldı mı? Bu gerilemenin nedeni nedir?
Geçmişe göre bir gerilemeyi biz de gözlemliyoruz. Keşke kadın hareketleriyle çok daha fazla ortak tartışma zeminimiz olsaydı. Onları yüz yüze dinlemeyi ve kendimizi de anlatmayı çok isterdik. Türkiyeli kadın hareketlerinde duyarlı kesimlerin var olduğunu biliyoruz. Bu kadar kadına karşı şiddetin tırmandığı, yaşamın çok ciddi bir tehlike altında olduğu, her gün kan aktığı, İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edildiği yerde neden kadın hareketleri olarak biz kendi içimizde bir sözleşme yapmayalım?
- Nasıl bir sözleşme olmalı?
Bir daha kadın öldürülmeyecek sözleşmesi; bir daha çocuklarımız katledilmeyecek sözleşmesi. Senin örgütlenme ve ortaklaşma biçimin yoksa burada refleks ortaya çıkmıyor. Karşıda bir devlet ve polis şiddeti var. Çok ağır bir faşizm yaşadık ve yaşamaya da devam ediyoruz. Bunun karşısında çok güçlü bir mücadele yürütülemedi. Neden? Çünkü çok örgütlü olunamadı ve gündemler yaratılamadı.
- Gündemlerin yaratılamadığı noktada Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı yeterince tartışılıyor, konuşuluyor mu?
Önderliğimiz güçlü bir manifesto ortaya koydu. Şimdi kadın hareketleri olarak Barış ve Demokratik Toplum süreci içerisinde birlikte neler yapabileceğimizi oturup tartışmamız lazım. Hangi noktalarda birbirimizle sözleşelim? Birçok kesim “devlet hangi adımı atacak, ne olacak,” diyor. Barış bunu aşan bir şeydir. Barış önce kadınların birbirleriyle sözleşmesidir. Toplumların birbiriyle sözleşmesi ve yeni bir anayasadır. Bir de halkların sözleşmesi vardır.
- Önyargıları kırmak, farklılıkları anlamak ve ortaklaştırmak mı?
Evet, önyargıları kırmak, birbirine saygı duyabilmek… Farklı görüşlerimiz olabilir.
Geçmişte karşıtlıklarımız olmuş olabilir. Bunları affedebilmeyi sağlayacak, bunun üzerine yeni bir ilişkiyi yaratabilecek olan farklılığı kabullenebilen kadınlardır. Çünkü farklılığı doğuran kadındır. Önderlik bu son manifestoda “yaşam haktır, farklılık yaşamdır” diyor. Yaşamın dinamizmini yaratan farklılığın var olmasıdır.
- Kadınlar ekseninde bu değişimin esası nedir? Ve dönüşüm neye göre yapılmalı, nasıl ortaya konmalı?
Bu önemli bir soru… Neyi değiştireceğiz? Değişim sürecinin elle tutulur, gözle görülür bir sonuç yaratması lazım. Bir değişim süreci yaşanırken farkını hangi form biçiminde ve hangi içerikte ortaya koyacaksın? Dönüşüm bu anlamda çok önemli. Türkiye ortamı içerisinde daha yenilikçi, değişim ve dönüşüme açık olan kesim kesinlikle Türkiyeli kadın yoldaşlarımız, analarımızdır. Bunu ekolojik mücadele içinde analarımızın duruş ve direnişlerinde de görüyoruz. Feminist yoldaşlarımızda da bunu görebiliyoruz. Sosyalist mücadele veren kadın yoldaşlarımız var, onlarda da görebiliyoruz. Yaşamın farklı alanlarında birey olarak yer alan, sanatçı, akademisyen, çok değerli insanlar, güç aldığımız kadınlar var. Ama mücadele, değişim, dönüşüm için örgütlülük ve kolektif aklı yaratmak gerekiyor.
- Kolektif akıl ve komünleşme tam buraya mı oturuyor?
Daha oturmamış ama buraya oturtmak lazım. Mesela örgütlenme! Örgütlenme derken herhangi bir örgütlenme değil, özgün, özerk örgütlenme biçimi… Biz bunu bütün sosyalist hareketler açısından, anarşist hareketler açısından tartışıyoruz. Klasik bir sivil toplum örgütlenmesiyle bu koskoca erkek egemen sistemi aşabilir miyiz? Her gün öldüren, her gün tecavüz eden, iradeyi kıran yapıyı değiştirip, dönüştürebilir miyiz? Hayır. O zaman komünal örgütlenme biçimi olmalı.
- Sadece kadınlar açısından değil, çocuklara tecavüz ve katliamların yaşandığı yerde söz ve eylem nereden başlamalı ve sistem nasıl deşifre edilmeli?
Gerçekten durum çocuklar açısından çok içler acısı. Çocukların bu kadar katledildiği, her an tecavüzle karşı karşıya kaldığı bir yeri gerçekten insanın yüreği kaldırmıyor. Bu kadar ciddi durumlar karşısında daha sıkı bir örgütlenmek, daha komünal ve kolektif yaşamak, birlikte düşünmek, birlikte karar almak, birlikte bir kadın politikası belirlemek ve bunu mahalleden başlayarak yürütmek gerekiyor. Mahalledeki kadınlar bir araya gelerek, bir komün olarak cins sorunları başta olmak üzere bütün yaşamsal sorunlarını tartışsın, karar alsın; haftalık, aylık politika belirlesinler.
