Boş Ayna’da dönüp kendime baktım. ‘Sahi, sen o ‘Anlıyorum ama konuşamıyorum…’ sıkışmışlığını ortadan kaldırabildin mi?
Aysel Önen
Maçlarla pek bir ilgisi olmayan, gönülden Amedspor’luyum.
Oğlum servis şoförüne tuttuğu takımı sormuş, o da “Amedspor,” demiş. Öyle deyince “Annem de Amedspor’lu,” demiş. Şoför, “Annen Amedli mi?” diye sorunca bizimki “Yok, annem Kürt,” demiş.
Ben de ertesi gün oğluma, şoföre “Roj baş, Çawa yî?” diye sormasını söyledim. Sordu… Ben de “Roj baş!” dedim ve sabahımız aydınlandı.
Servis hostesi, şoförün, öğrencilerle ve velilerle Kürtçe konuştuğu için şikâyet etmiş. Başka bir konuyu konuşurken bunu öğrendim. Sorumlu kişiyi arayıp istediğim dili konuşabileceğimi ve oğlumun da konuşabileceğini söyledim. Bugün oğluma ve bana selam veremedi. Yarın sabah ona yine “Roj Baş” diyeceğim…
Geçmişten bugüne Koma Amed dinleyen birçok Kürt gibi ben de günlerdir şarkılarıyla uyuyup uyanıyorum. “Sahi, böyle de bir müzik tarihimiz vardı,” diyorum. Müziğimizi, yüreğimize bastırdılar; kapağı olmayan albümler yapıldı, konserlerimiz yıllarca yapılamadı… Kendi dilimizde âşık olmak, hüzünlenmek, neşelenmek yasaklandı… Bu da yetmedi, sadece şarkılar değil, halaylar da yasaklandı…
Çocuğa dair soru işaretlerimin olduğu bir dönemde Bülent Somay’ın yaptığı bir atölyeye katılmıştım. O atölyede, “Bir çocukla değişmeye/dönüşmeye hazır mısın?” sorusunu kendisine sorduğunu ve ona göre karar verdiğini söylemişti. Koruyucu anne olmaya karar verdiğim dönemde bu soruyu kendime yeniden sormuştum. Genetik faktör, köken, travmalar… Bize yüklenilen yanlışlarımız ve doğruyu bildiğimizi sanma hâllerimiz…
Yıllar geçti… Oğlumun serviste bunu yaşadığı dönemle, geçmişte bana yüklenen utanç ve Türkçeyi iyi konuşma kaygısından anneme balkondan aşağıya “Dayê!” diye seslenemeyişlerim aklıma geldi. Kuzenlerim “Mama!” (Arapça anne demek) dediği ve çocuk aklımızla daha makbul bulduğumuz için, acil durumlarda “Yadê/Dayê!” diyemediğimizde o şekilde sesleniyorduk. “Mama…” Tıpkı bugün Kürtçe güzel çocuk isimlerinin yabancı isim gibi aktarılmaya çalışılması gibi…
Yıllar geçti. İyi bir Türkçe edebiyat okuru oldum. Onunla da yetinmedim, Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü okumaya çalıştım. İyi Türkçe konuşma sevdam, Osmanlıca öğrenme durağında çakılı kaldı…
Şimdi, “Kürtçe anlayıp yanlış konuşmaktan ve kendini ifade etmekten korkma” durağındayım. Tüm durakları geçtiğim gibi, bu kişisel durağımı da geçeceğimi biliyorum. Çaba sarf ederek geçeceğim, buna inanıyorum. Peki ya diğer Kürtler ne yapacak?
Psikolojinin son zamanlarda her şeye koyduğu, serpiştirdiği tanımları buralara ne şekilde ekecek? Ana dilinde kendini ifade edememenin yarattığı derin anlamsızlığı, başkası için iyi olmak adına sarf ettiği o çabanın o kişiyi iyi etmediğini, kendi esprilerine gülmeyen, kendi kelimeleriyle kederini anlatamayışlarını hangi psikolojik terimle açıklayacak?
Bir arkadaşım, kardeşinin çocuk yaşta dil köküyle ilgili bir ameliyat olduğunu, bu nedenle iyi konuşamadığını, Türkçe konuşurken kekelediğini, kendini ifade edemediğini ama Kürtçe ya da aile içerisinde konuşurken kendini çok güzel ifade ettiğini ve akıcı konuştuğunu anlatmıştı. Geçmişten gelen pozitivist bilime olan inancımla, “Psikolog/dil terapistine falan götürelim,” dedim. Sonra durdum ve şunu sordum: “Peki, o dil terapisti onunla Kürtçe konuşabilecek mi? O susmaları ortadan kaldırabilecek mi?”
Sonra o Boş Ayna’da dönüp kendime baktım. “Sahi, sen o ‘Anlıyorum ama konuşamıyorum…’ sıkışmışlığını ortadan kaldırabildin mi?”