- En güçlü karakterde olan kadın bile bazen erkeğin farklı biçimde; ince eleyerek, yumuşak ve yavaş ama eril yaklaşımıyla o girdabın içine girebiliyor. Kadın da orada hiç beklemediği anda sıkıştığını hissediyor olabilir mi size göre?
Bence hissediyor. Çok güçlü kadınlar değil mi? Gerçekten televizyonda izliyoruz, haberlerini okuyoruz ve bizim açımızdan bu durumlar çok ağır. Biz bir kadın savunma gücü olarak bu dağlarda farklı konumlanıyoruz. Gerçekten savunuyoruz da kendimizi. Ama bir şehir yaşamı içerisinde, bir toplum yaşamı içerisinde, o kadınların kendisini savunamıyor olması ve erkeğin tuzaklarına düşüyor olması çok zorumuza gidiyor.
- Buna nasıl son verilebilir?
Burada çok güçlü bir bilinçlenme lazım. Bizim bu zehirli şerbeti şöyle bir tanımamız lazım: Bu şerbet başta belki sana güzel, tatlı, şirin geliyor ama şerbet seni zehirliyor, öldürüyor seni tuzağa düşürüyor. Şerbeti bir daha içmeyeceğiz diyebilmenin bilincini yaratmak lazım.
- Bu bilinç nasıl oluşur?
Bir kere bir kadının kendini tanıyabileceği bir bilinçlenmeye sahip olması lazım. Erkek egemenliği nasıl inşa oldu? Nasıl bir şekillenmeye sahip? Strateji ve taktikleri nasıl gelişiyor? Ve bu zihniyet kendisini binlerce yıl nasıl bir sistem haline getirdi? Devlet nedir? Bunları görmek gerekiyor. Devlet aynı zamanda kadını ifadesizleştirmenin gücüdür. Mesela ordu sadece Kürdistan’da Kürtlere karşı savaşın gücü değil, aynı zamanda kadınların ensesindeki kılıç gibidir. Polis şiddeti de öyledir. Mahkeme, yargı şiddeti de. Şimdi kötü bir sistemi anlatmak açısından söylüyorum, aile içine baksak baba, koca, abi bir gardiyan gibidir. Bütün bunların bilincine varmak lazım.
- Komün olmanın anlamı yeterince anlaşıldı mı?
Çok anlaşılmadı. KJK bir kadın konfederal sistemidir, biz kendimizi öyle ifade ediyoruz. Sistemimiz içerisinde komünler, kadın meclisleri, kadın akademileri var. Toplumda kadının özsavunmasını oluşturması stratejisiyle hareket ediyoruz ve böyle bir örgütlenme içerisindeyiz. Ama mesela komünleşmeyi çok geliştiremiyoruz. Bunu çok sorguladık, çok tartıştık, toplantılar yaptık…
- Bu durum klasik alışkanlıklar ya da dogmatiklikten mi kaynaklanıyor?
Dogmatiklik var. Önderlik: “reel sosyalist örgütlenme ve zihniyet yaklaşımı” diyor. Mesela klasik bir parti mantığına göre örgütlenmenin yarattığı alışkanlıklar, davranışlar ve üsluplar var. Bunlar da büyük oranda etkiliyor diye düşünüyorum. Yeni süreçte Önderliğin eleştiri ve özeleştiri, dönüşüm dediği en temel noktalardan biri bu ve bunu kesinlikle komünleşmeye dayandırıyor. Bu komünleşmenin gerçekten kadının ve toplumun iradesi haline geldiği yer, o hançerin kadının sırtından çekildiği yerdir.
- Yeni Barış ve Demokratik Toplum sürecinde kadın erkek eşitliğinin sağlanması için hat nereden kurulmalı, nasıl oluşturulmalı?
Biz kadın hareketleri olarak tam da bu süreçte her mahallede, her ilçede ve her ilde mutlaka şunları tartışmalıyız: Oluşacak yeni bir demokratik anayasada biz kadınlar varlığımızı nasıl koyacağız? Kürt sorunu demokratik anlamda nasıl bir ifadeye kavuşacak? Kadının özgür iradesi ve varlığı orada nasıl ifade edilecek? Mesela Meclis’te niye eşit olmasın rakamlar? Hani biraz daha ufkumuzu genişletelim. Niye devlette eşbaşkanlık sistemi olmasın? Eşbaşkanlık, eşbaşbakanlık veya eşcumhurbaşkanlığı… Kadına şiddete karşı, sözleşme ve kadınların birbiriyle sözleşmesi temelinde kendimizi nasıl savunacağız? Adaleti nasıl sağlayacağız? Bizim şu anda harıl harıl bunları tartışıyor olmamız lazım. Kadın hareketleri olarak böyle gündemler yaratıp hem kendi sorunlarımızı hem de sistemsel sorunları tartışmamız, tartıştırmamız ve yol almamız lazım.
- Çiğdem Doğu’nun derdi ne?
Yaşam anlamlı ve özgür olsun, güzel olsun. Özgürlük rüzgârı her yeri sarsın.